Ganimet Dalına Değil Resûlullah’a (s.a.v.) Talip Olanlar
.
Kutlu şehir Mekke-i Mükerreme bundan 1436 hicri yıl (m:1390) önce fethedildi. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Hicret’in 8. yılı, Ramazan ayının 10’uncu gününde daha önceden hazırlık emrini verdiği 10 bin kişilik büyük bir ordu ile Medine'den çıktı (1 Ocak 630). 20 Ramazan'da (11 Ocak 630) Mekke önlerine geldi ve burayı dâhiyane bir taktikle savaşsız bir şekilde fethetti. Tevhid inancının sembolü olan Kâbe-i Muazzama’ya konulmuş olan çeşitli kabilelere ait heykelleri yerlere atıp parçaladı. Böylece bu kutsal mekânı bütün putlardan arındırarak asli hüviyetine kavuşturdu. Daha önce en ağır işkencelere tabi tutulan Hz. Bilal (R.A.) Kâbe’nin üzerine çıkarak Ezan-ı Muhammedi’yi okudu. Böylece bu kutsal beldeye İslam hakim oldu.
Resûlullah (S.A.V.) doğup büyüdüğü bu beldede bir müddet kalıp hasret gidermeye çalıştığı esnada Hevâzin ve Sakif kabilelerinin Evtâs vadisinde toplanarak kendisi üzerine saldırıya geçecekleri haberini aldı. Hemen savaş hazırlıklarına başladı ve Mekke’nin fethinden on yedi gün sonra 6 Şevval günü (27 Ocak 630) 12.000 kişilik bir ordu ile yola çıktı. Askerlerin 10.000’ini fetih için Medine’den gelenler, 2000’ini de Mekke’nin fethi sonrası Müslüman olan kişilerle birlikte ganimet ele geçirmeyi düşünen veya Hevâzinliler’e düşman olan Mekkeliler teşkil ediyordu.
Savaş 11 Şevval (1 Şubat 630) Perşembe sabahı başladı. Çok zorlu geçen savaşta İslam ordusu 300 kadar şehit verdi ama sonunda düşmanı tepeledi. Esirlerin dışında bazı kaynaklara göre ganimet olarak 24.000 deve, 40.000 koyun ve 4000 ukıyye (yaklaşık 5,5 ton) gümüş alınmıştı.
Ganimetlerin tümü dağıtılmadan önce Cirâne denilen yerde toplandı. Resûlullah (S.A.V.), Beytü'l-mâl hissesi olarak ayrılan ve harcama yetkisi tamamen kendisine ait olan beşte birlik kısmından müellefe-i kulûba (kalbleri İslâm'a ısındırılacak kimseler) bol ihsanlarda bulundu. Bunlar daha ziyade, Mekke’nin fethi sonrası yeni Müslüman olmuş Kureyşliler, Kureyş reisleri ile bazı bedevî kabile reisleri idi. Ebû Süfyân ve oğulları Yezid ve Muaviye ve Abdü’l-Uzzâ’nın oğlu Huveytıb ve Ebû Cehil’in oğlu İkrime ve kardeşi Hişam oğlu Hâris ve Amr oğlu Süheyl gibi birinci derecede Kureyş’in ileri gelenlerinden olan müellefetü’l kulûba yüzer deve ve birer miktar gümüş ve ikinci derecede ileri gelenlerden olan müellefetü’l kulûba kırkar deve ve ona göre bir miktar gümüş verdi. Bunlar o zaman müellefetü’l kulûbdan yani kalpleri kazanılması, İslam’a ısındırılması gerekenlerden iken, sonra hepsi kuvvetli Müslüman olmuşlardır.
Resûl-i Ekrem, ne derece cömert ve kerem sahibi olduğunu bu seferde dost ve düşmana bildirdi. Hatta ganimet malları o şekilde paylaştırılırken, bu vadide en âlâ cinsinden olarak yüz kadar deve toplanmıştı. Ümeyye oğlu Safvân, onları görüp “Ne âlâ develer!” deyince, Resûl-i Ekrem “Öyle ise senin olsun” dedi ve hemen develeri ona verdi. Safvân da önce, Müslüman olmak için dört ay mühlet almışken artık ona bakmayıp “Bu derece lutûf ve cömertlik, ancak peygamberlerin yapabileceği bir davranıştır” diyerek o anda İslâm ile şereflendi.
Bu fondan, samimi Müslümanlara ve bu arada ensâra hiçbir pay verilmemişti. Çünkü onlar İslâm'a mal kaygısı ile bağlı değildiler. Ama yine de bu kadar büyük miktarlardaki ganimet dağıtımı bazı sızlanmalara, hatta itirazlara sebep oldu.
Ensâr içerisinde bulunan bir münafık, "Bu, Allah'ın rızası gözetilmemiş bir dağıtımdır" dedi. Münafıklar için bu tavır normaldi.
Ancak bu taifenin dışında olan ve münafıklıkla itham edilemeyecek ve İslâm'a samimiyetle bağlı olan bazı ensâr gençlerinde de bu dağıtım dolayısıyla sızlanmalar görüldü. Bunlar, "Allah Teala, Resûlüne rahmet etsin; kılıçlarımızdan henüz Kureyşlilerin kanı akarken bizi bırakıyor da Kureyşlilere ihsânda bulunuyor!" diyorlardı.
Bir takım ensar gençlerinin sarf ettiği bu tür sözleri Resûl-i Ekrem, duyunca fevkalâde üzüldü. Hemen tüm ensârın toplanması için emir buyurdu. Ensar büyük bir çadırda toplandı. Resûl-i Ekrem, kulağına gelen sözlerin mahiyetini sordu. Ensâr ileri gelenleri ve büyükleri, kendilerinin ve ensârın büyük çoğunluğunun da bu sözleri tasvip etmediklerini, ancak bâzı ensâr gençlerinin art niyet taşımaksızın, sâdece kendilerine de ihsanda bulunulmasını arzu ederek böyle söylediklerini belirtip onlar adına özür dilediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kalkıp etkili bir konuşma yaptı.
“Ben, birtakım inancı zayıf olan yeni Müslümanların kalplerini kazanmak ve İslam’a ısındırmak için, ganimet mallarından onlara daha fazla pay verdim. Onlar, malı alıp deve ve koyun sürüleri ile memleketlerine gidecekler. Siz de Resûlullahı alıp kendi memleketinize götürmeye razı değil misiniz? Ben, bu kimselere ancak kalplerini İslâm'a kazanmak için ihsanda bulunmuşumdur” dedi.
Ensarın hepsi birden, “Payımıza düşen Resûlullah’a razı ve hoşnuduz” dediler ve Resûlullahın (S.A.V.) bu iltifatına aşırı derecede sevindiler. Fakat yersiz söylendiklerinden dolayı da üzülerek ağlaştılar. Resûlullah da (S.A.V.) ellerini kaldırıp, özel olarak ensara, onların çocuklarına ve torunlarına hayır duada bulundu.
Burada ilk dikkatimizi çekmesi gereken şey Resûl-i Ekrem’in sorun çözme metodudur. O, her konuşulanı ciddiye alıyor, sözün sahibine değer veriyor ve meseleyi sıcağı sıcağına hallediyordu.
Çünkü o, asla haksızlık yapmayan bir liderdi. Ama günümüzdeki Müslüman liderlere bakın. Acaba bu ahlaktan bir esinti bulabilir misiniz?
İkinci olarak dikkatimizi çeken şey daima davası için fedakarlık yapan ve hep veren el olan ensar topluluğunun fedakârlığıdır. O dönemin bir devesini günümüzün bir TIR kamyonundan daha değerli oluğunu düşünürsek ensarın gözü önünde daha 20 gün önce İslam’ın düşmanı olan şahıslara ne büyük ganimet malı dağıtıldığını tasavvur edin.
Evet, bu dava ancak böylesine sabır, sadakat ve teslimiyet gösterecek dava erlerinin yüklenip de başarıya götüreceği bir davadır. Kıyamete kadar kurtuluşa erecekler de bu ahlak üzere olanlar olacaktır. Ganimet peşinde koşanlar günün sonunda mutlaka kaybedecek ikiyüzlülerdir.
Veyl olsun davasını dünyalığına alet edenlere… Müjdeler olsun davasına samimiyetle yapışıp evine Allah ve Resulünün sevgisi ve muhabbeti ile dönmeye razı olanlara…
Rabbimden ‘Feth’in 1436’ncı yıl dönümünü tüm gönüllerin İslam’a açılmasına ve fütuhat döneminin yeniden başlamasına vesile kılmasını niyaz ediyorum.
Mustafa Kasadar.