YÖVBE
Bugün TÖVBE günü olsun, Allah’a sığınma, O’na boyun eğme, teslim olmak için bir Milad, bir başlangıç olsun. Her gün güneş doğar, etrafı aydınlatır ama uyanmıyoruz, güneş doğar dünyayı ısıtır, zamanı eritir, yine uyanmayız biz. Sayılı olan nefeslerimiz tükeniyor, ölüm yaklaşıyor, saç ve sakallarımız ağarıyor, yakınlarımız bir bir FANİ olan dünyayı terk ediyor, yine uyanmıyoruz. Ya Rabbi bu derin uykudan, bu narkozlu halimizden kurtar ve UYANDIR bizleri. Ölüm gelince fırsatlar bitecek, TÖVBE ve pişmanlık şansı kalmayacaktır. İkinci bir imtihan şansı bize verilmeyecektir (Secde ve Fatır sûreleri). Ölmüş olanlardan geri dönen olmayacak ve ne yaptılarsa onunla yargılanacaklar, yargılanıyorlar. Ama biz hâlâ yaşıyoruz ve hâlâ bizim yalvarma, yakarma, uyanma şansımız var. Hâlâ zalim olan nefsimizi eğitebilir, şeytanın hilelerinden kurtulabilir, kalbi hastalıklarımızdan da, Şeytan ABD ve avenelerinden de kurtulma mücadelesi verebilir, Kur'an'la, Sünnet'le, zikirle, namazla, cihatla, infakla… dirilebiliriz. O halde bugün o gün olsun. Haydi ya Allah diyelim ve işe koyulalım aziz dostlar.
Rabbim, bizlere rızasını, ebedi saadeti ve bunun için gerekenleri yapmayı nasip eylesin inşaAllah.
Değerli kardeşlerim, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olan siz değerli dostlar, başta kendime ve sonra da sizlere bazı sorular sorduktan sonra nedenleri ve çözüm yollarını birlikte düşünelim: Biz ümmet olarak ne durumdayız, İslam coğrafyasının içinde bulunduğu vaziyet bir facia olmasına rağmen neden ciddi bir ses çıkmıyor, biz niye bu hallere düştük? Bizler niye bu kadar zayıf ve etkisiz hale geldik, neden bu kadar cahil kaldık veya bırakıldık, neden içimizdeki ihtilaflar bitmez tükenmez bir mecraya girdi, niçin fakru zaruret içinde yüzüyor İslam ümmeti… Üstelik bütün yeraltı ve yerüstü zenginliklerine rağmen? Niçin helal harama dikkat etmez olduk? Niye faiz belasına bu kadar dûçar olduk, içki, uyuşturucu ve bütün müskirat bizi niye bu kadar kasıp kavuruyor? Ölçü ve tartıda hile yapmak, insanları kandırmak nasıl bu kadar sıradanlaştı? Yalan konuşmak, emanete ihanet etmek, verilen sözü tutmamak neden bu kadar yayıldı? Emin olmak, güvenilir olmak neden para etmez bir hal aldı? Sıla-i rahim, komşu ve dost ziyaretleri niye bu kadar azaldı, yok olmaya mahkûm oldu? Zekât, sadaka ve her türlü İNFAK niçin can çekişiyor? Aile kurumuna savaş ve her türlü saldırı niye bu derece hızlandı, kimler tarafından sinsice desteklendi, niye zina serbest, genç evlik suç oldu, neden boşanmalar arttı, evlenmeler zorlaştırıldı?.. Niye münkere, harama ve ifsada… bu kadar duyarsız hale geldik, ne oldu bize?.. Neden okumuyor, düşünmüyor, tefekkür etmiyor ve üretmiyoruz?.. Kim düzeltecek bütün bu facia hükmündeki problemleri?
Bu soruları artırmak mümkün. Ancak biraz da bu tahribatın nedenleri üzerinde durmamız gerekir, kendimizi sorgulamamız ve muhasebeye çekmemiz gerekir. Vakit az işimiz çok, uyanık olanlar az uyuyanlarımız çok. Yangın var, bir an önce bu yangını söndürmemiz gerekir. Ancak önce bu felaketi görecek, görebilecek insan kaynağımızı hazırlamak gerekir. Hatta bundan daha önemlisi, bu işin düzeleceğine, düzelebileceğine olan inançtır. Bu inanç olmazsa ye’s başlar ve çözümsüzlük oluşur. İnanç ve iyi bir ekip veya ekiplerle birlikte acil olan konulardan hemen başlayıp ıslah ve inşa hareketi, bireysel ve toplumsal dönüşüm ameliyesi, topyekûn bir öze dönüş ve TEVBE çabalarını büyük bir özveri ile başlatmalıyız. Fert, aile, cemiyet ve cemaatler, devlet ve ümmet olarak kendimizi hesaba çekmemiz ve seferberlik ilan etmemiz gerekir. Çökmüş ve adeta komada olan bir milleti kurtarmanın mümkün olduğunu bilerek, planlı ve programlı bir şekilde çalışarak, hata ve günahlarımızdan samimi bir şekilde pişmanlık duyarak TEVBE etmemiz gerekir. İnsanın dönüşümü kolay değil ve uzun bir zaman alır. Lakin “hatanın neresinden dönülürse kârdır” prensibinden hareket ederek uzun vadede sonuç almak mümkün. Sonuç alınamazsa bile görev yapılır, takdirini Yüce Rabbimiz yapar. Sefere çıkmak bizim, zafer takdiri Yüce Allah’ındır. Namazla, adamakıllı bir namazla işe başlamamız şart. Kur'an’ı anlayarak okumak ve yaşamak gerekir. Resulullah Efendimiz'in (sav) sünnetine, ahlakına, eğitim tarzına hemen sarılmak gerekir. Sadıklarla, salih insanlarla beraber olmak, onlardan feyz almak gerekir. İlim, amel, ihlas kurtuluşun esasıdır, akletmemiz, anlamamız icap eder. Samimi bir yöneliş, samimi bir tevbe bizi Rabbimizin nusret ve inayetine götürür. Hem taban hem tavan birlikte bu işe karar verdiği an hızla mesafeler alınır.
Fert ve yoğun olarak yaşadığımız en önemli olarak gördüğümüz bazı hata ve hastalıklarımızı ifade etmek istiyorum: Dünyevileşme hastalığına kapılmışız, gaflet içinde yüzüyoruz. Ya Allah deyip bütün cihad ve ihya araçlarını kullanarak ahiret yurduna, esas görevimize yönelmek zorundayız. Yüce Allah (cc), “Siz acil ve geçici olanı (yani dünyayı) seversiniz, ahireti ise kulak ardı edersiniz.” buyurmaktadır. Halbuki yine Rabbimin ifadesiyle: "Ahiret birincisinden (yani dünya hayatından) daha hayırlıdır buyurmaktadır, bu bir. Çözüm, ahirete yönelmek, Rabbimize teslim olmak ve itaat etmektir. İkincisi, duyarsız, tepkisiz, nemelazımcı bir hastalığa yakalanmışız. Bu hastalıktan da uyarıcı, uyandırıcı, canlandırıcı ilaçlarla davet ve irşad, tebliğ ve cihad çalışmalarına hemen başlamakla kurtulabiliriz. Biz bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Münkere müdahale nasıl ve ne ile gerekiyorsa o araçla yapmak şart ve elzemdir. Üçüncüsü de, bizi biz yapan büyüklerimizi, öncülerimizi, âlim ve mürşitlerimizi… birilerinin elinden kurtarmamız gerekir. Efendimiz'e kadar uzanan bir değersizleştirme projesi gündemdedir. Özellikle din kisveli sözüm ona ilahiyatçılar eliyle büyük oranda icra edilmektedir. İmam Gazali'den İmam Rabbani'ye kadar, İmamı Azam’dan İmam Şafii'ye, sahabelere kadar bütün büyüklerimiz saldırı altında maalesef. Üç D hastalığı dediğimiz bu üç hastalıktan da bir millet olarak hemen TEVBE etmeliyiz.
Ayrıca ihtilaflarımızı gözden geçirip ittifak ve ittihat çalışmaları için büyük çabalar göstermeliyiz. Rahmetli Erbakan Hocam'ı burda yâd etmeden geçemeyeceğim. D-8'leri kısa bir sürede hayata geçirmesi büyük bir ferasettir ve büyük bir ittihad çalışmasıdır. İslam Birliği onun için çok mühimdi, sözde bırakmadı, gereğini yaptı, yarım kaldı. Mekânı cennet olsun. Abdülhamid Han da, “ittihad-ı İslam” mefkuresiyle yandı tutuştu. Otuzüç yıl boyunca bunun mücadelesini verdi. Onun düşürülmesiyle koca Osmanlı dokuz yıl sonra yerle bir edildi. Hilafet de, saltanat da, altıyüz yıllık hafıza da gitti. Ümmet paramparça edildi. Ümmetin başsız kalmasıyla birlikte ihtilaflar ve suni problemler ihdas edildi. Ümmet birbirine düşürüldü. Bütün bunlar bir hesabın ve mühendisliğin sonucudur. Dünya Siyonizminin bir başarısıdır, tesadüfi değildir. Diğer önemli bir hastalığımız ise CEHALET'tir. Cehalet belasından da kurtulmak için ne gerekiyorsa acilen, hemen yapmalı, Milli Eğitim, Aile Bakanlığı ve bütün sorumlular birlikte çalışmalıdır. İlim tahsil ederek, teknolojiyi takip ederek cehaletten de hemen TEVBE etmeliyiz. Çünkü bütün maddi manevi hastalıkların temelinde cehalet yatar, eğitimsizlik yatar. Başka bir sıkıntımız da maddi fakirlik problemidir. Bizler ekonomik olarak zayıf ve fakir kalmışız, güçsüz bırakılıp birilerine muhtaç hale getirilmişiz, sömürülmüşüz. Fakru zaruret içinde yaşıyoruz. Ekonomik bağımlılık bizi şer odaklarına boyun eğdirmektedir. Tam bağımsızlık güçle, kuvvetle olur. Para veren emir de verir. Batı kültürü bizi her açıdan kuşatmış, harf inkılâbıyla geçmişimizden, tarihimizden koparıldık, hilafetin kaldırılmasıyla da ümmet başsız bırakılmıştır. Bir bütün olarak, bir millet olarak, fert, cemaat, devlet ve ümmet olarak kendimize gelip TEVBE-İ NASUH ile pişmanlık duymalı ve gereğini acilen yapmalıyız.
Son söz şudur: Dert çok, hastalıklar çok, tahribat büyük, düşman çeşit çeşit ve güçlü. Nefis ve Şeytan en büyük düşman, ABD, İsrail... Siyonizm, yerli hainler… Say say bitmez. Ancak hiç kimse kadir-i mutlak olan Yüce Allah’tan daha büyük değildir. Samimiyetle, birlik beraberlik ve kardeşlikle, ilimle, irfanla, cihadla, azimle… ıslah, ihya ve inşa mümkündür. Eğitim ve aile bu işin esasıdır. Yeter ki dünyadan ahirete, nefis ve şeytandan ALLAH’a rücu edelim, O’na sığınalım. Pişmanlığımızda ve TÖVBEMİZde samimi olalım ve gereğini yapalım. Dönüş ve yeniden inşa mümkündür. Dirilmemiz için ciddi bir iradeye ihtiyaç vardır. Ümitvar olalım ve bilelim ki Allah nurunu tamamlayacaktır. Bu, O’nun vadidir. Yeter ki Rabbimize kulak verelim, O’na ama sadece O’na ibadet ve itaat edelim, kalbi hastalıklardan da ısrarla kaçınalım. Yalan, riya, kibir… gibi manevi hastalıklardan da usulüne göre TÖVBE edelim. Esas HESAP GÜNÜ gelmeden elimizi çabuk tutalım. Muhasebemizi iyi yapalım. LA ĞALİ̇BE İLLELLAH diyerek sözlerimi bitiriyorum. Söylemek bizden, muvaffakiyet Yüce Rabbimdendir. Allah’a emanet olunuz aziz dostlar.