Bilmek Sorumluluk Doğurur
Bilmek, iki tarafı da kesen bir kılıç gibidir. Bilgi; bilinen, farkına varılan şeyin gereğini yerine getiren için bir kurtuluş vesilesi olacağı gibi aksine davrananlar için de bir pişmanlık ve rüsvay olma vesilesi olacaktır.
Konumuzla ilgili güzel bir örnek Hz. Huzeyfe’nin (r.a.) münafıklar hakkında yalnızca kendisinin vakıf olduğu ve başkalarının bilmediği bilginin gereği ile amel etmesi meselesidir.
Bir gün Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) soruldu: “Seni, hiçbir sahabenin konuşmadığı şeyleri söyler görüyoruz. Sen bu konuşmaları nereden öğrendin?” Hz. Huzeyfe (r.a.) şöyle cevap verdi: “Bu konuşmaları Resûlullah (s.a.v.) sadece bana söyledi. Çünkü sahabe-i kiram, Allah’ın Resulünden daima hayır ve fazilet hakkında sorarlardı. Ben ise şerden çok korktuğum için Resûlullaha (s.a.v.) sadece bu konuyu soruyordum. Çünkü biliyordum ki şerri öğrendiğim zaman hayırla ilgili ilim elimden kurtulamaz. Yani o ilme sahip olacağımı kesinlikle biliyordum.” (Buhârî, 3606; Müslim, 1847).
Başka bir rivayet de şöyledir: “Sahabe-i kiram: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Şu şu amelde bulunan kimseler için ne gibi mükâfatlar vardır?’ diye amellerin fazileti hakkında sorular sorarlardı. Ben ise şöyle sorardım: ‘Ey Allah’ın Resulü! Şu şu amelleri ne gibi hareketler ifsat eder?’ Resûlullah (s.a.v.) , benim bu şekilde sualler sorduğumu gördüğünden, amellerin afetlerini hususi olarak bana öğretti. Benim en iyi bildiğim ilim de böylece bu ilim oldu.”
Hz. Huzeyfe (r.a.), amelleri ifsat eden ilmi bildiği gibi, münafıklara ait malumatı da o şekilde hususi olarak biliyordu. Nifak ilmini, sebeplerini ve fitnelerin inceliklerini bilen biricik sahâbî o idi. Hz. Ömer, Hz. Osman ve daha birçok büyük sahâbî, nifak hususunda Hz. Huzeyfe’den (r.a.) faydalanırlardı. Bu konularda onunla daima istişare ederlerdi. Münafıklar hep ondan sorulurdu. O da münafıkların sayısını söyler ve hatta onlardan ne kadar kaldığını da bildirirdi. Fakat hiçbir zaman isimlerini zikretmezdi. Hz. Ömer bir gün kendisinden nifak olup olmadığını sormuştu. Bunun üzerine Hz. Huzeyfe (r.a.), Hz. Ömer’in (r.a.) nifak ehlinden olmadığını söyleyerek onu tebrik etmişti. (İbni Asâkir, Târihu Dımeşk, 12, 276.).
Bir cenaze olduğu zaman Hz. Ömer, Hz. Huzeyfe’nin (r.a.) o cenazeye iştirak edip etmediğine dikkat ederdi. Şayet Hz. Huzeyfe (r.a.) cenazeye iştirak etmişse o da iştirak eder, iştirak etmemişse cenaze namazına katılmazdı. Bu sebeple Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) “Sır Sahibi” denilmiştir.(Buhârî, 3743).
Bu olayda şunu görüyoruz. Hz. Huzeyfe (r.a.) münafıklar hakkında yalnızca kendisinin bildiği ama başkalarının bilmediği bir ilim sahibi olduğu için o kendi bilgisi ile amel ediyor, konudan haberi olmayan diğer sahabelerin tavır ve davranışlarına göre kendi kanaatini değiştirmiyordu. Bilmenin sorumluluğu hakkında bir başka örnek de: “Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir” (Hâkim, Müstedrek, 7307) hadis-i şerifidir.
Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği şu hadis-i şerif ise bilmenin ne büyük sorumluluk yüklediğini daha açık bir şekilde gözümüzün önüne koymaktadır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Kuşkusuz ki Allah Azze ve Celle kıyamet gününde şöyle buyurur:
–Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum, beni ziyaret etmedin!
—Âdemoğlu şöyle der:
–Ya Rab! Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilir?
Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
–Sen bilmez misin ki benim falanca kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin! Yine sen bilmez misin ki eğer sen onu ziyaret etseydin, muhakkak ki beni onun yanında bulacaktın! Ey Âdemoğlu, ben senden yiyecek istedim, fakat sen bana yiyecek vermedin!
Âdemoğlu şöyle der:
–Ya Rab! Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben sana nasıl yiyecek veririm?
Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
–Sen bilmez misin ki benim falanca kulum senden yiyecek istemişti de sen ona yiyecek vermemiştin! Sen bilmez misin ki eğer sen ona yiyecek verseydin, muhakkak ki verdiğini benim yanımda bulacaktın!
Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
–Ey Âdemoğlu! Ben senden su istedim de sen bana su vermedin!
Âdemoğlu şöyle der:
–Ya Rab! Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben sana nasıl su veririm?
Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
–Benim falanca kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin! Eğer sen ona su verseydin, muhakkak ki verdiğini benim yanımda bulacaktın!” (Müslim 2569/43).
Bilmenin sorumluluğu, bireysel ilişkiler bakımından bu kadar hassasiyet gösteriyorsa devlet adamları ve dava liderleri açısından bireysel sorumluluklarla kıyaslanmayacak büyüklükte ağır sorumluluklar yükler. Zira onlar hem kendi amellerinden hem de emri altındakilerin yaptıklarından hesap vereceklerdir. Yüksek makamlarda bulunup da altındaki görevlilerin çeşitli günahlarına, ihanet ve tuzaklarına şahit olanların bunlara göz yumması kendileri için ahiretlerini harap etmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Aynı şekilde yukarıdakilerin ifsad ve günahlarına vakıf olan, ihanetlerinden haberdar olan tebaanın da sessiz kalması kendilerini sorumluluk altına iter. Bu konudaki hükümler açık ve kesindir. Herkesin günahı da gücü ve sorumluluğu nispetinde olur.
Mustafa Kasadar.