Tevbe ve arınma mevsimi mübarek üç aylar
İçinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin de bulunduğu mübarek üç aylara çok şükür bir kez daha kavuştuk. Resulûllah (S.A.V.) Efendimiz bu aylara bir kez daha kavuşabilmek, feyiz ve bereketinden faydalanabilmek için şöyle dua etmiştir: “Allahümmebariklena fi recebe ve şa’bane ve belliğna Ramazan / Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır!” (Müsned, 1/259; EbûNuaym, 4/269). Allah Resulünün böylesine önem atfettiği ve kavuşmak için iştiyak duyduğu mübarek ayların birincisi olan Recep ayına çok şükür Rabbim bizleri kavuşturdu. İnşallah Ramazan-ı Şerif’e de kavuşmayı ve böylesine Nebevi bir övgüye mazhar olan bu aylardan hakkıyla istifade etmeyi ve bayrama cehennem ateşinden azat olmuş olarak kavuşmayı da cümlemize nasip eder.
Zamanın sahibi ve yaratıcısı olan yüce Allah, hikmetinin gereği bazı vakitleri diğer bazı vakitlerden, bazı mekânları da diğer bazı mekânlardan üstün kılmıştır. Bu özel vakitler bir nevi kaçırılan fırsatların telafisi için insanoğluna sunulan fırsat ve ikramlardır. Zira insanoğlunun her anı bir olmaz. Bazen ruhi coşkunluk içerisinde bulunur, aşk ve şevkle ibadet eder, gündüzleri saim, geceleri kaim olur. Bazen de gaflete dalar, beş vakit namazı kılmayı dahi güçlükle başarır. Bazıları Nefs-i Emmare’nin baskısı, rızık endişesi, mal biriktirme hırsı, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların telkinleri ile yoldan çıkar. İbadet ve taatı terk eder, haramlara dalar. Bazılarının gafleti kısa bazılarının ki ise uzun sürer. Gaflete dalanlardan bir kısmı Rabbimizin inayetiyle uyanırlar ama bu sefer de şeytanın vesvesesi onların peşlerini bırakmaz. Ona “sen yandın, bittin, artık ne yapsan kurtulmazsın” şeklinde telkinlerde bulunarak ye’s aşılayıp ümitsizlik bataklığına çekip boğmak ister.
İnsan fıtratı maddi alanda kaybettiklerini telafi etmek için nasıl fırsatların doğmasına aşırı bir iştiyak duyarsa; tıpkı bunun gibi manevi alanda da kaybettiklerini telafi etmek, boş geçen ömrüne anlam katmak için kendisine yeni fırsatların verilmesine, ikram ve atiyyeye şiddetle ihtiyaç duyar. Denebilir ki asi ve gafil kullar için tevbe kapısı her zaman açıktır. Evet, tevbe kapısı her zaman açık olmakla birlikte, tevbe cephesini takviye edecek ve istikrarı sağlayıp geri dönüşleri önleyecek ilave tedbirlere de ihtiyaç duyulur. Nafile ibadetler işte bu takviyeyi yapar. İdrak etmekte olduğumuz bu mübarek aylar ise adeta müflis tüccar konumunda olan bizlere, manen kaybettiklerimizi yerine koymak için çok büyük fırsatlar sunar. Günleri de geceleri de bereketlerle doludur. Akıllı insan fırsatı ganimet bilir ve bu anları dolu, dolu geçirir.
İbadet esasen mümin için günlük yaşam programıdır. Mümin bir kulun günlük, haftalık ve yıllık olarak yerine getirmekle mükellef olduğu ibadetler vardır. Bunları emredildiği şekilde ve emredilen vakitte yerine getirmek zorundadır. Bu ister üç aylar içerisinde olsun, ister üç ayların dışında olsun asla değişmez. Farz kılınan ibadetler özellikle de beş vakit namaz mutlaka vakitlerinde eda edilmesi ve bu konuda asla tembellik gösterilmemesi gerekir. Halkımızın tabiriyle “Ramazan Müslümanlığı” şeklinde bir ibadet ve din anlayışı çok tehlikelidir. Ramazan’da ağzı bağlayıp Şevval’de her şeyi mubah gören sosyetenin anladığı manada bir ibadet anlayışı İslam’da yoktur. Bu hormonlu bir din anlayışıdır. Nafile ibadetlere va’dedilen mükâfatların hiçbirisi ömür boyu yapılsa dahi tek bir farzın terk edilmesiyle kaçırılan sevabı karşılayamaz. Onun için farz ibadetler asıldır ve yılın her ayında ve her gününde bu konuda oldukça hassas olunmalıdır.
Sahabeden Hz. Cabir (R.A.) anlatıyor: Bir adam Resulûllaha (S.A.V.): “Ben farz namazları kılsam, Ramazanı tutsam, helali helal, haramı haram bilsem, bundan da fazla bir şey yapmasam, cennete girer miyim, ne dersin?” dedi. Resulullah (s.a.v.): “ Evet” buyurdu. (Müslim, 15).
Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur: “İşin başı İslam’dır. Direği namazdır, zirvesi cihattır.” (Tirmizi, 2616; İbnMace, 3973).
Nafile ibadetler ancak farzlar üzerine ziyade edilmesiyle anlam kazanır. Bu bilinçle mübarek üç aylarda daha fazla nafile namaz kılarak, daha çok Kur’an-ı Kerim okuyarak, nafile oruç tutarak, sadaka vererek, zikir yaparak, kendimiz, imansızlık girdabında boğulmak üzere olan gençliğimiz ve kan ve gözyaşına boğulmuş durumdaki İslam coğrafyasının sahil-i selamete kavuşması için dua ve niyazla geçirelim. “Müminlerin dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir.” Nebevi ikazı asla gözümüzün önünden kaybolmasın.
İçeride, evlenmelerin azaldığı, boşanmaların arttığı, fuhşun ve içkinin alabildiğine serbest olduğu, ailelerin çocuklarını gönül huzuru içerisinde sokağa bırakamadığı, faizin adeta her eve sokulduğu bir Türkiye manzarası ile karşı karşıyayız. Bunun için bu mübarek ayları; kendimizi dinlemek, hesaba çekmek, yenilemek için; çevremiz ve akrabalarımızla ilişkileri düzeltmek ve bu ilişkileri münkeratın ortadan kalkıp, ma’rufun egemen olması için fırsat bilelim. Bu hususta seferber olalım. Yoksa yarın çok geç olacak ve en yakınlarımızdakileri dahi kaybedeceğiz.
Dışarıda ise manzara tahammül edilemez bir hâl almıştır. Doğulu ve Batılı kâfirlerin adeta kan gölüne çevirdiği bir İslam dünyası manzarası ile Ramazan-ı Şerif’i karşılamaya hazırlanıyoruz. Suriye’nin başkentinin bir mahallesi olan Guta’da 500 bin kardeşimiz altı yıldır Nusayri-İran ve Rus zulmü ve kuşatması altında inim inim inlemektedirler. Her gün tepelerinde patlayan bombalarla toprağa gömülen, açlık, korku, hastalık ve ölümle iç içe yaşayan bu kardeşlerimiz için henüz bir çıkış yolu bulunmuş değildir. Afrin’de Mehmetçik sözde müttefik Amerika ile savaşıyor. Dertler saymakla bitmez.
Bir milyon Suriyeli kardeşimizin katledildiği mübarek Şam topraklarının ve işgal altındaki diğer İslam beldelerinin özgürlüğü ile birlikte özgür Kudüs’ü çok yakında selamlamak dileğiyle.
Mustafa Kasadar.