Nafile Oruç Tutmanın Fazileti ve Nefsi Terbiye Etmedeki Etkisi
Rabbimizin lütfu ve inayetiyle bir Recep ayına daha ulaştık. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Recep ayının birinci gününe kavuşunca şöyle dua ederdi; “Allahümme barik lena fii recebe ve şaban ve belligna ramazan. / Ey Allah’ım!
Recep’i ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.”
Biz de Efendimizin bu duasına “âmin” diyor ve Rabbimizden bizleri, Ramazan-ı Şerif’e kavuşturup Kadir Gecesi’ni idrak edenlerden kılması için niyazda bulunuyoruz.
Bu aylarda yapacağımız en önemli ibadetlerden birisi de oruç tutmaktır. Zira Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz en fazla nafile orucu Recep ve Şaban aylarında tutardı. Oruç bir taraftan rıza-i ilahiyi kazandıran bir amel olurken, diğer taraftan insanın azgın isteklerine bir set çekip, nefsi aç bırakmak suretiyle ilahi emirlere itaat edecek bir kıvama getiren en iyi terbiye aracıdır. Başka bir deyişle oruç, nefsi kontrol altına almanın, nefs-i emma renin özellikleri olan kötü söz ve kötü davranışları düzeltmenin de bir vasıtasıdır. Zira açlık hissi insanı zayıf bırakan hislerin en kuvvetlilerindendir.
Onun için evlenmeye gücü yetmeyen gençler için hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin! Çünkü evlenmek gözü haramdan en iyi saklar ve ferci de en iyi korur. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun! Çünkü oruç onun için bir kalkandır.” (Buhari, 5162, Müslim 1401).
İnsan nefsin arzularını kırmaz ise şehvetinin, arzularının peşine düşer. Nefsanî arzular ve şehvetler ise şeytanların yayıldığı (beslendiği) otlaklardır. Otlak olduğu müddetçe, oradan şeytanlar eksilmez. Şeytanlar gelip oraya devam ettikçe de kul, Allah Teâla’ya gereğince itaat edemez. Bunun için de kul daima Allah’ın rahmetinden ve O’na kavuşma arzusundan uzak olur. Nitekim Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Eğer şeytanlar, âdemoğullarının kalplerini dolaşıp durmasaydılar, muhakkak âdemoğulları gökler âlemini temaşa edip gayba muttali olurlardı.”
Oruçlu bir kimseye orucun mükâfatı olarak, Allah’ın rahmeti ile karşılaşacağı vaat olunmuştur. Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde oruçlulara ahirette yapılacak muameleyi şöyle açıklamıştır: “(Onlara denir ki) Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, afiyetle yiyin, için” (Hâkka, 24). Bu ayet-i kerimede geçen “geçmiş günler” kelimesi ile kastedilenin “oruçlu günler” olduğunu âlimlerimiz tefsirlerinde açıklamışlardır. Yine, “Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne tür mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez” (Secde, 17) ayetinin tefsirinde de “yaptıklarına karşılık” ifadesi ile kast olunanın “oruç amellerine karşılık” olduğu söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah, başka bir ayette şöyle buyuruyor: “Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10).
Bu hususla ilgili hâdis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır: Birisi iftar ettiği zamanki sevinci ve diğeri ise Rabbi ile buluştuğu zamanki sevincidir.”
Bütün bu naslardan anlaşılıyor ki oruçluya mükâfat sayı ile değil, oluk hâlinde akıtılacak ve yığın hâlinde verilecektir. Çünkü oruç ibadeti ancak Allah Teâla’nın rızası için yapılır ve ona nispet edildiği için şeref büyük şerefe kavuşur. Her ne kadar bütün ibadetler Allah için yapılıyor olsa da oruçla ilgili olarak Yüce Allah özellikle, “es-Savmü lî / Oruç bana mahsustur” buyurduğundan daha bir özel yer işgal eder. Nitekim Allah Teâlâ, Kâbe’yi “Allah’ın evi” ifadesiyle kendisine nispet etmekle şereflendirmiştir. Hâlbuki sadece Kâbe değil, bütün yer ve gökler Allah Teâla’nındır.
Orucun bu özelliği iki şeyden ötürüdür.
Birincisi: Oruç, insanın kendisini yemekten, içmekten ve şehvetten alıkoyması ve bunları terk etmesinden ibarettir. Bunun için diğer insanlar bu kişinin oruç tuttuğunu fark edemezler ve yine bunun için oruca riya karışmaz. Hâlbuki diğer ibadetlerin yapılışı insanlardan saklanamaz. Oruç, ancak Allah tarafından bilinir. Çünkü oruç, mücerret sabır ile yapılan bâtınî bir ameldir.
İkincisi: Oruç, Allah düşmanı şeytanı kahretmek için bir vesiledir. Çünkü şeytanın saptırma vesilesi şehvetlerdir. Şehvetler ise, ancak yemek ve içmekle gelişir.
Bu hikmete binaen Resûlullah (S.A.V.) Hz. Âişe validemize şöyle buyurmuştur: “Cennet kapısını çalmaya devam et!”
Hz. Âişe (R.A.), “Ne ile” diye sorduğunda, Resûlullah (S.A.V.), “Açlık ile” buyurmuştur.
Mustafa Kasadar.