Ashab-ı Kiram’ın Kardeşliği
Ashab-ı Kiram (rhm) biz mü’minlere şüphesiz ki her konuda en güzel örnektir. Çünkü onlar hayatlarına yön veren Allah’ın dinini bizatihi âlemlere rahmet olan Efendimizden (sa) öğrenmiş ve en güzel bir şekilde tatbik etmişlerdi. İşte bu nedenle bizler, “mü’minlerin kardeşliğini” de o mübarek nesilden öğrenmeli ve onlar gibi tatbik etmeye çabalamalıyız. Böylece Rabbimiz bizleri o kutlu neslin dosdoğru yoluna ulaştırsın.
Kardeşlik hususunda Ashab-ı Kiram’a baktığımızda; onların bu hususun edebiyatını yapmadığını, olabilecek en iyi şekilde kardeşliğin hakkını verdiğini, içselleştirdiğini ve örnekliğini teşkil ettiğini görürüz. Yoksa saadet asrını gerçekleştirmek nasıl mümkün olabilir?
Mekke’de ilk Müslüman olan o kutlu erler, İslam kardeşliğini ilk önce yaşamaya başlayanlardı şüphesiz. Mekke’nin o karanlık cahili döneminde, iman bağıyla ve dönemin öğretilerinin aksine Kur’an’ın yeni düsturlarıyla Allah’a, Resulü’ne ve birbirlerine sımsıkı bağlanan az sayıdaki o mü’minler, birbirlerini kendi öz kardeşlerine ve akrabalarına tercih ediyorlardı. Çünkü bu yeni din onların asıl gündemi olmuş, yaşam şekillerini baştan aşağıya değiştirmeye başlamıştı. Kendileri gibi iman etmeyen ailelerinin yanında adeta ruhları sıkılıyor, bunalıyor; Allah Resulü’nün (sa) ve mü’min kardeşlerinin yanında ise gerçek özgürlüğün, içtenliğin, güven ve sadakatin tarifsiz lezzetini duyuyorlardı. Bu durum onların imanını artıran bir rol de üstleniyordu. Allah (cc) şöyle buyuruyordu:
“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar, Allah'a ve Resulü’ne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücadele, 22)
Mekke’de örneğin Hz. Hamza, Zeyd b. Harise ile; Ebu Ubeyde b. Cerrah, Ebu Huzeyfe'nin azatlı kölesi Salim ile; Ubeyde b. Haris ise Bilâl-i Habeşî ile (Allah hepsinden razı olsun) hür veya köle olmalarına bakılmaksızın kardeş ilan edilmişlerdi. (İbn Abdil-Berr, Dürer: s.90)
Bir yanda Hz. Ebu Bekir, mü’min kardeşi Hz. Bilal’e yapılan işkenceler karşısında dayanamıyor; uzaktan yakından bir akrabalık bağı ve hiçbir menfaati olmamasına rağmen, Bilal’in esaretine ve eziyetlere son vermek için birçok köle satın alabileceği bir bedeli vermekten asla geri durmuyordu. Diğer yanda Hz. Mus’ab bin Umeyr, iman ettikten sonra çokça zengin olan ailesinden ve müreffeh hayatından kopuyor; sıkıntı, baskı ve tehdit altındaki yeni kardeşlerini tercih ediyor, onların safında yer alıyordu. Onlarla birlikte o da eziyetlere maruz kalıyor, ancak tercihini ve safını değiştirmiyordu.
Mü’minlerin kalpleri birbirlerine âlemlerin Rabbi tarafından ısındırılıyor, zorluklara birlikte göğüs geriyorlardı. Bu sıkı dostlar Kâbe’nin yanı başında zengin-fakir, soylu-köle ayırt edilmeden birlikte hırpalanıyor ve müşriklerin eziyetlerine sabrediyor ve birlikte karşı koyuyorlardı. Ve nihayet Mekke’de durulamaz hale gelince, kutlu Resul’ün emriyle, geride bıraktıkları mallarına bakmaksızın birlikte Habeşistan’a, birlikte Medine’ye hicret ediyorlardı.
Kardeşliğin ve gerçek dostluğun yepyeni bir sayfası ise Medine’de yazılacaktı. Aralarında kilometrelerce uzaklık bulunan bu iki şehrin insanları, birbirleriyle kardeş ilan edilecek ve kimi Ensar (Yardım edenler), kimi Muhacir (Hicret edenler) olma saadetine ulaşacaktı.
Mekkeli muhacirler, Medine'ye hicret ettiklerinde Ensar onları evlerinde misafir edip ağırlamak için âdeta yarış ediyorlardı. Gelen muhacirleri aralarında paylaşamamışlar, bu değerli misafirleri evlerinde ağırlamak için aralarında kur’a çekmişlerdi. (Buharî, Menakıbu'l-Ensar 6)
Medine'de hicretten beş ay sonra Enes b. Malik'in (ra) evinde yeni bir kardeşlik akdi gerçekleştirilmişti. Bu kardeşlik akdinde doksan kişi bir araya gelmiş, Muhacirlerle Ensar ikişer ikişer kardeş olmuşlardı (Buharî, Edeb, 67) Bu kardeşlik sözleşmesinde Hz. Ebubekir, Harise b. Zeyd ile; Hz. Ömer, Utban b. Malik ile; Hz. Osman, Evs b. Sabit ile; Hz. Selman ise Ebu'd-Derdâ ile kardeş olmuşlardı.
Âyet-i kerimede mü’minlerin kardeşlik bağlarıyla ilgili şöyle buyrulmaktadır:
“Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının, umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat, 10)
Bununla birlikte yüce Rabbimiz bizlere, cahiliyye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazreç kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini şöyle hatırlatmaktadır:
“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (Al-i İmrân, 103)
Bu kardeşliğin anlatılan en üstün örneklerinden biri de şüphesiz, Ensar’dan Hz. Sad b. Rebi ile Muhacirden Hz. Abdurrahman b. Avf’ın hikâyesidir. Bu iki örnek sahabe Allah Resulü (sa) tarafından kardeş ilan edilince Hz. Sa’d, Abdurrahman’a: “Kardeşim, ben Medine’nin en zenginiyim. Malımın yarısını al. Nikahımda iki karım var; bak, hangisini istersen boşayayım, onunla evlen” teklifinde bulundu. Hz. Abdurrahman ise: “Allah aileni de, malını da sana mübarek kılsın. Siz bana çarşının yolunu gösterin” dedi. Sonra gitti, alış veriş yaptı, kar etti, akşama biraz peynir ve yağ ile eve döndü. Çok geçmeden zengin oldu ve evlendi. (Buharî, Menakıbu'l-Ensar)
Kur’an-ı Kerim’de bu kardeşlik halleri şöyle bir ayet-i kerime ile özetlenmektedir:
“Bundan başka bu mallar, Hicret eden fakirleredir ki; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resulü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar.
Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr, 8-9)
İşte bu, gerçek iman kardeşliğine Rabbimizin şahitliğidir. Ne mutlu onlara! Peygamberimiz (sa) de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İmân, 7)
Sahabenin hayatından akseden bir başka çarpıcı olay ise şöyledir:
Hz. Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil, Ayyaş b. Ebi Rebia (ra) (veya Süheyl b. Amr) Yermuk savaşında ağır yaralar aldılar. Yerlerinden kıpırdayamıyorlardı. Haris içmek için biraz su istedi.
İkrime’nin kendine baktığını görünce, “Suyu İkrime’ye verin!” buyurdu. İkrime su kabını eline alınca Ayyaş’ın kendine baktığını gördü ve “Suyu Ayyaş’a verin!” diyerek ona gönderdi. Ancak, su kendisine ulaşamadan Ayyaş ruhunu teslim etti.
Suyu taşıyan diğer ikisine koştuysa da, onlar da suyu içemeden şehadet şerbetini içtiler. (İbn Kesir, El Bidaye ve’n Nihaye, V, 9)
Hz. Enes (ra) anlatıyor:
Muhacirler: “Ya Rasulullah, yanlarına geldiğimiz kavmin emsalini görmedik. Ellerinde azcık bir şey olsa, bizimle paylaşıyorlar. Bolluk içinde iken bol bol veriyor, bizim yerimize çalıştıkları halde mahsullerine ortak ediyorlar. Bütün sevap ve mükâfatın onların olmasından korkarız!” dediler. Rasulullah (sa) ise: “Hayır, onları övdüğünüz ve hayır dua ettiğiniz müddetçe siz de aynı sevabı alırsınız!” buyurdu. (Tirmizî, Kıyame, 2487.)
Hz. Cabir’in anlattığına göre; Ensar, hurma mahsulünü muhacir kardeşleri ile şöyle paylaşıyordu: Hurmaların yapraklı olanlarını bir yere, yapraksızları ise diğer bir yere topluyorlardı. Yapraklı taraf çok görünmesine rağmen hurması azdı. Muhacirlere istedikleri kısmı seçmelerini söylüyorlar, onlar da çok hurma Ensar’a kalsın diye, az görünen kısmı seçiyorlardı. Ancak, hurmaların çoğu muhacirlere gitmiş, azı ise Ensar’a kalmış oluyordu. (Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid, 10/40. Bezzar'dan nakledildi.)
Burada anlatılan sahnelerin birer hayal mahsulü değil, yaşanmış olaylar olduğuna dikkat etmemiz gerekiyor. Ne büyük samimiyet, ne güçlü örneklik!
Ashabı Kiram’ın Peygamber Efendimiz’e olan kardeşlik bağları onlar için çok daha kıymetli anlamlar içeriyordu. Hz. Ömer (ra) anlatıyor:
Peygamberimizden umreye gitmek için izin istedim. İzin verdi ve bana “Sevgili Kardeşim! Dualarında bizleri unutma!” dedi. Hz. Ömer (ra) diyor ki: “Peygamberimiz, o zaman bana ‘Sevgili Kardeşim’ diye hitap etmişti. Bana öyle bir güzel kelime söyledi ki, bütün dünya benim olsaydı bu kadar sevinmezdim. (Ebu Davud, Vitir, 27; Tirmizî, Deavât, 110; İbn Mace, Menasik, 5.)
Peygamber Efendimiz’in bu konudaki diğer bazı hadisleri şöyledir:
“Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir.” (Hadisi rivâyet eden Ebû Musa El-Eş'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir.) (Buhârî, Salat, 88; Müslim, Birr, 65; Tirmizî, Birr, 18; Nesâî, Zekat, 67)
“Zalim de olsa, mazlum da olsa mü'min kardeşine yardım et!” Zalime nasıl yardım edileceği sorulduğunda Efendimiz şöyle dedi: “Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.” (Buhârî, Mezalim, 4; Müslim, Birr, 62).
“Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz!” (Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Bbirr, 23; Tirmizi, Birr, 24)
“Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter!” (Müslim, I, 32)
Hz. Ali’nin gerçek kardeşliği şöyle tarif ettiği rivayet edilir: “Senin hakiki kardeşin; seninle beraber olan, sana menfaat versin diye kendi nefsine zarar vermeye razı olan, zamanın felaketleri kapını çaldığı vakit senin dağınık durumunu derlemek için derli toplu öz durumunu dağıtandır.”
Rabbimiz bizleri de kendi rızası için böyle kardeşler edinenlerden eylesin.
Amin.