İBADET ZAMAN İLİŞKİSİ
Müslüman kişi için ibadet, hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Hayatıyla ibadeti iç içe girmiş vaziyette birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Öyle ki farz ibadetlerini aksatmadan ev halkının nafakasını temin etmek ve ibadet edebilmek maksadıyla yapılan dünya işleri dahi, ibadet mahiyetine geçer. Bu da İslam’da ibadet mefhumunun ne kadar şümullü olduğunu göstermektedir.
Müslüman kişi için ibadet, hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Hayatıyla ibadeti iç içe girmiş vaziyette birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Öyle ki farz ibadetlerini aksatmadan ev halkının nafakasını temin etmek ve ibadet edebilmek maksadıyla yapılan dünya işleri dahi, ibadet mahiyetine geçer. Bu da İslam’da ibadet mefhumunun ne kadar şümullü olduğunu göstermektedir.
İbadetine düşkün ve dakik olan kişinin hayatı daima düzenli, disiplinli ve oto kontrol altındadır. Hayatı, mutlu ve bereketli geçtiği gibi işleri de yolunda ve zamanında yapılır. Özellikle beş vakit namaz, ister istemez insana böyle bir melekeyi kazandırır. Günde beş defa ezanın okunması ve beş kere belli vakitler dâhilinde namazların kılınması, buna müdavim kişilerin günlük yaşamını beş parçaya ayırdığı gibi işlerinin de bir düzen içerisinde yürümesini sağlar.
“Muhakkak ki namaz, müminlere belirli vakitlerde kılınmak üzere bir farz olarak yazılmıştır.” (Nisa- 103)
Günlük belli aralıklarla beş vakit namazın ezan ile ilan edilmesi, insanı dakik ve dikkatli olmaya zorlayan güzel bir zaman ayarlamasıdır. Nitekim saatin bulunmadığı veya yaygın olmadığı çağlarda insanlar zamanlarını ezanla ayarlar, çalışmalarını ona göre tanzim ederlerdi. Halen ev kadınlarının çoğu, ev işlerinin zamanını ezan sesiyle hatırlamaktadır.
Şüphesiz Müslümanların ibadetlere endeksli olarak günlük, haftalık, aylık, yıllık ve ömürlük olmak üzere beş türlü zamanlaması vardır. Namaz günlük, cuma haftalık, oruç aylık, zekât yıllık hac da ömürlük zaman planlamasını bize öğretmektedir. Bu suretle insan, dikkatli ve disiplinli bir çalışma hayatı içerisine girer. İslam’da tembellik ve atalet men edilmiş, çalışma ve iş görme kutsi bir görev sayılmıştır. Bazen âdetlerin bile ibadet sayıldığı dikkate alınacak olursa, bu anlayışa sahip olan bir cemaatin ilerlemesi ve yükselmesi kaçınılmazdır.
Avrupalılar sanayide kat ettikleri ilerlemenin, disiplinli bir çalışmanın eseri olduğunu söylemektedirler. Eğer dakik bir zamanlama ile disiplinli ve düzenli çalışma, ilerleme ve yükselme sebebi ise bunun en güzel örneği İslam’da vardır. Vakit nakittir, hatta “vakit nakiti satın alır ama nakit vakiti satın alamaz” anlayışı İslam cemiyetinde mevcuttur. İnsan ömrü çok değerli bir şeydir. Âdetlerin en büyük faydalarından biri de zamanı tanzim edip vaktin ehemmiyetini hatırlatmasıdır. Şafaktan yatsıya kadar belli zamanları kollayan ve bu zamanlardaki işleri görmeye hazırlanan bir kimse, şüphesiz ki pısırık ve uyuşuk değil faal ve cevval olacaktır. Asr Suresinde zamana yemin edilmesi bu bakımdan son derece manidardır.
Kişinin hayatında nizami olması, ruhunun gelişmesi için insanın içinde yaşadığı çevre çok önemlidir. Çünkü her insan, kendi yetiştiği kültür ortamının çocuğudur. Bazen bir insanın ruh yapısı itibarıyla düzenli olmaya açık bulunması, onun düzenli olması için kâfi gelmeyebilir. Onun az da olsa bir terbiyeden geçmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir insanın özünde düzen duygusu olsa bile o duygunun hal, tavır ve hareketlere yansıması bir düzen ortamında büyümesine, görgülü bir aile veya aileler topluluğu içinde düzenli bir yuvada ortaya çıkmasına bağlıdır.
Bir insanın, çocukluk çağından itibaren düzenli bir hayata alıştırılmış olması, gelecekte yükleneceği vazifeleri eksiksiz olarak yerine getirmesi bakımından çok mühimdir. Ailenin, yeme-içme ve yatıp-kalkma hususlarında tatbik ettiği ve uya geldiği bir düzeni varsa ve insan, büyüklerinde bir nizam ve intizam görüyorsa onun hayatı gerek evde ve gerek evin dışında düzenli ve uyumlu olarak sürer gider. Yoksa evden aldığı bir düzensizliği toplum içinde de uğradığı her yere götürüp ve hep bir huzursuzluk kaynağı olması gayet normaldir.
Belli bir yaşta nizam ve intizam şuuruna ermemiş nesiller, ne kadar kabiliyetli olurlarsa olsunlar bütün hayatları boyunca tek-elli, tek-ayaklı gibi yaşarlar. Çok defa bu uyumsuzluk, onların ruh ve kalbine de işleyerek kişilik kaybına sebebiyet verir.
Bir insan, işlerini bir takvime göre ayarlamış ve kendini programlı bir hayata alıştırmışsa, gittiği veya bulunduğu her yerin tertip ve düzeni hususunda da hassas davranır. Mesela, her gün namaz kılan ve ibadetlerini hiç aksatmayan insanın, bir ibadet düzeni var demektir. Bu düzenin mutlaka hayatın diğer alanlarına da yansıması olacaktır. Allah ile münasebetlerini sağlam tutan, zikir ve virtlerini hiç aksatmayan, belli virtlere ayırdığı vaktine sadık kalıp her gün bir müddet Allah’a münacatta bulunarak ve belli bir miktar Kur’an okuyarak gece ve gündüzünü belli kurallar dâhilinde programlayan insanın düzensiz ve rastgele yaşaması düşünülemez. Kalp ve ruh hayatı adına düzenli bir insanın dışa vuran zahiri yanları itibarıyla kendine ters hareket etmesi ve dağınıklığa düşmesi söz konusu olamaz. O insan, ibadetinde her şeyi yerli yerine koyduğu gibi maddi dünyasındaki eşyayı da kendi yerlerine koyar. Tertip, düzen ve ahenk içinde yaşamakta hiçbir zorluk çekmez.
Ama manen bir olgunluğa, düzene ulaşamamış insanın, genel itibariyle maddi dünyada nizam ve intizama alışması zordur. Böyle bir insan, çevresindeki düzenin hep başkaları tarafından sağlanmasını bekler. İş hayatında hep etrafında dört dönen kapı kulları, hizmetçileri ve sekreterleri olmasını ister. Odasını bir başkası gelip temizlesin, masasını silip düzeltsin kompleksine düşer. Sürekli başkalarının iş yapmasını bekleyen bu tembel karakter, kendi ellerini hiçbir şeye dokundurmak ve hiçbir işin ucundan tutmak istemez.
Aslında bu hal ve hareketlerin arkasında büyük bir kibir ve gurur yatmaktadır. Çoğunlukla bu tipler kendini çok daha önemli ve fevkalade işlerin adamı olarak görürler. Mesela; fihrist okuyup kitap telif etme konumunda yüce bir insan olduğunu düşünür, diğer işleri ayak takımı kimselerin yapması gerektiğine inanır ve içine düştüğü ukalalık sebebiyle o türlü şeylere tenezzül etmeyen bir mütekebbir gibi davranır. Dolayısıyla onda düzen duygusu, nizam kabiliyeti gelişip hal ve hareketlerine yansımaz. Neticede yatar kalkar hep bir hizmetçi arar, yatağından doğrulduğu an "Ah keşke biri olsa da şu yatağı-döşeği düzeltse, şu çarşafı-yorganı katlasa! “düşüncesiyle sağa sola bakınır. Bu tür insanların haline denebilecek bir şey varsa o da miskinlik ve pintiliktir.
Oysa bütün âlemlere rahmet ve örnek olarak gönderilen Allah’ın Resulü sallallahu aleyhi vesellem, ellerini suya daldırıp evinin kabını-kaçağını yıkayarak ev işleriyle de meşgul olurdu. Hazret-i Aişe validemizin ifadesiyle: "Allah Resulü, evinde herhangi bir insan gibi davranırdı. Kendi elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder ve ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu." O, bir taraftan savaşa katılıyor, tebliğ vazifesinin gereklerini yerine getiriyor, diğer yandan da çocukların terbiyesi ile meşgul oluyor ve ev işlerinde eşlerine yardım ediyordu. Zira O, bir fıtrat insanıydı ve O`nun bu hareketi asla zillet değildi.
Evet, insanın amel ve davranışlarıyla iç hayatı arasında birbirini destekleyici ve düzenleyici bir münasebet vardır. Davranışlarıyla ruhun emrinde olan talihliler; hep Allah`ın hoşnutluğuna, insanlık ve fazilete doğru yol alırlar. Onların pusulaları daima aynı mihraba işaret eder, hareket ibreleri de hep aynı rotayı gösterir. Onlar, iç âlemleriyle alakalı işlerinde büyük bir titizlikle bütün mükellefiyetlerini yerine getirirken dış âlemleri itibarıyla da nizami ve ahenkle yaşarlar. Âdetiyle, ibadetiyle uyumlu kişilerden olmanız dileğiyle…
Mehmet Şenlik.