Makamlar Ehliyet Sahibi Olanlara Verilmezse Kıyamet Kopar
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke-i Mükerreme’yi fethedince burada Kureyş kabilesinin çeşitli ailelerinde bulunan bazı yetki ve hizmetlerin bir kısmını lağvetmiş, diğer bir kısmını ise devam ettirmiştir. Devamına müsaade ettiği hizmetler arasında Mescid-i Harâm ve çevresine yapılan hizmetler ve su işleri vardı. Mescid-i Harâm ve çevresine hizmet etme görevi Abdüddâroğullarından Osman b. Talha’da bulunuyor, Kâbe’nin anahtarını bu zat taşıyordu. Hacılara su dağıtma vazifesi ise Hâşimoğulları’ndan Peygamberimiz’in amcası Hz. Abbas’ta idi. Resûlüllah (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme’yi fethetmesinin ardından Kâbe’nin anahtarını Osman b. Talha’dan almış ama henüz kimseye vermemişti. Bu esnada amcası Hz. Abbas, bu hizmetin de kendisine verilmesini istedi. Bunun üzerine şu ayet-i kerime indi:
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah, her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa, 58)
Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Osman b. Talha’yı çağırarak Kâbe’nin anahtarını ona teslim etti. (Müslim, Hac, 390).
Buradaki “emanet” kavramı her şeyi içine alan umumi bir kavramdır. Ancak buradan özellikle kastedilen idarenin, hüküm ve kazanın ehil insanlara verilmesidir.
İdareci makamında bulunanların kişisel ihtiraslar ve çıkarlar uğruna ehil olmayan kişileri iş başına getirmeleri İslam’a ve Müslümanlara ihanettir.
Ehil olmadıkları halde bu koltuklara usulsüz bir şekilde oturanlar da ancak cehennem kütüğünün üstüne oturmuş olurlar. Bu ehliyetsiz kişiler esasen kendilerini hak etmedikleri makamlara oturtanlardan daha zalim ve daha bayağıdırlar. Hakız yere oturdukları bu makamlarda geçen her saniye onların günahlarını artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu hususa çok dikkat etmiş ve işbaşına getireceği kişilerde takvâ ile birlikte liyâkat ve ehliyeti de aramıştır. Nitekim bu hususta şöyle buyurmuştur: “Müslümanların bir işine bakan kimse o işi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah’a, Resulüne ve mü’minlere hıyânet etmiş olur.” (Kâsımî, Mehâsinü’t-Te’vil, 5, 1334).
Hz. Ömer (r.a.) da bu hususta şöyle demiştir: “Müslümanların başında bulunan kişi dostluk veya akrabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse Allah’a, Resulü’ne ve Müslümanlara hıyanet etmiş olur.”
Resûlüllah (s.a.v.) kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr el-Ğıfarî (r.a.)’ın bu isteğini geri çevirmiş ve şöyle demiştir: “Ey Ebu Zerr! Sen zayıfsın, bu makam ise bir emânettir. Sonu da kıyâmet gününde perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnâdır.” (Müslim, İmaret, 16)
Bir gün Resûlüllah (s.a.v.) ashabı ile konuşurken bir bedevî geldi ve:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Resûlüllah (s.a.v.) sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. Derken Resûlüllah (s.a.v.) sözünü bitirince:
- “O, kıyâmeti soran nerede?” buyurdu. Bedevî:
- Benim, buradayım ey Allah’ın Resulü! dedi.
Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.)
“- Emânet zâyi edildi mi kıyameti bekle!” buyurdu. Bedevî:
“- Emânet nasıl zâyi olur?” dedi.
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!” (Buhârî, İlim 2)
Mustafa Kasadar.