Hakk’ın Rızasını Halkın İçinde Aramak
Geçen geçti, gelecek gelmeyi bekliyor. Yarının nefesini bu gün alamıyoruz, bu günün nefesini de yarın alamayız.
Her zamanın, her saniyenin gıdası, nefesi, sorumluluğu, nimeti o zamana ve mekâna aittir.
Bugünün yemeğini, suyunu, nefesini yarına bırakmadığınız gibi Rabbimize karşı görevlerimizle, insanlara karşı görevlerimizi de yarına bırakmayalım.
Bugün 2021, 1’inci ay ve 1’inci gün.
Geçen her gün, bu hayatta senelerimizin sayısını bereketlendirdiği gibi, Rabbimize, insanlara ve tabiata karşı görevlerimizi yerine getirmede gece ve gündüz bize yardımcı ve hatırlatıcı olmaktadır.
Güneş ve ay, yüzümüze gülerek, “Gidiyorsun” diyor ve bizim ömür takvimimizden bir yaprak düşüyor.
Bizi bu dünyaya ana rahmi yoluyla getiren Rabbimize doğru gidiyoruz.
Onun için ben, öleceğim korkusunu hiç yaşamadım.
Rabbimizin huzuruna eli boş gitmek, beni çok endişelendiriyor.
Sevdiklerimin vefatı ise üzüyor.
Acaba bu durumum, dinen yanlış mı diye düşündüğüm zamanlarda Sevgili Peygamberimizin, oğlu İbrahim, çocuk yaşta öldüğünde Sevgili Peygamberimiz de ağlamış, Abdürrahman ibni Avf:
“Sen de mi ya Rasülellah” dediğinde, “Avf oğlu, ağlamak, merhamet (nişanesidir), sonra onu bir başka damla izler. Göz yaşarır, kalp üzülür.
Biz, ancak Rabbimizin razı olacağını söyleriz İbrahim, senin ayrılığına biz çok üzülüyoruz” buyurmuş.(Buhari, Sahih, K. Cenaiz, bab 43)
Gözyaşı, bizim insan olduğumuzu gösterir.
Gözyaşı, göz bezlerimizden süzülürken maddi mikropları öldürerek gözü temizler ama asıl gözyaşı, özümüzdeki katılığı yumuşatır, günah kirlerini temizler.
Ölü evinde ağlayan, düğün evinde gülen, halkın içinde Hakk’ın sınırlarını koruyarak, Hakk’ın rızasını halka hizmette görerek, halkın rızasını Hakk’ın rızasında görerek halkın içine dalıp, Rabbimizin:
“Gir kullarımın arasına, gir cennetime” (Fecr süresi ayet 89/29-30) buyurduğu gibi Allah’ın kulları arasında, Allah’ın rızasını aramak, bu dünyada en birinci ve en önemli işimizdir.
Böyle diyoruz ama bu dünyada bir zerre dahi yaratamayan, elini, dilini, kanını, canını, kalbini, kalıbını yaratma ve yönetmede kendisinin bile katkısı olmadığını, hiçbir şahıs veya devletin bir katkısı olmadan nefes alıp verdiğini ve bunları bir verenin olması gerek diye düşünmeyen ateist biri çıkıyor Firavun dönemi insanlarının, Hazreti Musa’ya:
“Hani; ‘Ey Musa! Biz Allah’ı apaçık şekilde görmeden sana inanmayız’ demiştiniz de, siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti” (Bakara süresi ayet 2/55) dedikleri gibi, “Laboratuarda görmediğime inanmam” diyen ateist profesöre öğrencilerden biri, “Hocam aklınız vücudunuzun neresinde” diye sorar. “Kafada” diye cevap verir.
Öğrenci, “Hocam, kafanızı uzatın mikroskobun altına da aklınız varsa bir görelim” deyince, gözleri belerir ve biraz durduktan sonra, “Yeri göğü yaratan, yeryüzünü çiçeklerle, gökyüzünü yıldızlarla donatan, en büyük olan, gözümüz ve aklımızın sınırlarına sığmayan, laboratuara nasıl sığsın” der ve yanlışını düzeltir.
Mahmut Toptaş.