Doğruları Acı Değil Tatlı Dille Söyleyecek Dostlar Lazım
Her insanın çevresinde sosyal konumuna göre az ya da çok birtakım dost veya öyle sandığı kimseler muhakkak vardır. Gerekli-gereksiz alkış tutarlar; “En büyük sensin!”,
“Çok yaşa!” gibi tezahürata boğarlar… Kovsa dahi etrafından ayrılmazlar…
Acı ve sıkıntılı günler yaşayanlar gerçek dostlarını daha çok anlarlar. Bunu yaşamayanlar az bir şey kestirmiş olsalar da daha geç iç yüzlerinin farkına varırlar etrafını çevreleyenlerin. Belki o zaman da iş işten geçmiştir…
“Dost kara günde belli olur” atasözü de tam burada devreye girer.
Zira bolluk, şenlik zamanında ödenecek bir bedel olmayıp, daha çok yararlanılacak menfaatler olduğundan birçok kimseyi çevrenizde görebilirsiniz. Ama sıkıntılı, zorlu günlerde ise acıyı, zorluğu üstlenmek, ona göğüs germek gerektiğinden sadece gerçek dostlarınızı yanınızda bulabilirsiniz.
Bu yüzden “dost” kavramını özellikle seçtim.
Zira insanın hasbelkader beraber içli dışlı olduğu, yaşam sürdüğü (anne-babası, kardeşleri, eşi ve çocukları da dâhil) kimi yakınları da onu himaye eder, korur-kollar, yükümlülüklerini üstlenebilir. Ama bununla beraber hiç biri o kimsenin gerçek dostu olmayabilir.
Özellikle Kur’ânî terim olarak ele aldığımızda bunu rahatlıkla anlayabiliriz.
Nitekim Allah Teâlâ indinde gerçek dostluğu iman şekillendirir.
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (5-Maide 55)
Ve bu ayet, özet olarak Müslüman bir şahsiyetin çevresini nasıl belirleyeceğine ışık tutmaktadır.
Şöyle ki, eğer Allah’ a inanan bir kul isen dostlarının birinci sırasına mutlaka Allah’ı “veli” olarak koymalısın. İkinci sıraya Allah’ın elçisi peygamberi ve sonra da alnı secdeli müminleri koymak durumundasın.
Allah ve Resulünü tanımayan, onlara saygı duymayan annen-baban, kardeşlerin ve dahi en yakın eşin ve çocukların da olsa her şeyini paylaşacağın, güveneceğin manada dost edinemezsin.
Mesela, peygamberimizden desteğini kesmeyen amcası Ebu Talip de iman etmediğinden Allah Resul’ünü korumakla beraber Allah’ın tanımladığı dostu değildi.
“Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır.” (9-Tevbe 23)
Tüm bunlara rağmen, inkâr derecesinde müşrik, Yahudi veya Hıristiyan da olsa yakınlarına veya başka her hangi birine saygısızlıkta bulunamazsın, haklarına tecavüz edemezsin, asla adaletsizlik yapamazsın…
Dostluk farklı, haklarını gözetip riayet etmek farklı şeylerdir.
Lakin Allah ve Resulünün haklarını da çiğnetemezsin.
Bu ölçüyü esas alırsak tek başımıza -İbrahim (as) gibi- muvahhit bir Müslüman kalsak da, büyük kitleleri peşimizden sürükleyen bir yönetici olsak da dayanacağımız, güveneceğimiz dost tercihini doğru belirlemeliyiz.
Zira acı da olsa doğruları bize söyleyecek olan gerçek dostlarımız olacaktır.
Dünya bize daraldığında her taraftan olumsuzluklar bizi çepeçevre kuşattığında yardımımıza koşacak olanlar, Allah ve Resul’ünün tanımladığı dostlar olacak, bunu unutmamalıyız.
Yüceldiğimizde sevinecek, takdir edecek olanlar samimi dostlarımız olabileceği gibi dara düştüğümüzde veya yanlış yapacak olduğumuzda, Mevlana’nın ifadesiyle bize “doğruları acı değil, tatlı dille” söyleyecek ve bizi düşmanlarımıza teslim etmeyecek olanlar yine bu arkadaşlarımız olacaktır.
Doğrularımız, başarılarımız olduğunda ve hatta yanlışlarımızdan döndüğümüzde dostlarımız sevinecektir; Allah’a hamd edeceklerdir.
Düşmanlarımız ise çatlayacaklardır; Kur’ânî terimle; öfke ve kinleri ağızlarından taşacak olurlar.
Bu bile kimin gerçek dostumuz, kimin ise kuyumuzu kazan birer hain olduğunu bize anlatabilmelidir.
Ve şunu unutmamalıyız.
Nasihat eden makamında olsak da dinleyen konumunda olsak da hatası düzeltilmek istenen de olsak, düzeltmek isteyen de olsak danışacağımız, güveneceğimiz dostlarımızdan gücenmemeliyiz.
Aramıza kara kediler girmiş olsa da dünya meşgaleleri, elde ettiğimiz veya kaybettiğimiz makamlar sebebiyle birbirimizi unutmuş olsak da affetme kapımızı, onların bize dönüş yolunu asla kapatmamalıyız.
Hatta fırsatını yakalayıp, hasbıhal etme, tekrar ve yeniden daha gelecek güzel günler ve başarılar için meşverette bulunmayı arzulamalıyız.
Bundan da önemlisi, yanlışımızı usulünce bize söyleyebilen dostlarımız olduğu için Allah’a hamd etmeliyiz.
Ve sadece doğrularımızı değil hatalarımızı da söyleyebilen dostlar, bizim gerçek dostlarımız olmalı.
“Bana hatalarımı gösteren kimseden Allah razı olsun!” diyen Hz. Ömer bununla, böyle dostlarla adaleti tesis etmişti.
Hata yaparsan “Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!” denildiğinde de ellerini açarak; “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun…” demiş ve akabinde de “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde, uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur” deyivermiş.