Ramazan İkliminden Kur’an Diyarına Seyir
Allah, “İnsanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak…” kelamı mübin-i Kur’an’ı bu ayda, bu mevsimde nazil buyurduğunu bize haber veriyor.
Ramazan ayında oruçla mideler atıl gıdadan, tıka basa, vakitli, vakitsiz doldurulmaktan arındırılarak zihinlerin ve kalplerin Rabbini anmasına, onu zikretmesine fırsat tanır.
Gerçekleri görmek, hakkı batıldan ayırmak böylece kolaylaşır.
Tok iken hantallaşan ve sağlıklı düşünemeyen, (madden) kendisinden daha aşağı durumda olanın halini fehmetmeyen açlıkla terbiye olur ve doğru bakma, doğru görme yetisini tekrar elde eder.
Dokuz yaşındaki oğlum İsmet Yusuf, ramazan haricinde bir gün ısrarla benim ile beraber kendisinin de oruç tutmak istediğini bana söyleyince daha iyi anlamıştım. Oruç tuttuğu gün “baba, orucu aç olanların durumunu düşünmek için mi tutuyoruz?” demişti. Açıkçası hem şaşırmıştım, hem de sevinmiştim. Çünkü çocuk bir günlük oruçla tamda orucun vermek istediğini kavramıştı.
Bu sebeple oruç tutmayan, açlığı tatmayan, ne yokluğu ne de aç olanın vaziyetini anlayamaz.
Dolayısıyla oruç, kapalı olan gözümüzü/gönlümüzü ibadete açıyor…
Sadece bu da değil!
Kulluğu daha iyi kavramamıza vesile olan farizalardan sadece bir tanesi olan bu ibadet, aynı zamanda Allah’ın emir ve yasaklarının muhtevi olduğu Kur’an’ı da huşu ile okumamıza ve O’nu daha güzel idrak etmemize kapı aralıyor.
Zira ramazanda okunan Kur’an, güzelliğine daha da güzellik katıyor.
Misal, daha açar açmaz Rabbimizin bize değişmez mesajı kitabını…
“Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklindeki buyruğuna binaen besmeleden önce “eûzü...” okuyarak “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” diyerek tüm şeytan ve şeytani düşünceleri kendimizden uzaklaştırıyoruz.
Keza akabinde “Besmele’siz hayırlı hiçbir işe başlanmaz” düsturunu bildiğimizden “Besmele”yi de okuyarak hem hayırlı bir amelde bulunduğumuzu ifade ve tasdik ediyor ve hem de bu işte bizi muvaffak kılması, emir ve yasaklarını, ona kulluğu kavramamız için Rabbimizinden yardım diliyoruz.
İsmi ile müsemma olan Fatiha ile Kur’an diyarına ilk adımımızı atıyoruz…
Mekke döneminde inmişti bu süre. Yedi âyet olan mübarek sürenin, tüm Kur’an’ın özetini sunduğunu hemen idrak ediyor insan!
Zira Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almış... Ayrıca, “Ümmü’l-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” … gibi başka adları da var.
Hakikaten Kur’an’ın içerdiği esasları öz olarak Fâtiha’da görüyoruz. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştanbaşa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır. (Kur’an yolu-Diyanet)
Ne güzel bir nimet bu yahu!
Rabbimiz ne kadar güzel bir din göndermiş biz kullarına…
Ne yüce bir kitabın varisleriyiz biz, farkında mıyız, bilemiyorum.
Fatiha kapısından bakınca Kur’an’a sonsuza dek, ard arda kapıların peş peşe açıldığını anlamamak mümkün değil!
“Elhamdulillahirabbilalemin…”
“Hamd, (övgü, sena, şükür…) sadece ve sadece din gününün (sahibi) Malik’i, Rahman ve Rahim olan âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur!”
Kur’an’ı okumayan, okuyup anlamak istemeyen bu zevki tadamaz!
Euzu’yu, Besmele’yi okumayan; Kur’an’ın kapağını açmayan, ardı ardına kapıların olduğunu, açılan her kapıdan ne hazinelerle karşılaşacağını nasıl anlayabilsin?
“Rabbimiz, sadece sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz!”
Bu ayeti bilmeyen, idrakinden uzak kalan, nefsin, şeytanın ya da bir nesneye, canlı cansız aciz bir yaratılmışa boyun eğmekten kendini arındırmanın ne olduğunu; ne getirisi-götürüsü olduğunu nasıl anlayabilsin ki!?
İnsanlık tarihinde Allah’ın hidayetle, rızasına eriştirmekle nimetlendirdiği kulları da bilemez, Kur’an okumayan!
Şeytanı ve şeytanlaşan insanları da tanıyamaz böylesi…
Nefsine veya canlı cansız yaratılmış bir varlığa kul köle olarak sapıtmış, yoldan çıkmış ve bu yüzden gazaba müstahak olmuş milletlerin varlığından da habersiz olduğundan…
Hangi yolun doğru, hangi yolun yanlış olduğunu da bilemez!..
Kur’an diyarına seyir etmeyen, Allah’a asi olduklarından yerin dibini boylayan kavimlerin aynı yoluna uymaktan kendilerini muhafaza edemezler!
Bollukta da darlıkta da Allah’a isyan eder ancak böylesi…
Bollukta bu nimetleri bahşedene hamd ve şükretmeyi bilemez ve bu Şükrü’nün gereği fakir fukaraya el atmayı, onların kendi mallarında hak sahibi olduğunu da ne yazık ki anlayamaz!
Yoklukta sabretmek de Allah’ı, O’nun kitabı Kur’an’ı anlamayı gerektirir.
Yetimi, fakiri ve miskinin halini anlayan aç kalsa dahi hayâsından zengin zannedersin…
Zengin olduğu halde böylesi, “ben açım” şeklinde hayâsızlık sergilemez, insanları kandırmaz!
Varlığa şükrü bildiği gibi yokluğa karşı da hilimle, sabırla bir çıkış yolu aramayı prensip bilir, Kur’an diyarına seyreden…