Yüce Allah’a Saygısı Olmayanın Kâbe’ye Hürmeti Olmaz
Boğaziçi Üniversitesi’nde bir gurup öğrenci tarafından Kâbe-i Muazzama’nın resminin yere atılarak tahkir edilmesi her düzeyde büyük tepki çekti ve kınamalar peş peşe geldi. Bu alkışlanacak bir manzara. Bu tepkilerin en yüksek seviyede devletin zirvesinden gelmesi de çok anlamlı. Ancak keşke benzer tepkiler bu olayla kıyaslanamayacak büyüklükteki isyan ve saygısızlık olan ve bu öğrencilerin de üyesi veya gönüllüsü olduğu her türden gayr-i meşru cinsel sapkınlığı ve ahlaksızlığı savunan dernek yapılarına karşı da gösterilseydi!..
Şunu herkes biliyor ki bu ve benzeri yapılar bataklıkta oluşan sivrisineklerdir. Bu terbiyesizliği yapanlar bu kurulu düzenin kurbanlarıdır. Bu gençleri bu hale getiren maalesef adı Milli Eğitim olan ama hiçbir zaman da milli olamayan eğitim sistemidir. Türkiye’de üniversite öğretimi tamamen dinden uzak bir şeklide yürütülmektedir.
Üniversiteli genç hayatının bu en önemli dönemecinde, üniversite hayatı boyunca İslam dininin inanç esasları ve önerdiği hayat düzeni hakkında tek bir ders olsun görmemektedir. Orta ve lise seviyesinde verilen Din Kültürü dersleri ise çok cılız ve tekrarlardan ibarettir. Din eğitimi tamamen tesadüflere bırakılmıştır. Bu durum bir taraftan dinsizliği körüklerken, diğer taraftan da din simsarlarına kapı aralamaktadır.
Halkının %90’ından fazlasının Müslüman olması; bu Müslüman halka evlatlarını Müslüman birer birey olarak yetiştirme olanağını tanımamaktadır. Çünkü şairin dediği gibi: “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya.” Bu ülke halen daha laik elitlerin tasarrutu altındadır. Halen daha azın azı olan bu laik elitlerin sesi %90’ın sesinden daha gür çıkmaktadır.
Geçmişte de günümüzde de her türden terör ve sapkınlık önce üniversite ortamında tutunmakta sonra halka yayılmaktadır. Terör örgütü liderlerine bakın! İçlerinde üniversiteli olmayan var mı? Sözde diplomalılar arttıkça ahlaksızlık ve yozlaşmada artmaktadır. Çünkü eğitim kurumları öğrencilere ne bir din ve ne de bir ideoloji aşılama yetisine sahip değildir. Dinin üniversite kapılarından içeriye sokulmadığı bir ortamda yetişen öğrencilerden dine, dindara ve dince kutsal sayılan şeylere saygı duymalarını beklemek niye?
İşte burada durup Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin Mekke’de kalıp onüç yıl boyunca sadece tevhidi anlatmasının hikmeti üzerinde durmak lazım. Evet, Hz. Peygamber tam onüç yıl Mekke’de şirk toplumunun içerisinde kaldı ama onlardan içkiyi, kumarı, faizi bırakmalarını istemedi. Çünkü biliyordu ki bütün bu cahiliye görüntülerinin sebebi şirktir, Allah Teâlâ’yı tanımamaktır. Bunun ilacı ise tevhittir. Kişi tevhit ehli olmadan bu tür bataklıklara saplanmaktan kendisini muhafaza edemez.
Lutiler daha yakın bir zamana kadar yaptıkları işin yüz kızartıcı bir ahlaksızlık olduğunun bilincinde olarak yaşarlar ve kendilerini saklamak zorunda hissederlerdi. Ama bugün resmi dernekleri var.
Kanun koruması altında ve göğüslerini gere gere sokaklarda gösteri yapıyorlar, üniversite kampüslerinde örgütleniyorlar. Şüphesiz ki bu lanetlik işleri yapanlara bu özgüveni veren öncelikle sağcısı ve solcusuyla, iktidarı ve muhalefeti ile Batı yanlısı AB’ci siyasi partilerdir.
Onun için hiçbir ayrım yapmadan bütün siyasilere çağrımız gelin ülke insanının sürüklenmekte olduğu ahlaksızlık bataklığını görün. Suçu birbirinize atarak kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü AB’ci iktidarı suçlayan AB’ci muhalefet, eğer iktidarda olsaydı aynı şeyleri yapacaktı. Mesela Ahmet Davudoğlu parti kurmuş! Kurmuş da ne olmuş? Papağan gibi CHP’nin bayat sloganlarını tekrarlıyor. Kendisinin Dışişleri Bakanı olarak imza koyduğu İstanbul Sözleşmesi aleyhine bir şey konuşuyor mu? Yok. O halde iktidar olsa ne yapacak? Tabii aynı şeyleri. İktidarın bunlara göre en azından dine karşı yapılan saygısızlıklara karşı bir yakınması, bir yaygarası var, ama bu adam da o bile yok.
Kâbe-i Muazzama’nın resmine karşı yapılan saygısızlığa gösterilen tepkiler bana yıllar önce şehit Seyyid Kutub’un bir kitabında Batılı kanunların tuhaflığına dair naklettiği şu olayı hatırlattı:
“İngiliz kraliyet donanmasında görevli bir subay bir Rus kadınıyla gayr-i meşru bir hayat yaşamaya başlıyor. Bu subay askeri mahkemeye sevk ediliyor ve suçlu bulunarak ordudan atılıyor. Suçu ise zina etmek değil, İngiltere’nin askeri sırlarının Rusların eline geçmesine zemin hazırlamak.”
İşte Batı kafası bu. Peki, bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olayda da aynı mantık işlemiyor mu? Toplumları helake sürükleyen ve umumi belaların inmesine sebebiyet veren günahların alenen işlenmesine ses çıkartma, hatta onların yayılmasına zemin hazırla, resmi koruma zırhı sağla, sonra da bir kaşık suda fırtına kopart.
Mustafa Kasadar.