Hoş Geldin Ey Ramazan
İslam diyarında doğmak, bu diyarda büyümek, yaşamak ve bu diyarda ölmek... Bizler için ne büyük bir mutluluktur.
Doğduğumuzda sağ kulağımıza ezan, sol kulağımıza kamet okundu. Biraz büyüdü-ğümüzde bu okunanların ne olduğunu anlamaya başladık. Daha sonra ibadetlerle tanıştık. Neyin ne olduğunu yavaş yavaş öğreniyorduk.
Biz daha küçük çocukken, Ramazan ayı yaklaştığında, evimize büyük bir misafir gelecekmiş gibi anne ve babamız hazırlıklara başlardı. Gecenin bir vaktinde davul sesleri ile kalkıyor, yemekler yiyor ve tekrar uyuyorduk. Hele uykunun en tatlı anında davul sesleri ile uyanmak ne kadar güzeldi. Hemen sokağa çıkar, davulcunun peşinden bir süre giderdik.
Gündüzleri büyükler oruçlu olurdu. Akşam olduğu zaman, orucu açmak için ezan bekle-nir; yemekler, ezandan sonra hep birlikte yenirdi. Gece yemeğine sahur; akşam yemeğine ise iftar deniliyordu. Bu olay tüm yurtta, hatta tüm dünyada herhalde aynı heyecanla yaşanıyordu.
Günde üç öğün yerine iki öğün yemeğin yenmesi, diğer günlerden farklı sofraların ha-zırlanması, akşam üzerleri her evde tatlı bir telaşın yaşanmasına sebep oluyordu. Büyüklerden ziyade çocuklar ekmek fırınlarının önünde uzunca pide kuyrukları oluşturuyordu. Komşulardan değişik yemekler geliyor, bizden de onlara gidiyordu. Maksat, iftar sofralarında değişik yemeklerin olmasıydı.
iftardan bir müddet sonra camilere koşulurdu. Tıklım tıklım dolan camilerde en arka saf-larda bulduğumuz yerde namazlarımızı kılmaya gayret gösterirdik.
İnsanlar arasında yardımlaşma en üst seviyedeydi. İyilikler, güzellikler, sevinçler, mutlu-luklar hep bir aradaydı.
Kimsenin ağzından kötü söz çıkmıyor, kimse kimseyi incitmiyordu. İnsanlar hayır ve hasenatta birbirleriyle adeta yarışıyorlardı.
Bu ayın Ramazan, yapılan ibadetin ise oruç olduğu, ta o zaman öğretilmiş oluyordu. İlk başta "Hoş Geldin Ey Ramazan" sözleriyle sevinçli bir şekilde övülürken, son günlerine doğru ise "Elveda Ey Şehr-i Ramazan" kasideleriyle de üzüntülü bir şekilde uğurlanıyordu.
Hemen arkasından da "Bayram" günlerinin mutluluğu yaşanırdı. Genç-ihtiyar, fakir-zengin hep birbirlerinin bayramlarını kutlarlardı. Sokaklar sanki özel olarak süslenmiş gibi cıvıl cıvıl olurdu. Hastalara, sakatlara, yaşlılara özel bir önem gösterilirdi.
işte çocukluğumuz böyle geçti. Ramazan Ayı’nda oruç tutmanın ne büyük bir mutluluk olduğunu bilerek, yaşayarak büyüdük. Sona eren her Ramazan Ayı’nın arkasından, bir sonraki Ramazanlarda buluşmak üzere ve-dalaşıyorduk.
Ama bu Ramazan Ayı’nın böyle neşeli, böyle mutlu geçeceğini pek tahmin etmiyorum. Herhalde bu yılki Ramazan Ayı’nı biraz üzüntülü, biraz buruk şekilde karşılayacağız. Her iftarımız, her sahurumuzda önceki yıllarda olduğu gibi lokmalar boğazımızdan kolay kolay geçmeyecek. Bosna-Hersek’te müslümanlar toplu olarak katledilirken, açlık ve susuzluğa mahkûm bırakılmışken; Filistin’de müslümanlar yerlerinden-yurtlarından sürgün edilirken; Somali’de açlık ve susuzluktan ölümle burun buruna yaşanırken bizler nasıl mutlu ve huzurlu bir şekilde oruç tutacağız? Nasıl coşkulu bir şekilde Ramazan Bayramını kutlayacağız? Nasıl birbirimizin bayramını tebrik edeceğiz?
Ve herşeyden önemlisi, bütün bunları içimize nasıl sindireceğiz?..