Yeryüzünde Harcanacak Adam Yoktur
“Hasta adama, uykusuza, aç adama dokunma” derler.
Bunların üçünde de kişinin kaybettiği bir şey var ve o şey, kişinin sinir sistemlerini germiştir ve patlamak üzeredir.
Patladığında da en yakınlarına patlar.
Onlardan bir şey beklemektedir ve beklediği gelmemiştir, olmamıştır veya onlardan beklemediği bir tepki gelmiştir ve en yakınından ve de beklemediğinden geldiği için ona da patlar.
Bu türden insanlarımızın yaptığını hoş görmemekle beraber onu hepimiz birden horlamayalım.
Gökyüzündeki bulutları izlerken dikkat ederseniz, alttaki bulutlar bir yöne giderken üsttekiler onun karşıtı olan yöne giderler.
İstanbul Boğazı’nın suları alttan Karadeniz’e akarken, üstten Marmara’ya akarlar.
İki suyun veya iki rüzgârın arasında kalmak en tehlikelisidir.
Aydınlarımızın, aileden gelen İslam havasıyla okuldan esen Batı rüzgârı arasında kalanlarından bazıları iki tarafın da bazı direklerine tutunmuşlar ve ne tarafa döneceklerine karar verememişler.
Bizim çocukluğumuzda gazete köşelerinde yazıya başlarlarken, “Ben Paris’te iken…” diye başlarlardı.
Bugünlerde konuşmasına veya yazısına böyle başlayan yoktur.
Çünkü yüz bininin üzerinde insanımız yalnız Paris şehrinde yaşamaktadır ve milyonlarca insanımız Paris’i görmüştür.
“Ben Paris’teyken”den vazgeçtiler, “Marks dedi ki” veya “Albert Camus buyurdu ki” gibi yazılara geçtiler.
1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov’un Glasnost ve Prestrokya/açıklık ve yeniden yapılandırma hareketiyle komünizmin iflasını isteyince yıkılıp kaldılar.
Hatta Rusya’da, “Komünizm ölmedi ölmeyecek” diye slogan atanlara o günlerde, “Komünistler Ankara’ya” diye bağırdıkları yazıldı çizildi.
İflas etmiş insanlara da söz söylenmez, şaka yapılmaz. Yorgun ve uykusuz adam gibidirler.
Ülkemizdeki bazı aydınlarımızın bir kısmı da iflas durumundalar.
Devlet arpalığındaki imkânlar kesilmiş olabilir. Eski havanın getirdiği rüzgârla hem maddi hem itibar kazanması sona ermiş olabilir.
Güzelliği gitmiştir, magazinciler peşinden koşturmamaktadır ve onun da gündemde kalabilmesi için birilerine saldırması gerektiğine inanmıştır ve gündeme gelmiştir.
Bu tür insanlara ben acırım. Bunlar sıradan insanlar değiller.
Söylediklerine bakmadan, söylediklerini hastalığına, iflasına, arpasızlığına verivermeli ve bad-ı saba rüzgârı gibi esmeli ve Kâbe’ye döndürecek şekilde onları da kuşatmalı.
İlk yapılacak olan, onları inkâr fırtınasından kurtarmalı.
Kelime-i Tevhidimizde önce, “La ilahe” dedikten sonra, “İllallah” diyoruz.
Önce hiçbir yaratığın bir diğerini yaratma, yaşatma ve yönetme yetkisinin olmadığını söyledikten sonra, “İllallah/Yaratan, yaşatan ve yöneten yalnız Allah’tır” kelamında olduğu gibi önce kapılıp gitmekte olduğu inkâr fırtınasından kurtarılmalı.
Ben ikisini de idare ederim mantıksızlığından da kurtarılmalı.
Sevgili Peygamberimiz, Mekke halkına dikkatle baktığında Ebu Cehil ile Hattap oğlu Ömer’in Müslüman olması için Allaha dua ettiği gibi kendisi de çok çalışmıştır.
Çünkü bu iki insan sıradan değiller.
Hattap oğlu Ömer Müslüman olmuş ve İran’ın ateşe tapanlarını ateşi de yaratana yöneltmiştir.
Kudüs’te üç tanrıya inananlarla, “Allah, yalnız Yahudilerin Allah’ıdır” diyenlerin inkâr fırtınasından kurtarmak için Kudüs’ü fethetmiş ve bütün insanları yaratan, yaşatan ve yönetene götüren İslami havayı estirmiş.
İnkâr fırtınasına kapılarak bize laf atanları hasta kabul ediniz. Bizim de birçok hastalıklarımız vardır. Birbirimize yardım elimizi uzatacağız ve herkesle beraber bu sıradan olmayan insanları da ele alarak iki elin birbirine sürtünmesiyle iki elin de kiri gittiği gibi inkâr hastalığı olanlarla da temas kurarak temizlenmesine sebep olarak temizleneceğimizi bilelim.
Canı çıkmayanda, umut vardır.
Mahmut Toptaş.