Ramazan Ayı ve İnfak
Her Ramazan ayı, biz Müslümanlar için sevinç ve mutluluk ayı olarak gelir. Çünkü bu ay, bütün insanlık için Rahmet, merhamet ve kurtuluş ayıdır. Bütün insanlığı; müjdeleyen, uyaran, [En’am, 6/92,155; A’raf, 7/2] doğru yolu gösteren/hidayet eden, [Bakara, 2/2; Nisâ, 4/175] hakkı, batıldan ayıran, [Bakara, 2/185; Furkân 25/14] insanları karanlıktan/zulumattan, aydınlığa/nura çıkaran [Maide, 5/16; İbrahim, 14/1] Kur’an-ı Kerim bu ayda nazil olmuştur. [Bakara, 2/185] Ayrıca bu ay, “bin aydan hayırlı olan kadir gecesinin” içinde [Kadir, 97/3] bulunduğu bir aydır. Halkın deyimiyle de Ramazan ayı, on bir ayın sultanıdır.
Ancak ne yazık ki uzun yıllardan beri bu ay, bizler için hüzünlü ve sıkıntılı geçmektedir. Bundan önceki yıllarda neredeyse her Ramazan ayı geldiğinde, küresel ve bölgesel işgalci güçler aralarında anlaşmışçasına İslam beldelerine yönelik saldırılarını bu mübarek ayda yoğunlaştırmaktaydılar. Özellikle de Siyonist İsrail, son yıllarda her ramazan ayında, hatta bayramlarda dahi yani Müslümanların en kutsal günlerinde, Mescid-i Aksa’ya ve Filistinli Müslümanlara yönelik insanlık dışı saldırılarını gerçekleştirmekte ve bu saldırılarda binlerce masum insanı katletmekteydi. 2008’deki Dökme Kurşun, 2012’de Bulut Sütunu” Operasyonu ve sonraki yıllarda gerçekleştirdiği insanlık dışı saldırıları unutmak mümkün mü? Amaç, Müslümanları, Müslümanlarca en kutsal sayılan bu günlerde de vurabileceğini göstermekti. Bu ve benzeri saldırılar sadece Filistin’de değil İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilmekteydi. Emperyal ve Siyonist güçler, işbirlikçi yönetimlerle birlikte çeşitli ülkelerde yerel ya da bölgesel işgal ve saldırılarda binlerce masum insanı katletmekte, zenginliklerini talan etmekte ve bu durumu askeri, iktisadi ve siyasi üsleriyle kalıcılaştırmaktaydı. Afganistan, Irak, Mısır, Suriye, Keşmir, Arakan, Yemen ve daha birçok ülkede aynı oyunlar sahnelenmekteydi. Özellikle Mısır’da 2013’de gerçekleştirilen darbeyi ve bu darbeye karşı onurlu direniş sergileyen binlerce Müslümanı yine bir Ramazan ayı olan Ağustos’ta hain işbirlikçi Sisi cuntası tarafından Rabiatul Adeviyye ve Tahrir meydanlarında katledilmemiş miydi? On binlerce Müslüman da zindanlara atılmış kimileri işkencelerde, kimileri de mahkeme salonunda ya da darağaçlarında sallandırılarak katledilmişti. Sisi’yi ve onun destekçileri Netanyahu, Obama’yı, -şimdilerde Trump’ı- Bin Selman, Bin Zayed’ın katliamlarını unutmak mümkün mü?
Afganistan, Irak, Arakan, Suriye, Doğu Türkistan’daki katliamları, Ebu Gureyb cezaevinde, Bagram üssünde ve Guatanamo’daki insanlık dışı işkenceleri unutmadığımız gibi bu yerli işbirlikçilerin katliamlarını da asla unutmayacağız, unutmamalıyız.
Daha önceki ramazan aylarını bu eli kanlı katillerin katliamlarıyla geçirmiştik. Bu sene ise, zenginiyle ve fakiriyle, yöneticisi ve yönetileniyle, genci ve ihtiyarıyla, Müslim’i ve Gayr-ı Müslim’iyle herkesi etkileyen bir salgın hastalıkla yine bir ramazan ayında evlerimizde tutsak bir haldeyiz.
Camilere gidemiyoruz, en zorunlu ihtiyaçlarımız için bile dışarıya çıkamıyoruz, aynı semtteki akrabalarımızı ziyaret edemiyoruz, sıla-i rahmi neredeyse unuttuk, en yakınımız, en sevdiğimiz birileri öldüğünde cenazesine bile katılamıyoruz. Herkes kendi evinde adeta ölümü bekler gibi esir ve tutsak. Bu salgını fırsat bilen kimi yöneticiler ise, virüs sonrasında da insanların hayatını etkileyecek ve onların her anını kontrol edecek kanunlar çıkarıyor, mekanizmalar geliştiriyor. Üzülerek belirtelim ki bu virüs korkusuyla otoriter rejimler kabul görüyor ve anlı şanlı demokratlardan, liberallerden ses bile çıkmıyor. Bu arada Cuma namazları yasaklanıyor, camiler kapatılıyor hatta daha da vahimi belki tarihinde ilk kez Kâbe’nin kapısına kilit vuruluyor, Mescid-i Aksa ise fırsattan istifade ile ziyarete bile izin verilmeyecek tarzda kapatılıyor. Irkça Siyonist yönetim, bütün askeri ve siyasi gücü ile halledemediğini, virüs bahanesiyle çok kolay bir şekilde ‘kapattım’ demek suretiyle Mescid-i Aksa’nın kapılarına kilit vurabiliyor.
Bu Koronavirüs salgını, özellikle de Allah’ın gücünü hesaba katmayan, ilahlık taslayan, ilimi/bilimi ilahlaştıran, fıtrata müdahale ederek Allah ile rekabete kalkışan zavallıların acziyetini, kendilerine vehmettikleri gücü göstermesi açısından önemli olmuştur. Kendilerini çok güçlü gören, ellerindeki imkânlarla her şeyi yapabileceğini düşünen hatta ölümsüzlüğe bile çare aramaya kalkışan, dünyayı bir düğmeye dokunmakla yok edebilecek teknolojik ve kimyasal silah üretebilen bu zavallılara, Allah, Nemrud’a gönderdiği küçücük bir sinek gibi, gözle görülemeyecek bir virüsle hadlerini bildirmiş oluyor. Üstelik bunca zamana rağmen virüsün mahiyetinin bile anlaşılamaması Rabbimizin, bir sineği bile yaratamazlar, onu kendilerinden defedemezler (Hac, 22/73) ayetinin tecellisi olarak gerçekleşmiş olması, insanoğlunun hem güçsüz hem de had bilmez olduğunu göstermektedir. Çünkü Alâ külli şey’in kadir olan sadece ve sadece Allah’tır. (Mülk, 67/1; Zumer, 39/62) İnsanoğlunu hayır ve şerle denemek için imtihan eden (Enbiya, 21/35) Allah’u Teala, geçmiş kavimleri çeşitli şekillerde imtihan ettiği gibi, şimdilerde de bizleri bu virüsle imtihan etmektedir. İmtihanda başarılı olmanın şartı ise, yaratıcımızın koymuş olduğu kurallara, kendisinin istediği şekilde uymaktır; aslolan ise ilahlık taslamamak, bizim gibi yaratılmışların koyduğu kuralları kabul ederek onları Rabbler edinmemektir. (Tevbe, 9/31; Al’i İmran, 3/64) Çünkü zaten yaratılış amacımız sadece ve sadece O’na kulluk etmek/ibadet etmektir. (Zariyat, 51/56)
Ancak, katliamlara, salgın hastalıklara rağmen Ramazan ayı, bu sene de bütün ihtişamıyla gelmiştir. Yine ders verici, kulluk görevlerimizi bizlere hatırlatıcı tarzda bir ana şefkatiyle bizleri kuşatmıştır. Çünkü Allah’ın rahmetinin ve bereketinin en yoğun olduğu aydır, bu ay! Ramazan ayı, ibadettir, rahmettir, mağfirettir, ‘başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş’ ayıdır.
Kur’an ayıdır, bu ay. Çünkü Kur’an bu ayda inmiştir. (Bakara, 2/185) Şirkin egemen olduğu toplumların yeniden Kur’an’la dirilmesi bu ayda başlamıştır. Ramazan ayının diriltici özelliği, bütün insanlığı hidayete ve mutluluğa ulaştırmak için insanlığa gönderilen Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu ay, Kur’an’la arınma, Kur’an’la kuşanma ve Kur’an’la dirilme ayı olarak idrak edilmelidir. Bu da Kur’an’ı çokça okumayla, anlamayla ve hayata aktarmayla ancak mümkün olur. Hayata aktarılmayan, ‘boğazdan aşağıya inmeyen’, kalbe ulaşmayan bir okuma şekli kişiyi diriltmeyeceği gibi arındırmaz da. Okunan Kur’an hayatı değiştirmeli, hayata müdahale etmeli, öncelikleri belirlemelidir. Eğer okuyuş tarzımız, bizleri, münkerden, kötülüklerden ve günahlardan uzaklaştırıyorsa, bizi canlandırıyor ve bize hayat veriyorsa (Enfal, 8/24) bu okumaya devam etmeliyiz. Aksi halde okuma şeklimizi mutlaka düzeltmeliyiz. Bizler, Kur’an’ı, bir hadiste belirtildiği üzere lehimizde şahitlik edecek şekilde okumalıyız. Kısacası Kur’an hayatımızı anlamlandırmalı ve hayatımızın merkezinde olmalıdır. Allah nasıl Kur’an ile, Mekke’yi, Mükerrem; laşe yiyen, kızlarını diri diri gömen, ani baskınlarla insanları köleleştiren, zenginlikleri yağmalayan bedevi insanlardan; ‘Muhacir’, ‘Ensar’dan oluşan ‘Örnek Bir Nesil’ meydana getirmiş ise, bizleri de Kur’an ile elbette canlandıracak ve diri tutacaktır. Ama bunun için Kur’an’ı, Peygamberi bir tarzda yani rahmet ayetleri geldiği zaman isteyen, azap ayetleri geldiği zaman da korkan ve sakınan konumda okumalıyız. Bu da ancak, Kur’an’ı anlayarak okuduğumuz zaman gerçekleşecektir.
O halde bu ayda -ve daha sonraki aylarda da- diri kalmak için ‘Hablullah’ olan Kur’an’a sarılmalıyız. Bunun için de Kur’an’ı çokça okumalıyız; anlamak ve hayatımıza aktarmak için çokça okumalıyız. Çünkü hayatı yönlendirmeyen, hayata müdahale etmeyen Kur’an, mehcur bırakılmış olacaktır. (Furkan, 25/30) Dolayısıyla Kur’an’ı, yüzünden okuyup geçen değil, anlamını ve nasıl uygulanabileceğini ve insanlara nasıl aktarılabileceğini de öğrenecek tarzda okumalıyız. Kur’an’ı bu şekilde okuyan Peygamber’i, Peygamber’i de gereği gibi tanıyan ve anlayan da Kur’an’ı anlamış olur. Çünkü Hz. Peygamber, Hz. Aişe (ra) deyimiyle o yürüyen Kur’an’dı. O halde -her zaman- ilk ve esas önceliğimiz Kur’an’ı anlamak olmalıdır. Bu, ben Müslüman’ın diyen herkesin üzerine düşen bir görevdir, bir mükellefiyettir.
Bu ayda -aslında her ayda- yerine getireceğimiz ibadetlerden birisi de namazdır. Çünkü namazı, daha anlamlı kılan Ramazan ayı, ramazan ayını ise daha anlamlı kılan Kur’an’dır. Onun için namazlarımızı -her zaman olduğu gibi- daha dikkatli ve farkında olarak kılmalıyız. Çünkü bizi diri ve canlı tutacak önemli ibadetlerden birisi de Namazdır. Rabbim Ankebut Suresi’nde ‘Namazın insanı her türlü münker ve fahşadan alıkoyacağını’ (Ankebut, 29/45) belirtmektedir. Namaz vakitleri, Rabbimizle -monolog değil- diyaloga girdiğimiz vakitlerdir; bir şeyler istediğimiz ya da bir şeylerden korunmamız için yalvardığımız, yakardığımız vakitlerdir. Namaz vakitleri, en az günde beş defa Rabbimizle buluştuğumuz, halimizi arz ettiğimiz, ahdimize/misakımıza bağlı olduğumuzu bildirdiğimiz anlardır. Kıldığımız namaz, bizleri mutlaka münker ve fahşadan uzaklaştırmalı ve sadece Allah için ve Allah’a has olmalıdır. (En’am, 6/162) Hz. Peygamber (as) bir hadiste, ‘Namazı kendisini kötü ve iğrenç şeylerden alıkoymayan kimse, aslında hiç namaz kılmamış demektir’ buyurmaktadır. Her namaz kılan kişi düşünmeli; kıldığımız namaz bizi kötülüklerden ve fahşadan alıkoyuyor mu? Eğer alıkoyuyor ise, ümit ederiz ki namazımız Allah indinde kabul edilecektir.
Bu ay, aynı zamanda kardeşliğimizi hatırlamamız gereken bir aydır. Aslanda senenin her ayında hatta her gününde Müslümanlar olarak kardeş olduğumuzu hatırlamamız ve ilişkilerimizi bu kardeşlik zemininde devam ettirmemiz gerekmektedir. Bu, bizim irademize/tercihimize de bırakılmamıştır. Çünkü kan bağımız olmasa da biz mü’minleri kardeş kılan bizleri yaratan Rabbimizdir. (Hucurat, 49/10) Bunun en güzel örneği ise İslam tarihinde övgüyle bahsedilen Ensar ve Muhacir kardeşliğidir. Bu kardeşlik, Rabbimizin de razı olduğu ve övgüsüne mazhar olmuş bir kardeşliktir. (Tevbe, 9/100) Seyyid Kutub’un deyimiyle ‘Örnek/Eşsiz Kur’an Nesli’nin -günümüzde ya da gelecekte- yeniden oluşması için Ensar ve Muhacir kardeşliğine benzer bir kardeşlik zemininin oluşturulması gerekmektedir. Bu zor mu, elbette ki hayır! Eğer zor olsaydı, böyle bir kardeşlik bizlere örnek gösterilmezdi. Ancak bunun için ‘kardeşimizi kendimize tercih edersek’ (Haşr, 59/9) ‘kendimiz için düşündüğümüzü ve istediğimizi kardeşimiz için de düşünür ve istersek’, ‘birbirimize zulmetmez ve yardımsız bırakmaz…’ isek, Rabbimiz bize de böyle bir kardeşliği nasip eder diye ümit etmeliyiz. Dolayısıyla kardeşlik bağını zedeleyici ve zayıflatıcı sebepleri; hasedi, dedikoduyu, su-i zannı, iftirayı, gıybeti (Hucurat, 49/12) gündemimizden tamamen çıkarmalıyız. Çünkü bu özellikler, kardeşlik bağını koparan, kardeşler arasına kin ve düşmanlık tohumlarının ekilmesine neden olan özelliklerdir. Bu özellikleri, sevgi, saygı ve merhamete dönüştürmediğimiz zaman, İslami kardeşliği oluşturmamız da mümkün olmaz. Hz. Peygamber (as)’ın, ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız’ buyruğu ilişkilerimizin temelini oluşturmalıdır.
Bu ramazan ayını ve özellikle de virüs dolayısıyla sıkıntıya düşen kardeşlerimizi düşünmeli, sadece hâl hatır soran değil aynı zamanda bir sıkıntısını gideren konumda olmalıyız. Bizler de sıkıntıda olabiliriz. Sıkıntıdayız diye kardeşlerimizi düşünmezsek, var olan imkânlarımızı paylaşma gayretine girmezsek, rehavet ve bolluk anında hiç düşünmeyiz. Rabbimiz -haşa- boşuna ‘bollukta da darlıkta da infak ediniz’ buyurmuyor. (Al’i İmran, 3/134) Darda ve sıkıntıda iken paylaşanlar, ancak bolluk zamanlarında da paylaşabilirler. İşte asıl böyle sıkıntılı zamanlarda ‘ensar’ olma imkânı vardır. Ama bu da herkese nasip olmuyor. Kaldı ki bu da bir imtihandır. İşte bizler böyle zamanlarda sıkıntıda olan kardeşlerimizle, komşularımızla imtihan ediliyoruz. Bunun farkında olmalıyız. İmtihanın ise, ‘sıkmakla, kısmakla, biriktirmekle, cimrilikle’ kazanılmayacağını bilmeliyiz. Üstelik Rabbimiz, yaptığımız infaklarla fakirleşmeyeceğimizi, (Bakara, 2/261,274; Hadid, 57/7), biriktirip infak etmeyenleri ise elem verici bir azabın beklediğini (Tevbe, 34-35) bize bildirmektedir.
Netice itibariyle biriktiren değil paylaşan, yardımlaşan konumda olmalıyız. Herkesin üzerine düşen görev ise, ‘var’ından infak etmektir. Rabbimiz sevdiğiniz şeyleri infak edinceye kadar ‘Birr’e yani iyiliğe ulaşamazsınız (Al’i İmran, 3/92) buyuruyor. Bu ay, aynı zamanda infak ayı olduğuna göre ‘var’ımızdan, sevdiğimiz şeylerden yapacağımız infakın fakirlere, yoksullara, yetimlere, ulaştırılması gerekmektedir. Ramazan ayının, şeytanların bağlandığı, cehennem kapılarının kapandığı, cennet kapılarının açıldığı ay olduğunu unutmamalıyız. Allah cömerttir, cömertleri sever. Cömertlik, illa da çok zengin olmayı gerektirmiyor. Hz. Peygamber (as)’ın “yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” buyurması bizlere infakta bulunmanın ölçüsünü de vermektedir.
Bu ay, sorumluluklarımızı hatırlamak ve yerine getirmek için, bizler için bir fırsat olmalıdır. Dolayısıyla bu fırsatı çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz bu mübarek ay, hatta günler, bizim için son ramazan ayı ya da son ramazan günlerimiz olabilir. Son ayımız ya da son günlerimiz olsa da içinde bulunduğumuz an, bize neyi yapmamızı gerektiriyorsa onu ertelemeden, geciktirmeden yapmakla mükellef olduğumuzu unutmamalıyız. Kıyametin ne zaman kopacağını tekrar tekrar soran bir sahabeye, Hz. Peygamber (as), ‘Kıyametin yarın kopacağını bilsen bile elindeki fidanı dik’ tavsiyesinde bulunuyor.
Kur’an’da belirtilen emir ve yasaklara uygun yaşamak bizler için en başta gelen sorumluluğumuzdur. Bu konuda da bizim örneğimiz ve önderimiz Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (as)’dır. (Ahzab, 33/21) Dolayısıyla Kur’an’ı ve onu pratize eden Resulallah’ın (as) hayatını, mücadelemizin merkezine yerleştirmemiz gerekmektedir. Çünkü Kur’an, ilk inzal olduğu zaman ve mekândaki tazeliğini hala koruyan ve bundan sonra da koruyacak olan bir kitap olduğu gibi aynı şekilde, Peygamber’in (as) de hadisleri, pratik kılavuzluğu, tutumu, tarihte bir daha benzeri görülmemiş olan o ilk dönem nesli gibi önümüzdedir. Dolayısıyla Kur’an’ı ve onun öngördüğü hayatı, Rabbimizin öngördüğü şekilde yaşayabilmek, ancak, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmakla mümkün olacaktır. (Al’i İmran, 3/102) Zaten, Kur’an’ı ahlak edinen Peygamberin (Kalem, 68/4) mücadele süreci de bunu gerektirmektedir.
Virüs’ün dünyayı kasıp kavurduğu bu ramazan ayında, bütün zorluk, sıkıntı ve engellemelere rağmen İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde –Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Sudan’da ve daha birçok bölgede- küresel küfür ve işgalci güçlerin aç ve yoksul bıraktığı Müslümanları düşünmeyi ve onlara yardım etmeyi asla unutmamalıyız. İdlib başta olmak üzere çeşitli coğrafyalarda yiğit Müslümanların cihadı ve direnişi bütün olumsuzluklara rağmen devam ederken sözlü/kavli duamızla birlikte fiili duamızı bu Müslümanlardan esirgememeliyiz. Irkımız, dilimiz, yaşadığımız coğrafyalar ayrı olsa da aramıza suni sınırlar çizilmiş olsa da onlar bizim kardeşlerimizdir. Onları duasız ve yardımsız bırakmak biz Müslümanlara asla yakışmaz. Her Müslüman’ın üzerine düşen en temel insani ve İslami görev ise, bu Müslümanların mücadelelerine maddeten ve manen yardımcı olmaktır. Bu, aynı zamanda Allah’ın dinine de yardım anlamına gelecektir. Elbette Allah, kendi dinini yeryüzünden silmek isteyen küfür ve şirk güçlerine karşı, direnerek ya da cihad ederek gayret gösteren Müslümanlara yardım edecektir. (Muhammed, 47/7) Belki bu vesileyle, Müslümanların içinde bulundukları bu zilletten kurtulmaları söz konusu olabilir.
Rabbimden, Ramazan ayı vesilesiyle bizleri arındırmasını, her türlü maddi ve manevi kirlerden temizlemesini, bizlere ‘Ensar ve Muhacirler’ arasında gerçekleşen kardeşliği nasip etmesini, mübarek kitabı Kur’an’ın, anlayışımızı, düşüncelerimizi, siyasal ve toplumsal hayatımızı düzenleyen bir kitap haline gelmesini,
Bu ayın, saldırı, işgal ve katliamlardan dolayı açlık, yoksulluk ve yoklukla mücadele eden İslam ümmetinin uyanışına, dirilişine vesile olmasını,
Bizleri evlerimizde tutsak eden, birçok insanın da ölmesine neden olan bu salgın hastalıktan gerekli dersler çıkarmayı, bu sürecin sonunda oluşacak yeni ortamda Müslümanca istifade etmeyi bizlere nasip etmesini,
Bu vesileyle bütün Müslümanların Ramazan Ayı’nı tebrik ederek, hayırlara vesile olmasını,
Diliyorum.