RAMAZAN’I ŞERİF İÇE DÖNÜŞ RAHMEN’A YÖNELİŞ
Ramazan-ı Şerif bereketi ile geldi. Bereketi sadece maddi olanda aramak maddi olanı merkeze alan zihin yanılgısı olsa gerek. Ramazan-ı Şerif’in bereketi maddi olanda değil manevi olanda aranması gerekir. Manevi olan her daim maddi olandan evla ve maddi olandan daha mühimdir. Çünkü insanın bütün varlığı manevi olana yöneldikçe anlam bulur. Bu cihetle Ramazan-ı Şerif ayı insanlığın manevi hastalıklardan kurtulduğu eksiklikleri giderdiği ve Rabbine iltica ettiği müstesna vakit dilimidir.
Sünnetullah gereği bazı vakitler bazı vakitlerden üstün tutulmuştur. Bu üstünlük vaktin kendisinde değil vaktin bahane kılınarak bu vakitlerde kulların özel yönelişleri ile alakalıdır. Yani kutsal gece ve günleri anlamlı kılan o günlerin bizatihi kendisi değildir bir yönden İlahi yöneliş bir yönden kulların ibadetleridir. İşte böyle bir günler demetine, yeni bir Ramazan-ı Şerif ayına kavuşmuş durumdayız. Ramazan-ı Şerif ayını değerli kılacak olan ayın bizzat kendisi değil bizlerin bu ayı bahane kılarak Rabbimize yapacağımız yönelişler, yakarışlar ve dualar olacaktır.
Bizler yoksun ve yoksulların halini anlamak için oruç tutmayız. Bizler oruç tutarken yoksul ve çaresizlerin halini bizatihi tecrübe ederiz. Bu tecrübe bizlere yoksulluk ve çaresizlik halinin anlaşılması için olanak sağlar. Neticede bu her durum için geçerlidir. Bizatihi tecrübe edilmeyen hiçbir bilgi gerçek manada bilgi ifade etmez. Balın tatlı oluşu ancak bal yiyen iki kişi arasında anlamlı bir bilgi olur. Aç kalmanın zor ve zahmetli olduğu da ancak iki aç kalan arasında anlamlı bir bilgi olur.
Ramazan-ı Şerif bir yönelim halidir bir iltica bir yakarış bir varoluş serüveninin en yoğun olduğu haldir. İnsanın uzlete çekilmesi bir kendine dönüş gayretidir. Klasik tefekkür geleneklerimiz de kendine dönüş bir hakikat arama yolu olarak sistemleşmiştir. Bu yol kısaca şöyle tarif edilebilir; kişi kendisi zihnen ve fikren meşgul edecek her türlü uyarıcıdan ve aracıdan kendisini azade ederek kendine yönelmeli ve hakikatin kendisinde olduğunu bilmelidir. İnsan ne ararsa kendinde aramalıdır. Rahman’a giden yollar insanın kendi iç dünyasından geçmektedir. Rabbini bilmenin yollarından birisi de nefsini yani kendini bilmektir.
Ancak içe dönüş bir sürekli bir yaşam tarzı olamaz. Zira bize Rahman’a giden yolları gösteren Hz. Nebi (a.s.) dönemsel olarak uzleti tercih etse de bir bütün halinde uzleti benimsememiş ve benimseme niyetinde olanlara izin vermemiştir. Aynı zamanda büyük şahsiyetlerin hayatları dikkatli bir şekilde incelendiğinde uzletin; bir hayat tarzı değil dönemsel bir süreç olduğu hemen dikkatleri üzerine çeker. Süresi kişiden kişiye değişse de uzlet bir hayat tarzı olarak benimsenemez. Aksine benimsenmesi bazı durumlarda yasaklanmıştır. Bu yasaklanmanın temel nedeni ise insanın hayatını devam ettirebilmesinin yegâne yolunun birliktelikler kurmak olduğu zaruretidir. Netice olarak uzlet hayatın bir diğer özelliği dönemsellik ifade etmesidir
Ramazan-ı Şerif’te kişi maddi ve manevi olarak uzlet halini yaşar. Kişi maddi olarak yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden geri durarak kendi maddi bedenini, kuvvetini dizginleme gayretine girer. Bu bedeni zayıflık insanın dışa dönük hareketlerini ve gayretlerini sınırlandırır. Bu sınırlanma insanı ister istemez kendi iç dünyasına iter. Bu iç dünyaya itiliş insanın ilgi ve alakasını tamamı ile kendi dünyasına eğilmesine neden olur. Böylece insan uzletin birinci hali olan dış dünya ile irtibatını kesme durumunu kendinde gerçekleştirir.
Ramazan-ı Şerifte kendine dönüş son günlerine doğru daha yoğun bir hal alır. Bu durum Hz. Peygamberin hayatında tecessüm etmiştir. Efendimiz sünneti gereği ramazanda sık sık itikâfa girmiştir. İtikâfa giriş orucun insanda meydana getirdiği uzlet halinin fiziki olarak da ifa edilmesidir. Fiziki olarak insanın kendisini bir alanla sınırlaması tefekkür geleneğimizde halvethane olarak müesseseleşmiştir.
Az konuşmak, az uyumak gibi insanın fiillerini en alt seviyeye çekmesinin tavsiye edilmesi hatta gıybetin bazı fıkıhçılar tarafından orucu bozma riski oluşturması ayrıca ilahi kelamın sürekli okunması, dillerin sürekli zikir halinde olması gibi haller dikkate alındığında Ramazan-ı Şerif tamamı ile kişinin Rabb’e yönelmesidir. Bu yöneliş önce edebi, edep ise ahlâkı, ahlâk ise ilahi kurtuluşu yani lütfu ortaya çıkarır.
Ramazan-ı Şerif’in Hz. Peygamberin hayatında uygulaması, sahabe efendilerimizin hayatında ve büyük şahsiyetlerinin hayatında tahakkuk edildiği şekil incelendiğinde kesinlikle bir eğlence ve sosyalleşme gayreti değildir. Bu cihetten ramazan coşku ile kutlanmaz. Eğlenceler, programlar, konserler ve etkinlikler kesinlikler Ramazan-ı Şerif’in ruhu ile uyuşmamakta ve temel gayesi olan insanın kendine dönüşünü engelleyen birer unsur olarak kaşımıza çıkmaktadır. Bu durum yukarıdaki tespitler dikkate alındığında Ramazan-ı Şerif’in gayesinin tam aksi bir durumu ortaya çıkarmakta ve Ramazan-ı Şerif’i dünyevileştirmektedir. Çünkü Ramazan-ı Şerif bir eğlence kültürü değil kendine dönüş gayretidir.