Dostluk ve Doğruluk Üzerine
Doğrulara şahitlik konusunda sergilediğimiz yetersizlik yanında yanlış bilgi, eksik bilinç ve sorunlu yorumlara karşı da zaaflarla doluyuz…
En samimi dostluklarda bile ölçüsüz eleştiriler, takılmalar insanda bir uzaklık hissi meydana getirebilir. Bu her insanın izzet-i nefsi, ruh dünyası, gönül genişliği ile ilgili bir konu. Bu yüzden, yakın veya uzak insanın benliğinin dahil olduğu her hususta, her daim ölçülü olmak vazgeçilmezimiz olmalı bir düstur olarak.
Bunun yanında, insan kendisinin veya başkalarının hak hakikat konularındaki durum ve tutumlarını değerlendirirken hakikati de ilişki düzeneğine feda etmemeli.
Bu konularda yaygın olan tutumumuz, kimseyi kırıp incitmemek adına birbirimizin bilgi, bilinç hatta daha vahimi inanç konularına dair yanlış yaklaşım ve tutumlarını da idare etme şeklinde gelişiyor.
Hakikat karşısındaki zaaflarımız veya hakikate şahitlik etme cesareti ve kararlılığı gösterme konusundaki zaaflarımız, sadece eş dost hatırını gözetmeyle sınırlı değil. Günlük hayattaki sıradan olay ve durumlardan, daha geniş manada toplumsal ve siyasal değerlendirmelerimize kadar kişisel ilişkilerimizi, durumlarımızı, mevcut ve muhtemel pozisyonlarımızı merkeze alarak yapıyoruz çoğu zaman değerlendirmelerimizi ve bu değerlendirmelerimiz, bu durumlarımızın değişkenliğine göre de değişiklikler gösteriyor. İlişkilerimizin yakın veya uzaklığını, serin veya sıcaklığını da bu konum ve beklentiler üzerine kurabiliyoruz. Sahip olduğumuz değerlerimiz namına gözlem, değerlendirme ve şahitliklerimizi, bu minval üzere, eğip bükmemiz ise kendi aleyhimize de olsa hakka şahitlik etme buyruğu ile aleni çelişkiler arz ediyor.
Doğrulara şahitlik konusunda sergilediğimiz yetersizlik yanında yanlış bilgi, eksik bilinç ve sorunlu yorumlara karşı da zaaflarla doluyuz. Yanlışa yanlış deme üslubumuz hep bir (yanlışı değil yanlış bileni hedef alan) alaycılık ve kınamalarla karışıyor benliğimizi okşayan. Ya kendi doğrularımızı, mutlak gerçeklik ifade ediyormuş gibi ya da muhataplarımızın yanlışlarını, bir nefs taşıyan benlik sahibi insanlar olduklarını hiçe sayarak ifade edebiliyoruz. Hakka hakikate halel gelmesin gayretimiz, bir başka büyük hakikat olan ‘hikmetli, güzel söz söyleme ve yumuşak kalplilik’ ölçülerini aşmamıza yol açabiliyor. Bütün bu hikmet dengesine riayetsizlik içinde, ilişki yönetimine feda edilen hakikat ile üsluba kurban gitmiş hakikati birbirine eşitlemiş oluyoruz.
Bu noktada şunu da ayrıyeten vurgulamakta fayda var: En ufak menfaat veya beklenti hesabıyla hareket etmekten imtina edilemeyen bir zaman ve neslin içinde, hak bildiklerimizi söylemede ve hak olanı dinleyip kabul etmede, elbette sağlam ve dirençli hakikate boynumuz kıldan ince olmalı. Bu hakikatlerin ifadesi olduğuna inandığımız kendi düşüncelerimizi kuvvetle ifade edebilecek bilgi ve cesarete haiz olma hedefiyle hareket etmeli ve ilişki düzeneğini bozmama hatırına ‘sen de haklısın’ kolaycılığına meyletmemeliyiz.
İnsanlar genelde üslup hatırına, gönül kırmama hatırına hakikati zayi etmeye pek meyyaldir; arada çürür gider çoğu daha iyi fikirler, iyi geçinmek hatırına ya da mahkum ederiz edebe, adaba riayetsizliği cezalandırma uğruna, hakikati. Halbuki hikmet adabı edebi de içermesine rağmen bir doğruya muhatap olduysa insan, o hakikat edebe riayetsiz olarak da ifade edilmiş olsa, doğru söze kulak kesilebilmeli insan. Bu noktada bir benzerlik taşıması hasebiyle koca Akif’in, bir şair olmasına rağmen, hakikati estetik gerekçelere feda etmeyen tutumuna bakmak ufuk açıcı olabilir:
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
Bir başka hastalık da kibre karşı bile sessizliğimiz. Nice insanda bu üslup barizken, nicemiz ses etmeden dinlemekte beis görmeyiz bu tutum sahiplerini. Ama Müslüman olmanın şerefi hatırına, karşı durmalıyız bu tür ekabir tutumlara da. Hakkın hatırı insanların ve ortamları bozmamanın hatırından ali değil midir ki savunmayalım kimliğimizin ve insan oluşumuzun şerefini, böyle durumlarda da. Arkadaşlık, dostluk, muhabbet elbet kıymetli şeylerdir; bir yanlış karşısında bağışlayıcı olmak ve kendi hakkınızdan, haksızlığa uğratılmışlığınızdan doğan hakkınızdan feragat de bir ilahi düsturdur; ancak böyle fedakarlıkların, kibir kulelerine karşı hiçbir tesiri olmayacağı muhtemel durumlarda, kendi hakkından feragat etmeyip misliyle mukabele etmek veya böyle bir haksızlığa dil ile de olsa itiraz etmek de bir ilahi düsturdur.
Belki günümüzün müminlerini Hz. Ömer örnekliğinden ayıran önemli farklardan birisi de bu. Hatta iş öyle bir noktaya varmış ki bu hususta da hakikat ters yüz edilmiş ve böyle yanlışlar sükut ile karşılanıp yapana neredeyse hak görülmeye, yanlışı hatırlatana ise münasebetsiz olarak bakılmaya başlanmış. Ancak çok alışık olmasak da birilerinin de bu çelişkileri açıklıkla gözler önüne sermesi lazım, hatta bu tavrı benimsemeyi artık bir yiğitlik olarak görmeli desek yeridir.
Bir de bir doğruyu yakalama çabasıyla yürütülen bir fikir alışverişi sürecinde münakaşadan, polemikten, üslubun sertleşmesinden de kaçınmamak lazım belki. Zira bu da günümüzde, hakikate ulaşma gayretini, üsluba kurban etmenin gerekçelerinden olmuş. Bazen bu tür sert müzakereler, daha iyi bir düşünce dinamiği oluşturma, bizleri ‘farklı olanları tartışıp konuşma’ konusunda alıştırma imkanı sağlayabilir. Bu sayede kişi yanlışını eksiğini de konuşurken anlayabilir veya olağan şartlarda ulaşılamamış bir doğruyu da konuşurken keşfedebilir. Eskiler barika-yı hakikatin yani hakikatin ışığının, mudarebe-yi efkardan yani fikirlerin çatışmasından doğacağını boşuna söylememişler. Görüşmek, konuşmak, sohbet etmek böyle amaçlar da taşımayacaksa, bize bir katkısı olmayacak, herkes geldiği getirdiği fikirle kalkıp gidecekse o zaman niye boş boş oturup meşgul edelim birbirimizi.
Resul aleyhisselama nisbet edilen ‘iki günü eşit olan ziyandadır’ sözü ile teyid edilen eğitim mantığı da her an yeni bir bilgi, fikir edinme, ilerlemeye, gelişmeye açık olma, daha iyisine erişme çabası içinde olma gayretine bir vurgu taşımaktadır. Tabi tüm bu hakikati arama gayretinin, geriliminin içinde işin ahlakını, kibre kapı açabilecek yolları kapatma amaçlı benlik muhasebesini de yabana atmadan.
Rabbim her niyetimizi her sözümüzü her işimizi hayra tebdil eylesin, selam ve dua ile…