Özü Güzel Sözü güzel Muhammed
Hicri takvime göre 1456 yıl, miladi takvime göre 1411 yıl önce Sevgili Peygamberimiz,
“Adı güzel, kendi güzel Muhammed” aleyhisselam, bir Pazartesi günü dünyamızı teşrif buyurmuşlar.
Fanilere sarılanlar fena olmuş,
Sağlığında adı sanı kaybolmuş.
Baki olan Rabbin kelamına sarılan Hazreti Muhammed’in ümmeti 1456 yıldır hep artmış.
Bu günlerde iki milyarı aşmış ve dünyanın seyrini izleyen araştırma merkezleri, “Yükselen değerin İslam olduğunu” rapor etmişler.
Sevgili Peygamberimiz, dünyamızı, kabrimizi, ahiretimizi aydınlatan “Siracı Müniri”miz,
“Adı güzel, kendi güzel Muhammed”
Aslı güzel, nesli güzel Muhammed
Özü güzel, sözü güzel Muhammed
Cihana Rahmani nurlar saçan Muhammed
İlmini “Allamü’l-Ğuyub”dan alan
Gönülleri ayet ayet dokuyan
Ufukları karartan tağutları yıkan
Endamı güzel, evsafı güzel Muhammed
Ayetler onda amel/eylem görünür
Tavırları örnekliğe bürünür
Tağutların tahtı yerde sürünür
Huyu güzel, soyu güzel Muhammed
Sohbetinden “Ashaba” yükselenlere
Batıl yollardan Hakk’a at koşturanlara
Hak ile batılı zail/yok edenlere
Önder olan, örnek olan Muhammed
Sohbetinde okunurdu ayetler
Gül açardı, nur saçardı suretler
Meşk olurdu, aydınlanırdı yüzler
Aşkı güzel, meşkı güzel Muhammed
Ziyafetiyle cimrileri cömert eyleyen
Rivayetiyle cömertlere cennet vadeden
Riayetiyle, himayesiyle insanlığı gözeten
Yolu güzel, hali güzel Muhammed
Diller seni dillendiremez
Güller seni güzelleyemez
Dilleri de gülleri de Yaratan’ın
”Rahmeten lil âlemin” dediği Muhammed
Bülbülün sesi güle bakınca güzel
Hal ü dilimiz seni duyunca güzel
Şerefimiz, Sana uyunca özel
Eşref-i mahlukatsın Muhammed
Fahr-i cihansın, şanımızın madenisin
Sana ümmet olunca biz yüceldi şanımız
“Hayra’ümmetin” dedi bize Rabbimiz
Mefhar-i mahlukatsın Muhammed
Arzu-sema arz olunca ol Rasülü ümmiye
Yeryüzü mescid kılındı ümmet-i Muhammed’e
Zor zamanda, bol zamanda sarsılmadın sen
Cefasında, sefasında vefalısın Muhammed
Âlemlere rahmet
Hazreti Muhammed
Allah’ın sevgili elçisi
İnsanların öncüsü
Peygamberlerin sonuncusu
İnsanlara ayetler okuyan,
Onları şirkten, isyandan koruyan,
Kitabı ve hikmeti öğreten,
İnsanlığın esaret zincirlerini kaldıran
Yüklerini hafifleten
Müminleri kendilerinden daha fazla seven
Kendisine uyan müminlere kanat geren
Gariplerin sığınağı
Yetimlerin koruyucusu.
Örneğimiz ve önderimiz.
İyi, güzel ve temiz şeyleri helal kılan,
Pis, kötü ve zararlı şeyleri haram kılan
Büyük bir ahlaka sahip olan
Yumuşak kalpli, güler güzlü, tatlı dilli.
Allah’ın rahmeti, meleklerin istiğfarı, müminlerin duası üzerinde olan. İsa aleyhisselamın dilinde ve Kur’an’da adı Ahmed
Tevrat ve İncil’de haber verilen,
İyilikleri emredip kötülüklerden alıkoyan,
Eğitimini Allah ve Cebrail’den alan,
Bize, Allah’ın ayetlerini okuyan,
Bize kitabı ve hikmeti öğreten.
Hevasından konuşmayan,
Vahyi, eksiksiz ve fazlasız ulaştıran,
Âlemlere rahmet, bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olan,
Bu hizmetinin karşılığında ücret istemeyen,
Kazancını ailesi, fakirler ve şehre gelen müsafirlere harcayan, Vârislerine para ve emlak bırakmayan, Sabırlı, azimli, mütevekkil, vefalı,
Allah’a davet eden,
İnsanlığın gönlünü ve yolunu aydınlatan,
Âlemlere rahmet, Hazreti Muhammed.
Allahümme salli Muhammed.
Allah-u Teâlâ, şeytanın çocukları kâfir, müşrik, münafık ve zâlimlerin cezalarının bir kısmını ahiret gününe ertelemekte, bir kısmının cezasını dünyada vermektedir.
İsyanda, zulümde, kötülükte şeytanı fersah fersah geçmiş insanoğlunun yaptığı bütün bu kötülükler karşısında Allah-u Teâlâ’nın mühlet vermesinin birkaç sebebi vardır. Bunlardan birisi insana verilen özgür iradeye müdahale etmemek, iyi ya da kötüyü tercihine fırsat tanımaktır. İkincisi, mühlet verilerek tövbe kapısı ölünceye kadar açık tutulmuştur. Mühlet verilmesinin başka bir sebebi ise günahlarının artması ve cezalarının daha ağır olması içindir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de: “Bir de kâfirler, kendilerine mühlet verişimizi, sakın kendileri için hayır sanmasınlar. Biz onlara sırf günahlarını artırsınlar diye mühlet veriyoruz. Onlara, aşağılayıcı bir azap vardır” (Al-i İmran, 178) ayetinde belirtilmektedir.
Şeytanın çocuklarının kendilerine verilen mühlet sonunda yakalanıp cezalandırılacağı, başlarına gelecek cezadan kaçamayacakları aşikârdır. Kendi ölümünü durduramayan, hastalığına engel olamayan, malının bitip tükenmesini engelleyemeyen aciz bir insanın elbette kaçınılmaz sona karşı yapacağı hiçbir şey yoktur. Ellerindeki sınırlı ve geçici güçlerine güvenerek Allah’a savaş açan şeytanın çocukları “Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi beylik laflar edebilir, fıtratı bozmak için her türlü yolu deneyebilir ancak cezadan asla kaçamaz. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Yemin olsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi.
Ben de o küfredenlere biraz mühlet verdim. Sonra onları azapla yakaladım. Benim azabım nasıl (dehşetliymiş görsünler!)” (Ra’d, 32)
Akılda tutulması gereken başka bir husus da kötülük işleyenlerin cezası hemen verilmiş olsaydı yeryüzünde yaşayan canlı kalmazdı. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Eğer Allah, insanları, yaptıkları günah yüzünden hemen yakalayıp hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları muayyen bir vakte kadar geciktirir. Nihayet ecelleri gelince muhakkak Allah kullarını amellerine göre cezalandırır.” (Fâtır, 45)
Allah-u Teâlâ’nın insanlara verdiği mühlet mutlak değildir. Bazen kötülüklerin cezası dünyada verilir, bazen ahirete bırakılır. Bunun tasarrufu Allah’a aittir. Âd, Semûd ve Lût kavminin cezası hemen verilmiştir. Ancak bazen daha büyük kötülükleri işleyenlerin cezası ahirete bırakılabilmektedir.
Allah-u Teâlâ’nın kötülükler karşısındaki mühlet verme ya da dünyada cezasını bizzat vermesinin yanında kötülükleri düzeltmek için biz Müslümanlara görev verdiği de görülmektedir. Yani dünyada kötülükleri düzeltme görevi esas itibariyle Müslümanların üzerine farzdır. Bundan dolayı 54 Farz’dan birisi “Emr-i bil ma’ruf nehyil anil münker” yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. Bunun için İslâm’da devlet vardır. Bunun için İslâm hukukunda cezalar vardır.
Allah-u Teâlâ “(Ey Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor” (İbrahim, 42) buyurmaktadır. Allah-u Teâlâ istese kötülükleri engeller, zira aciz insanın canı O’nun elindedir ancak zâlimlere mühlet vermekte ve kötülüklerin cezasını ahiret gününe ertelemektedir. Yaşadığımız dünyada kötülüklere dur deme misyonunu Muhammed ümmetine yüklemektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki “(Ey Muhammed ümmeti)! Siz beşeriyet (insanlık) için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah’a imanınızda devam edersiniz…” (Al-i İmran, 110) emri Allah’ın nizamını yeryüzüne hâkim kılmak ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak adaleti tesis için Müslümanlara verilen görevi ifade etmektedir.
Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de kötülükleri Müslümanların eliyle düzeltmek istediğini emrederek, “Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin; onlara karşı size yardım ve zafer nasip etsin ve (baskı ve zulüm altındaki) mü’min toplulukların gönüllerini ferahlatsın” (Tevbe, 14) buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav), “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin (tavır koyun) ki bu durum da imanın asgari gereğidir” (Müslim ve Tirmizi rivayetleri) buyurarak, haksızlıklara karşı Müslümanca tavrı özetlemektedir.
Bizler, Allah-u Teâlâ’nın emrettiği gibi, adalet için çalışmaz, zulme dur demek için sorumluluk almaz, O’na tevekkül etmez, içimizdeki “Mağlubiyet Psikolojisi” ile batıla uşaklık yapmaya devam edersek yani ismimizden başka Müslümanlığımıza şahitlik edecek hiçbir emare kalmazsa, Allah-u Teâlâ’nın bize yüklediği kötülükleri düzeltme misyonunun farkına varmazsak mutlaka kaybedenlerden oluruz.
Mahmut Toptaş.