* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Doğumu - MEVLİD KANDİLİ  (Okunma sayısı 240 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Doğumu - MEVLİD KANDİLİ
« : Ekim 28, 2020, 06:57:43 ÖÖ »
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Doğumu Öncesi Abdulmuttalib’in Kaybolmuş Olan Zemzem Kuyusunu Bulması

Resulullah (s.a.v.) Efendimizin dünyaya teşriflerinden önce birçok olay olmuştur. Onlardan birisi de kapanmış bulunan zemzem kuyusunun tekrar açılması olayıdır.

Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’in zemzem kuyusunu kazması hikâyesi ile ilgili Hz. Ali (r.a.) hadisinden sahih bir rivayette olayı şöyle anlatmaktadır:

“Abdulmuttalib şöyle dedi: ‘Hicr-i İsmail’de uyuduğum bir sırada birisi rüyama geldi ve bana: ‘Teybe’yi (hoş kokuluyu) kaz!’ dedi. Ben ona: ‘Teybe (hoş kokulu) nedir?’ diye sorduğumda bana hiçbir şey söylemeden çekip gitti.’

Abdulmuttalib devam etti: Ertesi gün yine aynı yere geldim ve uyudum. Rüyama gelen kişi yine geldi ve: ‘Berre’yi (hatır ve bereketi) kaz!’ dedi. Ben ona: ‘Berre nedir?’ dediğimde hiçbir şey söylemeden çekip gitti.

 Ertesi gün yine hücredeki yatağıma döndüm ve uyudum. O kişi geldi ve: ‘Madmune’yi (pahalı miski) kaz!’ dedi. Ben: ‘Madmune nedir?’ diye sorduğumda yine bir şey söylemeden çekip gitti. Sabah tekrar uyuduğum yere döndüm ve uyudum. Rüyama gelen kişi tekrar geldi: ‘Zemzemi kaz!’ dedi. Ben, ‘Zemzem nedir?’ diye sorunca, ‘Sonsuza kadar kurumaz, bitmez, tükenmez ve yerilmez, bütün hacıların su ihtiyacını giderecek. İşkembe pisliğiyle kan arasındadır.

Kızılca karganın çukuru yanında ve karıncaların köyü (yani karıncaların toplandıkları mekân) yanındadır’ dedi.”

Zemzem kuyusunun bulunduğu yerin Abdulmuttalib’e gösterilmesi ve kendisinin doğrulandığını anlamasından sonra Haris adındaki oğlunu da yanına alarak -ki o zaman ondan başka çocuğu yoktu- evine geldi, kazmasını eline aldı ve kuyuyu kazmaya başladı. Kuyunun kenarları göründüğünde Abdulmuttalib yüksek sesle tekbir getirdi.

Kureyşliler, Abdulmuttalib’in maksadına kavuştuğunu ve aradığını bulduğunu anladılar. Koşar adımlarla Abdulmuttalib’in yanına gelerek şöyle dediler: “Ey Abdulmuttalib! Bilirsin ki, bu kuyu babamız İsmail’in kuyusudur. Bizim de onda hakkımız var. Bizi de ortak yap.” Abdulmuttalib, “Bunu yapmam mümkün değil. Çünkü bu iş bana tahsis edilmiş, size değil ve aranızda sadece bana verilmiştir” dedi. Kureyşliler, “İnsaf et. Biz seni bırakmayız ve seninle mücadele edeceğiz” dediler. Abdulmuttalib, “İstediğiniz kişiyi hakem seçin, aramızdaki davada hakemlik yapsın, buyurun ona gidelim” dedi.

Ku-reyşliler, “Hüzeym oğlu Sa’d kabilesinin kâhinesi hakem olsa…” (O kâhine Şam’a yakın bir yerde ikamet ediyordu.) deyince Abdulmuttalib, “Evet kabul ediyorum” dedi.

Abdulmuttalib, Abdulmenafoğullarından bir grupla Kureyş’in her kabilesinden bir grup Şam’a doğru yola çıktılar. Tabii ki o zaman Mekke’den Şam’a kadar olan alan insansız, susuz ve uçsuz bucaksız çöllerden ibaretti. O çöllerin birisinde Abdulmuttalib ve arkadaşlarının suyu tükendi.

Öyle susadılar ki helak olacaklarına kesin inandılar beraberlerindeki diğer gruplardan su istediler ancak kendilerine su vermediler ve şöyle dediler: “Biz uçsuz bucaksız çöllerdeyiz. Başınıza gelenlerin başımıza gelmesinden korkarız.” Bunun üzerine Abdulmuttalib arkadaşlarına seslendi: “Şunu uygun görüyorum; hâlâ gücünüz varken herkes kendine bir çukur kazsın. Bizden biri öldüğünde arkadaşları onu çukura atsın, sonra da üstünü toprakla örtsünler. Bizden tek bir kişi kalana dek öyle yapın, çünkü bir tek kişinin zayi olması bütün kafilenin zayi olmasından daha iyidir.” Arkadaşları, “Emir buyurduğun şey çok güzeldir” dediler. Bunun üzerine herkes kendine bir çukur kazdı. Sonra da susuzluktan ölmeyi beklemeye başladılar. Bir süre sonra Abdulmuttalib arkadaşlarına şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun. Yeryüzünde yürümeden ve nefsimiz için bir şeyleri aramadan kendi elimizle kendimizi bu şekilde ölüme terk etmemiz acizlikten başka bir şey değildir. Yürüyelim. Belki Allah Tealâ bazı memleketlerde suyu nasip eder. Haydi develerinizi yükleyin ve hareket edin.” Herkes hazırlandı. Abdulmuttalib de devesini kaldırınca devenin ayakları altından tatlı su çeşmesi fışkırdı. Bunun üzerine Abdulmuttalib ve arkadaşları tekbir getirdiler.

Abdulmuttalib ve arkadaşları su içtiler ve bütün kaplarını doldurdular. Sonra Ab- dulmuttalib, diğer Kureyş kabilelerini davet ederek -tabii ki onlar baştan sona kadar Abdulmuttalib ve arkadaşlarının durumlarını izliyorlardı- şöyle dedi: “Buyurun suya gelin, çünkü Allah Tealâ su ihtiyacımızı giderdi.” Onlar geldiler, içtiler, kaplarını doldurdular ve: “Allah’a yemin olsun, Allah Tealâ senin lehinde, bizim aleyhimizde hükmetti. Allah’a yemin olsun ki sonsuza dek zemzem suyu konusunda bir daha seninle mücadele etmeyeceğiz. Şu uçsuz bucaksız yerde su veren kimse zemzem suyunu da sana vermiştir. Bu yüzden güle güle, selametle suyuna geri dön” dediler. Böylece kâhine varmadan hem Abdulmuttalib hem de onlar geri döndüler ve Abdulmuttalib ile zemzem arasından çekilerek onu zemzem suyu ile baş başa bıraktılar. İbni İshak şöyle dedi: “Zemzem konusunda Ebu Talib’in oğlu Ali’den (r.a.) bana böyle ulaştı.” (Delaliu’n-Nübüvve, Beyhaki, 1/93-94; İbni Hişam, 1/151-153)

Zemzemin fazileti ile ilgili çok sayıda hadis bulunmaktadır. O hadislerden bazıları şunlardır: Ebu Zer (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Zemzem suyu, doyurucu yiyecektir.” (Müslim, no, 2473)

İbni Abbas (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Zemzem suyu ne için içilirse onun içindir; eğer şifa niyetiyle içersen Allah Tealâ sana şifa verir! Eğer doymak için içersen Allah seni doyurur! Eğer susuzluğunu gidermek niyeti ile içersen Allah Tealâ susuzluğunu giderir! Zemzem suyu Cebrail’in yere vurduğu ayak topuklarının veya kanatlarının eseridir. Ve Allah Tealâ’nın İsmail’e verdiği sudur.” (Darekutni, 2713; Hâkim, 1/473)

Şeyh Muhammed Ebu Şehbe (r.h.) şöyle demektedir: “Ne olursa olsun, Hafız ed- Dimyati -ki o da itina gösteren mütaahhirin hafızlarındandır- ‘Zemzem suyu ne niyetle içilirse onun içindir’ hadisi sahih görmektedir.” (Es-Siretü’n-Nebeviyye es-Sahiha, 1/158)

Mustafa Kasadar.