PEYGAMBERLİK NEDİR VE PEYGAMBERİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Değerli Müminler! Bugünkü sohbetimizde Peygamberlikten ve Peygamberin görevlerinden söz etmek istiyorum.
İnsanoğlu yeryüzünde Allah’ın hükümlerini yürütmekle görevli üstün bir yaratıktır. Allah, onu yeryüzüne gönderdiğinde yalnız bırakmadı, zaman zaman gönderdiği Peygamberlerle onu destekledi, görev ve sorumluluklarını kendisine hatırlattı. Bu, Allah’ın insanlara olan lütuflarından biridir. Kuran Efendimizin gönderilmesiyle ilgili olarak şöyle buyuruyor:[1]
لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ.
Peygamberlik Nedir?
Peygamber Farsça bir kelime olup; Allah ile insanlar arasında elçilik görevini ifade eden bir kavramdır. Bu görev kendisine verilen kimseye Peygamber denir. Arapça’da ise peygamberlik; Risalet ve Nübüvvet; Resul ve Nebi kelimeleriyle ifade edilir.
Resul ile Nebi arasında şöyle bir fark vardır: Kendisine kitap indirilen Peygambere Resul; kendisine kitap indirilmeyip kendisinden önceki Peygamberlere indirilen kitaplarla amel eden Peygambere nebi denir. Bu tarife göre her resul, aynı zamanda nebidir, fakat her nebi resul değildir.
O halde Peygamber, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden seçkin insan demektir.
Peygamberlik kesbi değil, vehbidir. Yani Peygamberlik görevini Allah verir ve Peygamberi Allah tayin eder. İnsan çalışmakla bu görev elde edemez. Bazı kabile ileri gelenlerinin, peygamberlik niçin bize değil de, Hz. Muhammed’e verildi? demeleri üzerine Allah bu takdirin kendisine ait olduğunu bildirerek şöyle buyurdu:[2]
وَإِذَا جَاءتْهُمْ آيَةٌ قَالُوا لَن نُّؤْمِنَ حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللّهِ اللّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِندَ اللّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ.
Evet, Allah, insanoğlunu yalnız bırakmamış, ilk insandan itibaren gönderdiği peygamberlerle onu teyit etmiştir. Bu konuda akla şöyle bir soru gelebilir: Allah, insanlara akıl verdiğine göre ayrıca peygambere ihtiyaç var mıdır? Elbette peygambere ihtiyaç vardır. Çünkü insanlar akıllarıyla Allah’ı bilebilirlerse de, Allah’a nasıl ibadet yapacaklarını, bu ibadetlerin nelerden ibaret olduğunu, Allah’ın neleri emredip neleri yasakladığını akıllarıyla bilemezler. Bunları öğretecek bir peygambere muhtaçtırlar. İnsanların bu ihtiyacına binaendir ki, Yüce Yaratıcı insana kendi cinsinden, kendisi gibi insan olan, peygamberler göndermek lütfünde bulunmuştur.
Peygamber gönderilmesinin sebebi açıklanırken şöyle buyuruluyor:[3]
مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً.
Allah gönderdiği peygamberlerle emir ve yasaklarını kullarına tebliğ etmeden, nelerin günah nelerin sevap olduğunu bildirmeden kimseye azap edici olmadığım bildiriyor. Böylece yarın kıyamet gününde onu sorgularken mazeret beyan etme hakları olmasın diye. Nitekim bu husus daha açık olarak şöyle ifade buyuruluyor:[4]
رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزاً حَكِيماً.
Başka bir ayet de şöyledir:[5]
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَى.
İşte Allah, kulun kıyamet gününde sorgulanırken ayetlerde belirtildiği üzere, Ne yapalım, bilemedik, bunları bize bildiren ve bizi uyaran birisi olsaydı biz bu duruma düşmezdik gibi mazeretler ileri sürmemeleri için Allah peygamberler göndermiş, onlar da Allah’ın mesajını insanlara duyurmuşlardır.
Peygamberler, yaratılış itibarıyla bizim gibi insandır. Efendimizin, beşer olduğunu, ancak kendisine vahyedildiğini söylemesinin kendisine emredildiği Kuran’da bildiriliyor:[6]
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً.
Kuran’da Hz. İsa için hep Meryem oğlu İsa, diye söz edilmesi, Hıristiyanların sandığı gibi onun, Allah’ın oğlu değil, Meryem’in oğlu olduğunu, dolayısıyla beşer ve Allah’ın kulu olduğunu vurgulamak içindir. Hıristiyanlar, onun beşer ve Allah’ın kulu olduğunu kabul etmiyor, ona beşer demenin hakaret olduğunu sanıyorlardı.
Rivayete göre Necran heyeti Efendimize gelmiş ve:
-Bizim sahibimize niçin ayıp isnat ediyorsun? demişler. Efendimiz:
-Sahibiniz kim diye sormuş, onlar:
-Hz. İsa demişler. Efendimiz:
-Ne demişim? buyurmuş, onlar:
-O, Allah’ın kulu ve elçisidir, diyorsun, demişler. Efendimiz:
-Allah’a kul olmak bir ar değildir, buyurmuştur. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuştur:[7]
لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعاً.
Kuran, Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki yanlış inançları sebebiyle ahirette Allah ile Hz. İsa arasında şu konuşmanın geçeceğini bildiriyor:[8]
وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَـهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ. مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيداً مَّا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ.
Ayet Hz. İsa’yı Tanrı edinen, üçlü Tanrı inanışı sahiplerinin ne kadar yanlış ve hatalı bir inanca saplandıklarını ve bu inancı Hz. İsa’dan sonra edindiklerini ifade etmektedir. Böyle inanmaları, kendilerine Hz. İsa tarafından telkin edilmemiş, aksine Hz. İsa onları yalnız Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmamaları konusunda uyarmıştır:[9]
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُوا اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ.
Peygamberlerin Sıfatları
Evet, Peygamberler yaratılış itibarıyla bizim gibi insandırlar. Bizim gibi yerler, içerler, evlenir çoluk çocuk sahibi olurlar; sevinir, üzülürler, hastalanır ve nihayet ölürler. Bununla beraber peygamberlerde bulunması gereken bir takım sıfatlar vardır. Bu sıfatlar şunlardır:
1. Sıdk:
Doğru olmak demektir, Bütün Peygamberler doğru ve dürüst insanlardır. Yalan söylemezler. Kimseyi aldatmazlar, kimseye hile ve haksızlık yapmazlar.
2. Emanet:
Güvenilir olmak demektir. Peygamberlerin hepsi güvenilir insanlardır. Gönderildikleri toplumlara kendilerini bu sıfatla tanıtmışlardır
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُون.[10]
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. [11]
3. İsmet:
Günahtan korunmuş olmak demektir. Peygamberler, şirk ve küfür sayılan bir günah işlememişlerdir. Peygamber olduktan sonra da günah işlememişlerdir. Peygamberler masum olmasalardı gönderildikleri halk kendilerine güvenmez, elçi olarak gönderilmelerinin de anlamı kalmazdı. Çünkü insanlar onları örnek alacak ve onlara uyacaktır. Bunun için Allah onları günahtan korumuştur.
4. Fetanet:
Peygamberlerin akıllı ve zeki olmaları demektir. Peygamberler zamanlarının en zeki insanlarıdırlar.
5. Tebliğ:
Peygamberlerin Allah’ın mesajını insanlara duyurmaları demektir.
Kuran’da adı geçen peygamberlerin sayısı 25’tir. Bunlar: Hz.Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyup, Şuayb, Musa, Harun, Yunus, Davut, Süleyman, İlyas, Elyesa, Zekeriyya, Yahya, İsa, Zül-Kifl ve Efendimizdir. Kuran’da adı geçen Üzeyir, Lokman ve Zül-Karneyn’in peygamber mi veli mi olduktan ihtilaflıdır.
Allah’ın Hz. Ademden itibaren bizim Peygamberimize gelinceye kadar gönderdiği peygamberler bunlardan ibaret değildir. Adı Kuran’da geçmeyen daha başka peygamberler de vardır. Nitekim Kuran buyuruluyor:[12]
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ.
Bu ayetler, peygamberlerin, Kuran’da adı geçen peygamberlerden ibaret olmadığını, daha pek çok peygamberin gönderilmiş bulunduğunu ifade etmektedir. Her ne kadar bazı rivayetlerde bu peygamberlerin sayılarından söz edilmekte ise de, bunların kesin sayılarıyla adlarını, yerlerini ve görevlendirildikleri toplumları ancak Allah bilir.
Şu ayetler aynı zamanda bazı kimselerin bu konudaki şüphe ve tereddütlerini de gidermektedir. Şöyle diyorlar:
-Allah alemlerin Rabbi olduğuna göre peygamberlerini niçin sayılı yerlerden seçerek belli kavimlere göndermiş?
-Neden peygamberler çoğunlukla Filistin ve civarından çıkmış?
-Yeryüzünün diğer kıtalarında ki insanlar Allah’ın yaratıkları değil mi? Onlara niçin Peygamber gönderilmedi?
İşte ayetler bu soruları cevaplandırıyor. Peygamberlerin sadece Kuran’da adı geçen ve mücadeleleri bildirilenlerden ibaret olmadığı, yalnız Allah’ın bildiği daha pek çok peygamber olduğunu bildiriyor. Az önce de ifade ettiğimiz gibi Allah, peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyeceğini bildirmiştir ki, bundan da her millete peygamber gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bizim Peygamberimize gelince o, bir millete değil, bütün insanlara gönderilmiş bir peygamberdir. Arabistan yarımadasında ortaya çıkmış olması, sadece bu adada yaşayan insanlara ve Araplara gönderilmiş olduğunu ifade etmez. Nitekim Kuran’da buyuruluyor:[13]
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراً وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ.
Peygamberler, peygamber olmak ve Allah tarafından görevlendirilmiş bulunmak bakımından eşit olup aralarında bir fark yoktur. Fakat böyle olmakla beraber, her birine özel bir üstünlük, ayrı bir rütbe verilmiştir. Bu hususu ifade etmek üzere Kuran’da buyuruluyor:[14]
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ...
Allah Peygamberleri kendilerine verdiği özellikleri sebebiyle birbirine üstün kılmış ise de bunlara inanmada aralarında farklılık yapılmaz. Nitekim Kuran’da buyuruluyor:[15]
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ.
Peygamberlerin Görevleri Nelerdir?
Peygamberler Allah ile insanlar arasında elçi olarak görevlendirilen kimselerdir. İki önemli görevleri vardır:
I. Tebliğ:
Allah’ın mesajını insanlara duyurmaktır. Peygamberlerde bulunması gerekli niteliklerden birisi, bu tebliğdir. Kuran’da Efendimize hitaben şöyle buyuruluyor:[16]
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ.
Peygamber tebliğ görevini yapınca sorumluluktan kurtulmuş olur. Tebliğ kendilerine ulaşan kimseler, tebliğ edilen hususları yapmadıkları zaman peygamber sorumlu olmaz. Çünkü o, görevini yapmıştır. Sorumluluk, kendilerine bildirilen hususları yapmayanlara yönelir Bu hususu ifade eden ayet şöyledir:[17]
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيراً وَنَذِيراً وَلاَ تُسْأَلُ عَنْ أَصْحَابِ الْجَحِيمِ.
Ayet, peygamberin görevinin ilerideki müjdeleri ve tehlikeleri, herkese tebliğ etmek olduğunu, bunu yapması halinde görevini yapmış olacağını, bu tebliğ kendilerine ulaşanların, bu tebliğe uymayıp, cehenneme gitmelerinden peygamberin sorumlu olmayacağını bildirmektedir. Gerçi peygamberler de sorgulanacaktır. Nitekim Kuran’da buyuruluyor:[18]
فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ.
Ancak sorular farkı olacaktır. Kendilerine peygamber gönderilmiş olanlara peygamberi nasıl karşıladıkları, peygamberin tebliğ ettiği hususlara uyup uymadıkları sorulacak; peygamberlere de size ne cevap verildi buyurulacaktır.
Efendimiz tebliğ görevini yaparken, Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlatırken baskı yapmaması ve kimseyi zorlaması Kuran’da kendisine bildirilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ. لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِر. [19]
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعاً أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ. [20]
Evet peygamber insanların iman etmelerini ve kendisine uymalarını ister, çünkü bunun için gönderilmiştir. Ancak baskı yapmaz ve kullanmaz. Bunun en güzel örneği Efendimizin amcası Ebu Talip’tir. Efendimiz, amcası Ebu Talib’in iman etmesini çok istiyordu. Çünkü Ebu Talip, Efendimizi bir baba şefkatiyle büyütmüştü. Ebu Talip onu kendi çocuklarından daha çok severdi. Kureyş’in düşmanlıklarından onu korumuş, ölümle tehdit edildiği halde Efendimizi düşmanlarına teslim etmemiş, bunu bir defa olsun hatırından bile geçirmemişti. Her vesile ile Efendimiz bu biricik amcasının inanması için kendisine telkinlerde bulunurdu. Ebu Talip rahatsızlanmıştı. Hastalığı ağırlaşınca Efendimiz ziyaretine gelmişti. Yanında Kureyş ileri gelenlerinden Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebu Ümeyye vardı. Efendimiz:
-Amca, La İlahe İllallah de ki Allah katında sana şehadet ve şefaat edebileyim, buyurdu. Ebu Cehil ve Abdullah b. Ümeyye hemen söze karışarak:
-Ey Ebu Talip! Abdülmuttalip milletinden yüz mü çevireceksin? dediler. Efendimizin amcasının müslüman olmasını sağlayacak mübarek kelimeyi söylemesine engel oldular. Efendimiz onların bu sözüne aldırmadan amcasına bu kelimeyi söylemesini telkine devam etti. Onlar da durmadan sözlerini tekrar ederek Ebu Talib’in iman etmesine engel olmaya çalıştılar. Nihayet Ebu Talip son söz olarak:
-Ben Abdülmuttalip milleti üzereyim, dedi ve o mübarek kelimeyi söyleyemeden öldü. Efendimiz amcasının hidayete ulaşmasını sağlayamadığı için üzüldü.
Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:[21]
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ.
Ayet, hidayeti ancak Allah’ın vereceğini, bu yetkinin başka hiç kimsede olmadığını bildirmiştir. Hidayete çağırma görevi Peygamberlerin, ama hidayete ulaştırma yetkisi Allah’ındır, Nitekim buyuruluyor:[22]
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحاً مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُوراً نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ.
II. Tebliğ:
Peygamberlerin ikinci görevi, insanlara duyurmak üzere kendisine inen ayetleri açıklamaktır. Nitekim Kuran’da buyuruluyor:[23]
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ...
Kuran ayetlerini bize tebliğ eden Efendimizdir. Onun, Kuran ayetleri ile ilgili yaptığı açıklamaları bir başkasının açıklamalarla karıştırmamalıdır. Çünkü Allah ona böyle bir yetki verdiğini bu ayette bildirmektedir. Bunun iyi anlaşılabilmesi için bir iki örnek vermek yararlı olacaktır. Kuran’da şöyle buyuruluyor:[24]
وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُوا لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ.
Allah bu ayette, Salati ikaıne edin, buyuruyor. Salat kelimesinin sözlük anlamı duadır. Peygambere salat ve selam olsun, dediğimiz zaman bunu anlarız. Salatın dindeki anlamı ise; tekbir getirilerek başlanılan iki, üç veya dört rekatta bir selam verilerek tamamlanan, belli hareket, okuyuş, dua, tekbir ve tesbihlerden ibaret bir ameldir. Namaz adı verdiğimiz bu ibadetin yapılış şekli Kuran’da bildirilmemektedir. Her ne kadar Kuran okumaktan, Allah’ı anmaktan, rüku ve secde etmekten, tesbih ve tekbirden Kuran’da söz ediliyor ise de, bunların düzenli bir şekilde nasıl yapılacağı; hangi namazların iki, üç veya dört rekat olacağı ve diğer hususlar Kuran’da yer almamaktadır. Bütün bunları yaparak açıklayan ve:
-Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız öyle kılınız,[25] buyuran Efendimizdir. Çünkü bu görev kendisine verilmiştir.
Yine ayette, zekat verin buyuruluyor. Zekatın verileceği yerler ise başka bir ayette bildiriliyor ise de, hangi mallardan ne miktar verileceği açıklanmıyor. Bu detaylar Efendimiz tarafından açıklanmış ve onun tarafından öğretilmiştir. Diğer ibadetlerde de durum böyledir.
İşte Efendimiz kendisine inen ayetleri açıklar ve nasıl anlaşılması ve hayata geçirilmesi gerektiğini öğretirdi. Çünkü onun görevlerinden birisi bu idi. Bundan şunu anlamamız gerekiyor: Efendimizin Kuran ayetleri ile ilgili açıklamalarını ve sünnetini göz ardı edemeyiz. Kuran bize yeter, başka bir şeye ihtiyacımız yoktur sözü bir değer taşımaz. Çünkü Kuran Peygamberi örnek almamızı, ona uymamızı ve Allah’a itaat yanında ona da itaat etmemizi emrediyor. Sözü uzatmamak için bu konuda şu ayetleri nakletmek yeterli olacaktır.
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ. [26]
مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظاً. [27]
Bu konuda daha pek çok ayet vardır. Bunların hepsini nakletmek vakti uzatır. Bu iki ayet bu konuda her şeyi ifade ediyor.
Değerli Müminler! Efendimizden itibaren günümüze kadar gerek Efendimizin arkadaşları ve gerekse İslam alimleri Efendimizi Kuran’a uyarak örnek almışlar ve onun sünnetine sımsıkı sarılmışlardır. Onun sünnetini Kuran’dan ayrı düşünmek yanlış olur. Kuran’ı tebliğ eden o. Kuran’a aykırı bir beyanda bulunmasını düşünmek mümkün değildir. Ancak sünnetin sabit olması yeterlidir.
Konuşmamızı Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadisle tamamlayalım:
Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir.[28]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Al-i İmran, 3/164.
[2] Enam, 6/124.
[3] İsra, 17/15.
[4] Nisa, 4/165.
[5] Taha, 20/134.
[6] Kehf, 18/110; Fussilet, 41/6.
[7] Alusi Tefsiri, 6, 37. (Ayet, 4/172)
[8] Maide, 5/166, 117.
[9] Maide, 5/72.
[10] Al-i İmran, 3/161.
[11] Şuara, 26/107.
[12] Nisa, 4/164; Mümin, 40/78.
[13] Sebe, 34/28.
[14] Bakara, 2/253.
[15] Bakara, 2/285.
[16] Maide, 5/67.
[17] Bakara, 2/119.
[18] Araf, 7/6.
[19] Ğaşiye, 88/21-22.
[20] Yunus, 10/99.
[21] Kasas, 28/56.
[22] Şura, 42/52.
[23] Nahl, 16/44.
[24] Bakara, 2/110.
[25] Buhari, Ezan, 18.
[26] Al-i İmran, 3/31.
[27] Nisa, 4/80.
[28] Buhari, Cihat, 109; Müslim, İmare, 8.
Lütfi Şentürk.