* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Resûlullahın (s.a.v.) Taif Dönüşü Bir Müşrik Himayesinde Mekke’ye Girmesi Mesele  (Okunma sayısı 631 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Resûlullahın (s.a.v.) Taif Dönüşü Bir Müşrik Himayesinde Mekke’ye Girmesi Meselesi

Resûlullahın (s.a.v.) Taif’e yerleşmek amacıyla Mekke’den çıkması Kureyş yasalarına göre bir daha Mekke’ye geri dönüp yerleşmesine engel teşkil ediyordu. Bu bir nevi vatandaşlıktan çıkma işlemi idi. Tekrar Mekke’ye dönüp yerleşmesi ancak zor kullanarak mümkündü. O güne kadar Müslüman olan kişilerin sayısı Resûlullahı (s.a.v.) korumaya, müşriklerle savaşmaya yeterdi ama henüz cihat emri gelmemişti. Diğer taraftan da Taifliler bütün ümitlerini yıkmış, kendisine Mekke’ye dönmekten başka bir kapı bırakmamışlardı.

Resûlullah (s.a.v.) Mekke’ye dönmeye karar verince müşriklerin ehl-i vicdan olanlarından koruma istedi. Aracı önce el-Ahnes b. Şerîk’e bir elçi gönderdi ve ondan Mekke’ye dönebilmesi için kendisini himayesi altına almasını istedi. Ancak o kabul etmedi. Sonra kendisini himaye etmesi için Suheyl b. Amr’a gönderdi. O da kabul etmedi. Ardından himaye etmesi için Mut’im b. ‘Adiyy’e adam gönderdi. Mut’im, “Tabii ki evet! Kendisine söyle gelsin” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onun yanına vardı ve o geceyi onun misafiri olarak geçirdi. Sabah olduğunda Mut’im, tamamı kılıçlarını kuşanmış altı yahut yedi oğlunu da yanına alıp Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte evden çıktı ve doğruca Kâbe’ye geldiler.

Mut’imResûlullah’a, “Tavafını yap” dedi ve tavaf boyunca herhangi bir saldırıya karşı elleri kılıçlarında beklediler. Bu arada EbûSüfyân gelip Mut’im’e, “Sen bir himayeci misin yoksa O’na tâbi olmuş biri misin?” diye sordu. O da, “Hayır, himayeciyim” dedi. EbûSüfyân, “Öyleyse himayeni bozma” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten kısa bir süre sonra Mut’im b. ‘Adiyy öldü. Mut’im b. Adiy daha önce de Müslümanlara karşı üç yıl boyunca uygulanan ambargonun kalkmasına öncülük etmiş bir kişi idi. Bu yüzden olsa gerek Resûlullah (s.a.v.) Bedir günü müşrik esirlerin serbest bırakılması için birçok kişi aracı olmak istemiş ama Resûlullah (s.a.v.) bu isteklerin tamını şöyle buyurarak geri çevirmiştir:

“Şayet Mut’im bin ‘Adiyy hayatta olup da benden şu elebaşların bağışlanmasını isteseydi, onların tamamını kendisine bağışlardım” demiştir.(1) Böylece kendisine yapılan bu iyiliğin ne kadar değerli olduğunu göstermiştir.

Burada şunu hemen belirtelim ki bu himaye karşılıklı bir taviz veya pazarlıkla ortaya çıkmış değildir. Mut’im b. Adiy, bu koruması karşılığında hiçbir maddi menfaat temin etmemiş ve hiçbir şart koşmamıştır. Aksine tamamen o dönemin örfüne uygun olarak kendisinden yardım isteyen birisine karşılıksız yardım etmiştir.

Eğer bir taviz istenseydi ve Mut’im, Allah Resulünün davet ve özgürlük alanına karışsaydı o zaman resmin boyutları tamamen değişirdi. Konuyla ilgili en çarpıcı ve en canlı örnek, İbnu’d-Dağinne’nin Hz. Ebû Bekir’i (r.a.) himayesi altına alışında görmekteyiz.

Müslümanlar ağır işkencelere maruz kaldıklarında Hz. Ebû Bekir (r.a.) de bundan nasibini almış ve Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Ancak el-Ğımâd denen yere ulaştığı zaman el-Kârre kabilelerinin reisi İbnu’d-Dağinne ile karşılaşmıştı. İbnu’d-Dağinne ona, “Nereye gitmek istiyorsun ey Ebû Bekir?” diye sormuş, O, “Kavmim beni Mekke’den çıkardı. Yeryüzünde gezip dolaşmak, böylece Rabbime (serbestçe) ibadet etmek istiyorum” demişti. İbnu’d-Dağinne, “Ey Ebû Bekir! Senin gibi bir adam (yurdundan) ne çıkmalı ne de çıkarılmalı… Ben seni himayeme aldım. Dön ve Rabbine öz yurdunda ibadet et” demiş ve Ebû Bekir (r.a.) ile birlikte Mekke’ye dönmüştü. Onu evinin içinde ibadet yapmak üzere himayesine almış, Kureyş’in ileri gelen kâfirlerini dolaşarak Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) kendi himayesinde olduğunu ve ona dokunmamalarını ihtar etmişti.

Ancak Hz. Ebubekir evine bitişik bir mescit edinmiş ve orada sürekli namaz kılıp güzel ve yanık sesiyle Kur’an-ı Kerim okumaya başladı. Onun bu kıraati Mekke halkının üzerinde çok derin tesirler yapmaya başlayınca müşrikler çok rahatsız olmuş ve İbnu’d- Dağinne’den himayesini kaldırmasını istemişlerdir.

Hz. Âişe der ki: “Bunun üzerine İbnu’d-DağinneEbû Bekir’e gelip, ‘Seninle ilgili müşriklere verdiğim sözü biliyorsun. Ya münhasıran buna bağlı kal, ya da himayemi bana geri sal. Ben, Araplar arasında himayesini kendi eliyle bozmuş bir adam olarak anılmayı asla hoş bulmam’ demişti. Ebû Bekir de, ‘Ben senin himayeni sana iade ediyorum ve yalnızca Allah’ın himayesine sığınıyorum’ demişti.”(2)

Davetle çatışmadığı sürece bu gibi cahiliye değerleri ve olgularından istifadeye cevazın var olması, Müslüman kişinin illa da bunları kullanacağı anlamına gelmez. Müslüman bir davetçi Allah yolunda çekilecek eziyetlere karşı sabır yolunu tutabilir, müşrik bir kimsenin hiçbir minneti ile hiçbir iyiliğini boynunda borç olarak bırakmamayı tercih edebilir. Osman b. Maz’ûn’un (r.a.) yaptığı gibi.

Osman b. Maz’ûnVelîd b. el-Muğîre’nin himayesi altında rahatça İslam’ı yaşıyordu. Ancak Resûlullah (s.a.v.) ve ashabının maruz kaldıkları bela ve musibetler içinde iken kendisinin Velîd b. el-Muğîre’nin himayesi altında rahatça yaşaması kendisini rahatsız etti. Kendi kendine,

“Arkadaşlarım eziyet ile işkencelere maruz kalmışken ben bir müşrikin bana sağladığı himaye sayesinde böyle güven içinde gidip geleceğim. Bu olur şey değil, bu benim için büyük bir eksikliktir” dedi ve kalkıp Velîd b. Muğîre’ye giderek, “Ey Ebû Abdi-Şems! Himayen tamama erdi, gayrı himayeni sana iade ettim” dedi. Velîd ona, “Niye, ne oldu ki yeğenim? Kavmimden birileri seni rencide mi etti acaba?” deyince Osman, “Hayır, böyle bir şey olmadı. Şu var ki ben, yalnızca Aziz ve Celil olan Allah’ın himayesine sığınıyorum ve O’ndan gayrı kimsenin himayesinde kalmak istemiyorum” diye cevap verdi.

O halde davanın temel esaslarından taviz verilerek yapılan işbirliklerin hiçbir İslami tarafı yoktur. Temel esaslar asla pazarlık konusu yapılamaz.

Davanın seyrine dışarıdan müdahale yapılması asla kabul edilemez. Bu kural, bizim dışımızdakilerle yapılacak işbirliklerinde kırmızıçizgimiz olmak zorundadır.

1-İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3/151.

2-Buhârî, Kitabu’l-İcâre, Bab: CivaruEbî Bekir, c.3, s.126. Geniş bilgi için bkz. Münir Muhammed Gadban, Fıkhu’s-Sire.

Mustafa Kasadar.