* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: TEVEKKÜL VE KADER  (Okunma sayısı 587 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
TEVEKKÜL VE KADER
« : Aralık 15, 2020, 08:05:59 ÖÖ »
TEVEKKÜL VE KADER

Bugünkü sohbetimizde tevekkül ve kaderden söz etmek istiyorum.

I. TEVEKKÜL

Tevekkül, insanın her işinde Allah'a güvenmesi ve Ona dayanmasıdır. Bu inanç insana güç verir, kuvvet verir.

Allah'a tevekkül müminin niteliklerindendir. Nitekim Kuran’da:[1]

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ.

İbn Abbas'ın rivayetine göre, Efendimiz, kendisine Peygamberlere uyanların gösterildiğini, en kalabalığın kendisine uyanlar olduğunu, bunlardan yetmiş bin kişinin hesap vermeden ve azap görmeden cennete gireceğinin bildirildiğini, söylemiş ve bunların kimler olduğunu açıklamadan sözünü tamamlayarak kalkıp evine girmiştir. Halk, hesapsız ve azapsız cennete girecek bu yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında yorum yapmaya başlamışlar. Bazıları:

-Bunlar Efendimizin sohbetinde bulunma şerefi ile şereflenmiş kimseler olsa gerek, dediler. Bazıları ise:

-Bunlar İslam geldikten sonra doğmuş, Allah'a ortak koşmamış kimseler olsa gerek, dediler. Bir çok şeyler söylediler. Bu esnada Efendimiz bunların yanına geldi ve:

-Ne hakkında konuşuyorsunuz? dedi.       

-Hesapsız ve azapsız cennete girecekler hakkında konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Efendimiz:

-Bunlar büyü yapmazlar, yaptırmak da istemezler; teşe'üm etmezler (uğursuz saymazlar) ve ancak Rablerine tevekkül ederler, buyurdu.[2]

Değerli Müminler! Görülüyor ki, mümin, kendisini yaratan ve yaşatana güvenecek ve Ona bağlanacaktır. Ölmeyen, sarsılmayan, sonsuz kudret ve güç sahibi olan ancak Odur. Ondan başka her şey fanidir ve yok olacaktır.

Ancak her şeyde olduğu gibi tevekkül konusunda da örnek alınacak yine Efendimizdir. Kuran, Efendimize her zaman Allah'a güvenmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor:[3]

فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ.

Ayet, önce istişare yapıldıktan ve gerekli tedbirler alındıktan sonra karar verilince, artık Allah'a güvenip dayanılmasını emrediyor.

Tevekkül demek, görevi Allah'a havale etmek değil, kul kendisine düşeni yaptıktan sonra sonucu yani kararı Allah'a bırakmak ve Ona güvenmektir. Bir çokları bu konuyu yanlış anlıyorlar, tevekkülü, görevi terk etmek sanıyorlar. Yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah'a havale edip, emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek istiyorlar. Bu ise Allah'a tevekkül ve güvenmek değil, Onun emrine güvensizliktir, tevekkülsüzlüktür.

Hz. Musa aldığı emirle İsrail oğullarına kutsal topraklara girmelerini emrettiği zaman onlar, bu teklifi kabul etmemişlerdi. Olay Kuran’da şu şekilde anlatılmaktadır:[4]

يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ. قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّ فِيهَا قَوْماً جَبَّارِينَ وَإِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا حَتَّىَ يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِن يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِنَّا دَاخِلُونَ. قَالَ رَجُلاَنِ مِنَ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُواْ عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُواْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ. قَالُواْ يَا مُوسَى إِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا أَبَداً مَّا دَامُواْ فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ.

Tevekküle en güzel örnek çiftçidir. O vaktinde usulüne göre tarlasını eker, sonrasını Allah'a bırakır. Böyle yaptığı, yani görevini yerine getirdiği takdirde Allah o kimseyi rızıklandırır. Efendimiz bu konuda kuşları örnek veriyor ve şöyle buyuruyor:[5]

لو انكم كنتم تَوكلون على الله حقَّ توكله لرُزقتم كما يُرزقون الطير تَغْدو خِماصا وتَروح بطانا.

Dikkat edilirse, tevekkül eden kimsenin önce kendisine düşeni yapması ve çalışması, sonra da Allah'a tevekkül etmesi gerekmektedir. Çünkü yatarken kuşların rızıkları ayaklarına gelmiyor. Karınlarını doyurmak için Allah'ın yarattığı rızkı kendileri arayıp buluyorlar. O halde tevekkül, insanın kendisini ihmal etmesi ve çalışmayı bırakarak, nasıl olsa Allah benim rızkımı verecektir demesi, değildir. Bu konuda şöyle bir hikaye de söylenir:

Vaktiyle medresede okuyan öğrencilerden biri şöyle demiş: Allah Kuran’da:[6] (وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا) buyuruyor. O halde ben rızık için çaba harcamamalıyım, o gelir beni bulur. Yeter ki ben Allah'a tevekkül edeyim, demiş. Arkadaşları, bunun yanlış olduğunu söyleyerek kendisini uyarmaya çalışmışlarsa da, dinlememiş. Her öğün yemek için öğrenciler tabakları ile birlikte sıraya girip yemek alıyorlar. Bu öğrenci sabah çorbası dağıtılırken sıraya girmemiş, nasıl olsa aşçı gelir beni bulur ve yemeğimi verir demiş. Aşçı her zamanki gibi sıraya girenlere yemeği dağıttıktan sonra, başka yemek almayan var mı? diye seslenmiş, cevap alamayınca bırakıp gitmiş. Bu öğrenci aç kalmış. Öğle olunca aşçı gelmiş, yine sıraya girenlere yemeği dağıtmış ve sabah çorbasını dağıtırken yaptığı gibi yine seslenmiş: Yemek almayan var mı? cevap alamayınca tam gitmek üzere iken, odasında yemeğin ayağına gelmesini bekleyen öğrenci, yine aç kalacağını anlayınca, öksürmüş. Bunu duyan aşçı: Ne öksürüyorsun? Yemek istiyorsan tabağını uzat, yemek vereyim, demiş, öğrenci de tabağı ile gelmiş ve yemeğini alıp karnını doyurmuş. Sonra da arkadaşlarına:

-Allah rızkımızı vereceğini bildirmiş, ama öksürmeden de vermiyor, demiş.

Evet, her canlının rızkını Allah veriyor. Ancak kuşlar örneğinde olduğu gibi bu rızkı çalışarak elde etmek de kulun görevi. Kul bu görevini yapmaz da Allah'a tevekkül ettim, O, benim rızkımı verir derse, bunun anlamı, benim görevimi Allah yapsın demek olur ki, yanlış olur ve böyle bir tevekkülü Allah da emretmemiştir.

Efendimizi ziyarete gelen bir bedevi:         -Deveyi bağlayıp da mı yoksa salıverip de mi Allah'a tevekkül edeyim? diye sorunca, Efendimiz:

-Deveni bağla da öyle tevekkül et, buyurmuş[7] ve bedeviye görevini yaptıktan sonra tevekkül etmesini emretmiştir.

Değerli Kardeşlerim! Allah,  her canlının rızkını vereceğini vadetmiştir. Bu rızkın elde edilmesi içinde bir takım sebepler yaratmıştır. Bu sebeplere yapışmak ve Allah'ın takdir ettiği rızkı arayıp bulmak, insanın görevidir. Rızkım varsa nasıl olsa beni bulur ,deyip oturmak sonra da, -Ben Allah'a tevekkül ettim, O, benim rızkımı verecektir, demek yanlıştır. Allah'ın böyle bir adeti yoktur. Allah, rızkını arayana ve çalışana verir. Bakınız ne buyuruyor Allah:[8]

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى.

Bu ayet, insanın çalışmasından başka bir şeyin eline geçmeyeceğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir.

Değerli Kardeşlerim! Kuran’da tedbir ile ilgili ayetlerden bazılarını burada hatırlatmak yararlı olur.

a. Hz. Musa Firavun'un zulüm ve baskılarına dayanamayacak hale gelince, kendisine inananlarla birlikte Mısır'dan ayrılmasına Allah izin vermiş, alacağı tedbir konusunda da kendisine şöyle emretmiştir:[9]

فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلاً إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ.

Peygamber olan Hz.Musa Allah'ın emri ile Mısır'ı terk ettiği halde alacağı tedbir konusunda da Allah tarafından uyarılmıştır.

b. Efendimizin de Mekke'den Medine'ye hicreti için kendisine Allah tarafından izin verildiği halde benzer tedbire başvurduğunu görüyoruz. Medine'ye gidecektir. Medine ise Mekke'nin kuzeyindedir. Ama bir tedbir olmak üzere Efendimiz Medine'ye ters yönde bulunan Sevr dağına geliyor ve burada saklanıyor. Çünkü müşrikler onun Medine'ye gideceğini düşünerek onu, o yönde aramaya koyulacaklardır. İşte Efendimiz bu tavrı ile bize, tedbir almadan Allah'a tevekkül etmenin, Allah'ın emrettiği tevekkül olmayacağını öğretiyor.

c. Efendimizin hayatı incelendiğinde benzer örnekler görülecektir. Hendek savaşında alınan tedbir de bunun bir başka örneğidir. Medine şehrinin etrafına çepeçevre hendek kazıp düşmanın şehre girmesine engel olunmuştur.

d. Konuyla bir başka ayet de şudur:[10]

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ... 

Kuvvet, savaşta düşmana üstünlük sağlayacak her türlü araç ve gereçtir. Bunları hazırlamadan Allah'a tevekkül etmek gerçek tevekkül değil; Allah'ın bize yapın dediklerini, Onun yapmasını istemektir ki, bu yanlıştır.

e. Bir insan her işinde Allah'a güvenirse, Allah ona yardım eder ve onu başarıya ulaştırır. Bunun en güzel örneği Efendimizdir. O, insanları Allah'ı tanımaya ve yalnız Ona ibadet etmeye çağırdığı zaman yalnızdı. İçinde doğup büyüdüğü toplumun ileri gelenleri, söz sahipleri ona karşı idiler. Sadece amcası Ebu Talip onu koruyordu. Fakat o, amcası Ebu Talip'e değil, Allah'a güveniyordu. Nitekim Ebu Talip, Mekke müşriklerinin kendisine Efendimizi himaye etmekten vazgeçmesi hususunda yaptıkları baskıya dayanamaz hale gelmişti. Bunun üzerine Efendimizin bu davadan vazgeçmesini isteyen sözler söylemesi üzerine Efendimiz:

-Amca, vallahi, bu işi bırakmam için bir elime güneşi, diğer elime ayı koysalar, ben yine bu davadan vazgeçmem. Ya, Allah onu bütün cihana yayar, görevim biter, ya da bu yolda ölür giderim, diyerek[11][11] Allah'a olan sonsuz güvenini gösterdi.

f. Efendimiz Allah'a öyle güvenmişti ki, ilk defa kendisine inanan arkadaşlarına bu güvenini şöyle ifade etmişti:

-Allah'a yemin ederim ki, bu din her halde ve muhakkak surette kemale erecektir.[12]

g. Efendimizin sonsuz bir güvenle Allah'a dayandığını gösteren bir başka örnek de şudur: O, Mekke'den Medine'ye olan hicretinde Hz. Ebu Bekir ile birlikte Mekke yakınında. bulunan Sevr mağarasında saklanmıştı. Mekke müşrikleri Efendimizi aramaya koyulmuş ve izini mağaranın başına kadar izlemişlerdi. O kadar yaklaşmışlardı ki, ayaklarının dibine baksalar onu göreceklerdi. Bundan endişeye kapılan Hz. Ebu Bekir:

 -Bizi görecekler, Ey Allah'ın Rasulü, dedi. Efendimiz Allah'a olan güvenini ifade eden bir sesle:( لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنا) buyurdular.[13]

Kuran, mağaradaki bu heyecanlı anlardan söz ederken, Allah'ın onlara nasıl yardım ettiğini anlatır. Şüphesiz ki mağarada onları Allah korumuştur. Yoksa her tarafı didik didik arayan Mekke müşrikleri dağın tepesinde bulunan mağaraya kadar gelmişken içeri girip bakmamaları ne ile açıklanır?

h. Efendimiz Necid savaşından dönerken çok ağaçlı bir vadiye geldiklerinde kuşluk vakti olmuştu. Efendimiz vadiye indi. Askerler ağaçların altında gölgelenmek için dağıldılar. Efendimiz bir Semüre ağacının dalına kılıcı astı ve ağacın altında uyuyakaldı. O esnada bir bedevi durumdan yararlanarak Efendimizin kılıcını almış, kınından çekmiş ve Efendimize hücum etmişti. Efendimiz uyanmış, bedevinin üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi bağırdı:

-Seni şimdi elimden kim kurtarır, dedi. Efendimiz cevap verdi:     

-Allah kurtarır. Bedevi'nin elindeki kılıç yere düşmüştü. Efendimiz hemen kılıcı aldı ve:

-Seni benden kim kurtarır, buyurdu. Bedevi:

-Cezalandıranların hayırlısı ol, dedi. Efendimiz:

-Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahitlik eder misin? buyurdu. Bedevi:

-Hayır, fakat sana karşı savaşmamak ve savaşanlarla beraber olmamak hususunda sizinle anlaşma yaparım dedi. Bunun üzerine Efendimiz onu salıverdi. O da arkadaşlarının yanına geldi ve:

-İnsanların hayırlısının yanından geldim, dedi.[14]

II. KADER         

Değerli Kardeşlerim! Tevekkül gibi kader de, pek çoğumuzun yanlış anladığı konulardan birisidir.

Kader; Allah'ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayların zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesidir. Yani Allah, olmuş ve olacak her ne varsa, onları önceden biliyor, zamanı geldiğinde onlar da Allah'ın bilgi ve takdirine uygun olarak meydana geliyor. İşte buna kader diyoruz ve bu imanın altı esasının birini oluşturuyor.

Konuyu biraz daha açalım: Allah insanları yaratmış, onlara diğer yaratıklardan farklı olarak akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan akıl ve iradesi ile iyi olanı seçecek, kötü olandan sakınacaktır. İnsanın bu iyiyi seçme ve kötüden sakınma gücüne irade-i cüz'iyye diyoruz. Bu gücümüzü kullanarak, iyi, kötü, faydalı ve zararlı olandan hangisini seçersek Allah da onu isteğimize uygun olarak yaratır. Seçtiğimiz şey iyi ise, sevap kazanırız, kötü ise, günah işlemiş oluruz. Ancak irademizin dışında meydana gelen olaylarda sorumluluğumuz olmaz.

Kader bu olunca, günah olan bir şeyi kendi isteğimizle yaptıktan sonra onu kadere bağlayıp, Bu bizim alın yazımızdır, demek doğru olmaz. Çünkü biz irademizi kullanarak o günah olan şeyi yapmayabilirdik de. Kader, bir işi yapmaya bizi zorlamaz, o takdirde sorumluluğun anlamı kalmaz.

Kaderi daha iyi anlamamız için şu örneğe dikkat edelim: Bir astronomi uzmanı, yaptığı hesap sonucu, güneşin tutulacağını tespit eder, tutulacağı zamanı ve nerelerden görülebileceğini önceden haber verir. Günü gelince de güneş, uzmanın haberine uygun olarak tutulur.         Şimdi güneş, bu uzman haber verdiği için mi tutulmuş, yoksa güneş, yapılan hesap sonucu tutulacağı için mi uzman bunu önceden haber vermiş? Başka bir ifade ile uzmanın, güneşin tutulacağını bildirmesi mi güneşin tutulmasına sebep olmuş, yoksa güneşin tutulacağı mı uzmanın önceden bunu bildirmesine sebep olmuştur? Elbette güneşin tutulacağı uzmanın bunu tespit edip haber vermesine sebep olmuştur. Yoksa uzman, bunu haber verdiği için tutulmuş değildir.

İşte bizim yapacağımız iyi ve kötü işleri de Allah 'nın önceden bilip takdir etmesi de bunun gibidir. Yani biz, kendi isteğimizle yaptığımız işleri Allah önceden ezeli ilmi ile bilip takdir ediyor. Yoksa O, bildiği ve takdir ettiği için biz onları yapmak zorunda kalmıyoruz.

Şimdi bunu ayeti kerime ile açıklayalım. Allah buyuruyor ki:[15]

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ...

Bu cehennem için yaratıldıkları bildirilen kimseler, kendi iradeleri ile yapacakları fena işler ve kötü davranışlar sebebiyle cehennemi hak edecekleri hesaba katılmadan ve dikkate alınmadan cehennemlik olmuş değillerdir. Onlar yaratılırken herkes gibi günahsız olarak dünyaya gelmişler, cehennem damgalı olarak doğmamışlardır. Allah ezeli ilmi ile bunların ilerde doğup büyüdüklerinde kendi hür iradeleri ile yükümlülüklerini yerine getirmeyeceklerini, görevlerini yapmayacaklarını, heva ve heveslerine uyacaklarını ve bu sebeple cehenneme gideceklerini biliyor ve bunu haber veriyor. Yoksa onları cehenneme girsinler diye yaratmış değildir. Zaten ayetin devamında buyuruluyor ki:

لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ.

İşte böyle olan kimselerin gidecekleri yer, ancak cehennemdir.

Kaderi böyle anlamayacak olursak o takdirde kendi iradeleri ile adam öldüren, hırsızlık ve haksızlık yapan kimselerin, alın yazısı olan bu davranışları sebebiyle sorumlu olmamaları lazım gelir ki, böyle değildir ve esasen kaderi böyle anlamak yanlıştır.

Nitekim Hz. Ömer halife iken Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere geldiğinde onu Şam'da bulunan ordu komutanları karşılamışlar ve Şam'da veba hastalığı çıktığını kendisine haber vermişlerdi. Hz. Ömer, bir tedbir olmak üzere veba hastalığının çıktığı yere girmemeyi kararlaştırmış ve geri döneceğini söylemişti. Bunun üzerine komutanlardan Ebu Ubeyde:

-Ey Halife, böyle Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsunuz? (Allah ölümünüzü bu hastalıktan takdir etmiş ise ölürsünüz, takdir etmemiş ise size bir şey olmaz) dedi. Hz. Ömer:

-Bunu senden başkası söylemeli idi Ey Eba Ubeyde, dedi ve şöyle devam etti:

-Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyorum, (hakkımızdaki takdiri bilmediğim için tedbir alıyorum). Sonra da şu çarpıcı örneği verdi:

-Senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler. Vadilerden biri verimli, diğeri çorak olsa. Sen de verimli yerde develerini otlatsan, Allah'ın takdiri ile otlatmış, çorak yerde otlatsan da yine Allah'ın kaderi ile otlatmış olmaz mıydın? Dedi ve kaderin nasıl anlaşılması lazım geldiğini açıkladı.[16]

Kaldı ki Efendimiz de şöyle buyurmuştur:[17]

إذا سمعتم به بعرضٍ فلا تَقدموا عليه وإذا وقع بارض وانتم بها فلا تَخرجوا فرارا منه. 

İşte kaderi, Hz. Ömer'in anladığı gibi anlamalıyız. Çünkü biz, akıl ve irade sahibiyiz. Aklımızı ve irademizi kullanarak yaptığımız işlerden sorumluyuz. Bunların önceden Allah tarafından bilinip takdir edilmesi, bizim irademizi etkilemez. Zira kader; Allah'ın, şu işi yapsınlar, yapmak zorundadırlar demesi değil, onlar şu işleri yapacaklardır demesidir. Aksi takdirde iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark kalmaz ki; öyle değildir. İyilik yapanlar, görevlerini yerine getirenler, ödüllendirilecek; kötülük yapanlar ve görevlerini ihmal edenler ise cezalandırılacaktır.         

İşte Değerli Kardeşlerim! Tevekkül ve kader budur. Özetlemek gerekirse tevekkül; bize düşeni yaptıktan sonra, sonucu Allah'a havale etmektir. Kader ise; bizim yaptıklarımızı Cenab-ı Hakk'ın önceden bilip takdir buyurması ve zamanı gelince de Allah'ın takdirine uygun olarak meydana gelmesidir.

Tevekkül ve Kaderi Yanlış Anlamanın Zararları

Tevekkül ve kaderi yanlış anlamak, insanı tembelliğe, hareketsizliğe ve başkasına yük olmaya sevk eder. Allah'a tevekkül ettim, alın yazım ne ise, o başıma gelecektir deyip çalışmaz, görevini ihmal eder ve tehlikelere karşı tedbir almaz, bu yüzden başına bir felaket gelirse veya bir zarara uğrarsa, bunu alın yazısı olarak ifade etmeye kalkar. Kendi ihmalini ve dikkatsizliğini hiç düşünmez. Mesela arabasının bakımını yapmadan veya sarhoş olarak direksiyona geçen veya trafik kurallarına uymayan kimse bir kaza yapacak olursa buna, Allah'ın takdiri diyecektir. Elbette bu Allah'ın takdiridir, ama; bu, insanı sorumluluktan kurtarmaz. İnsan tedbir almadığı ve trafik kurallarına uymadığı için sorumlu olur. Bunu kadere havale edip sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir.

Allah'a tevekkül edip O, benim rızkımı verecektir, diyerek çalışmayı bırakan kimse ya aç kalır veya başkasına yük olur. Bunu da tevekkül ile ifade etmesi yanlış olur. Çünkü az önce de ifade ettiğimiz gibi, insan için ancak çalışması vardır. İnsan çalışacak ve Allah'ın kendisine takdir ettiği rızkı arayıp bulacaktır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Enfal, 8/2.

[2] Buhari, Tıp, 17; Müslim, İman, 94.

[3] Al-i İmran, 3/159.

[4] Maide, 5/21-24.

[5] Tirmizi, Zühd, 33.

[6] Hud, 11/6.

[7] Tirmizi, Kıyame, 60.

[8] Necm, 53/39.

[9] Duhan, 44/23.

[10] Enfal, 8/60.

[11] İbn-i Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3,48.

[12] Buhari, Menakıb-ı Ensar, 29.

[13] Tevbe, 9/40.

[14] Buhari, Meğazi, 31; Müslim, Kitabu Salati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 57.

[15] Araf, 7/179.

[16] Buhari, Hac, 34; Müslim, Hac, 23.

[17] Müslim, Selam, 32.



 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]