İSLAM CEMAATİNİN VE BİREYLERİNİN ÖZELLİKLERİ
İslâm cemaat dinidir. Cemaat her tür bereketin adıdır. Velayetin, vahdetin, uhuvvetin, rahmetin taşıyıcısıdır. İslam’ı pratize etmenin zeminidir. Müminleri bir arada tutan tutkal, bir duvar misali kaynaştıran harçtır. Medeniyetleşme ile gelen köklü yıkıma karşı duracak tek potansiyel güç İslam’dır. İslâm’ın ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaatle beraber yerine getirilir.
Bu sebeple İslâm, Müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Cemaatin teşekkülü bir vucubiyet, cemaatsizlik ise bir vebaldir. Nitekim hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır”1buyurmaktadır.
Cemaat tüm zamanların bir zaruretidir. Bu işin keyfiyeti kişinin kendi isteğine bırakılmamış “olmazsa da olur” değil, aksine “olmazsa olmazımızdır.”
İnsanın ihtiraslarından, çıkarcı, bireyci, bencil, dünyacı olmaktan ve zulûmattan kurtulup gün yüzüne çıkması ancak cemaat ortamlarının rahmet ve bereketiyle mümkün olabilir. Kişi cemaat potasında olgunlaştıkça toplumsal duyarlılığı gelişir. Ümmete daha yararlı bir fert haline gelir.
İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamber aleyhisselamın yolu üzerine kurulur. Cemaat mensubu bireyler arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedâkârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur. Cemaat olan müminler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla kederlenirler.
‘Ümmet-i Muhammed’i oluşturan fertler umumi manada Müslümanları hayra davet eden; onların içinde ancak özel olarak yetişmiş bir topluluktur.
Bu hususi yetişmiş cemaat; halkın çoğunun dünya işlerine daldığında, çeşitli musibetler ve karşılarına çıkan yeni meseleler karşısında kararsızlığa düştüğünde, onlara taze bir iman ve ümit aşılayacak bir manevi kadro olmaları gerekir.
Cemaati oluşturan fertlerin en belirgin özelliklerinden biri de , “ben” değil, “biz” duygusudur. İslâm cemaatlerinin asıl hedefi herhangi bir maddî çıkar değil, manevîdir, iman hizmetidir.
Dolayısıyla cemaat fertleri, “Ben böyle düşünüyorum, cemaat yanlış yapıyor, öyle değil, böyle olmalı!” diye çıkış yapamaz, yapmamalıdır. Zira bu, “enaniyetini/benliğini havuza atıp eritme” ve “biz” prensibiyle çelişir. Cemaatlerde bireyleri bir arada tutan da resmî prosedür değil, gönül, duygu bağları ve prensipleridir. Cemaat fertleri arasında kimi zaman iletişim kopuklukları yaşanabilir. Zira insan olan yerde problemlerin olması mümkündür. Önemli olan problemleri çözmek, engelleri aşmak, sıkıntıları atlatmak için ferdî hareket değil, yine cemaat şuuru, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmaktır. İletişim ve etkileşimin sağlıklı olabilmesi için cemaatin işleyiş sistemini öğrenmek son derece önem arz eder. Şahs-ı manevî olan cemaat fertlerden oluşur. Manevî gelişme ve üretim; cemaat sisteminin düzenli ve sağlıklı işletilmesiyle sağlanabilir. “Cemaate intisap edip dahil olanların cemaat veya cemiyetin kanunlarını ihlâl etmemesi” gerekir. Bu da, ferdin istişare/danışma, ittifak, uhuvvet, muhabbet gibi temel mefhumları anlama, benimseme, özümseme ve pratiğe geçirmesi nisbetindedir. Eğer empati ve bunun gereği iletişim, dayanışma ve yardımlaşma sağlanamazsa, ferdi fikirlerin ve şahsî tasavvurların girdabına, yani, yalnızlığın, bireyselliğin pençesine düşülür. Oysa cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur.
Fert dâhi de olsa, cemaatin şahs-ı manevisine karşı sivrisinek kadar kalır. Şahıs ne kadar güçlü ve dâhi de olsa şahs-ı maneviye karşı mağlûp düşebilir.
Bir hadiste, “Cemaatle kılınan namazın, yalnız başına kılınandan yirmi yedi kat sevaplı olduğu”2
Beyan edilir. Bu aynı zamanda İslâmda cemaate verilen önemin bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dilinden ifadesidir. Birlik, beraberlik ve bütünlük, ancak bu ulvî yollarla gerçek mânâda sağlanabilir. Öyle ise, cemaatle yapılan hizmet, tefekkür, sosyal faaliyetler de ferdin/bireyin yaptıklarından kat kat üstündür. İşte cemaatleşme, bu ihtiyacı en güzel ve azamî istifade edilecek derecede temin eder; fikir, kültür ve tecrübe alış verişini de sağlar. Cemaat şuuru, birlikteliği meyve verir. Bu şuurun pratik hayata yansıması için gönül birliğinin yanında fiilî birliktelik de gerekir. Özellikle günümüzün şartları cemaatleşmeyi zarurî kılmaktadır. İslam âlimlerinden birinin ifadesiyle “Zaman cemaat zamanıdır.”
Cemaat fertlerinin özelliklerini ayetler ve hadisler ışığında maddeler halinde özetle aşağıdaki şekilde zikretmek mümkündür. Tabi ki bu özellikler bu kadarıyla sınırlı değildir. Fakat misal olması kabilinden burada zikretmekte fayda görüyoruz.
Allah’a ve Rasulüne itaat eden fertlerdir.
Sabır en büyük silahlarıdır.
“Allah ve Rasûlune itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46)
Birlik ve beraberlik içinde olurlar. Cemaatten ayrılmazlar. Rabbimiz, Kuran’ı Kerim’de müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye dâvet ediyor.
“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (Âl-i İmran, 103)
Hadisi Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın eli cemâatle beraberdir.” (Tirmizî, Fiten, 7).
“Bereket cemâatle beraberdir. “ (İbn Mâce, At‘ime, 17)
İhtilaf ve tefrikadan sakınırlar.
“Allah’a yönelerek O’na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız.” (Rûm, 32)
Cihadı her an gündeminde tutarlar ve bu uğurda cihad edenleri severler. Çünkü Allah-u Teâlâ’da kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir.
Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever. (Saff, 4)
İstişareye önem verip işlerini ortaklaşa yaparlar.
Allah yolunda kendilerine verilen rızklardan infak ederler.
Hak uğrunda her türlü zulme karşı yardımlaşırlar.
“Onların işleri aralarında şûra-danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. Bir haksızlığa uğradıklarında üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar.” (Şûrâ: 38-39)
Hayra çağıran, İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan fertlerdirler.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Al -i İmran 104)
Allah’ın rızası her türlü rızanın önündedir. Kendi nefsi her zaman davasının ve kardeşlerinin arzularından sonra gelir.
Enes b. Malik radıyallahuanh’den: Rasulullah aleyhisselam buyurduki: “Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşiniz içinde arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.”(Buhari-Muslim)
Hz. Peygamber aleyhisselam: ”Müminlerin birbirlerine karşı sevgi ve merhametlerindeki örneği bir vücudun örneği gibidir. Bir azası rahatsızlandığında tüm vücut uykusuzluk ve ateşle ona ortak olur.”(Buhari-Müslim) buyurmuştur.
Diğer bir hadiste ise efendimiz aleyhisselam buyurur ki: “Kıyamet günü Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: Celalim için birbirlerini sevenler nerededir? Benim gölgemden başka gölge bulunmayan bu günde, ben onları gölgemde gölgeleyeceğim.” (Müslim)
“Allah için birbirini seven ve O’nun için bir araya gelip ayrılan iki kişi” de Allah’ın, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde kendi gölgesinde gölgelendireceği kimselerdendirler.”(Buhari-Müslim)
“Nefsim elinde olana yemin olsun ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim Îmân, 94)
Diğer bir rivayetinde de: “Birbirinizi sevmenize sebep olacak ameli söyleyeyim mi! Aranızda selamı yayın.” buyurulmuştur.
Hayatın hiçbir alanında ayrı ayrı ferdler halinde Allah’a yönelmek bir Müslüman için mümkün değildir. Nitekim Ebu Said’den Rasulullah aleyhisselam’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Üç kişi yolculuğa çıktıkları takdirde, mutlaka başlarına birilerini emir tayin etmelidirler.” [Ebu Davud, 2241]
Tabi ki normal hayatta mümkün görülmeyen bu durum Allah’ın huzurunda kıyamda durulduğu vakitte mümkün görülemez.
Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur. ”Üç kişi bir mecliste olupta cemaatle namaz kılmazlarsa şeytan onları mağlup etmiştir.” (Buhari)
İslam Cemaat Dinidir
İslam ümmetinin cemaatler teşkil etmesinin tarihi, İslam tarihiyle özdeştir. İlk tesis olunan İslam cemaatinin, Peygamberimizin etrafında kümelenen Sahabe-i Kiram hazerâtı olduğunu kabul edecek olursak, dinimizin, ilk devrinden itibaren cemaatleşme metodu ile varlık kesbettiğini anlamakta zorluk çekmeyiz. Bu çekirdek cemaatin, Peygamberimiz etrafında gittikçe genişleyen halkalar şeklinde büyüdüğünü, bir evvelki halkanın, yeni eklenen halkalara “İslam’ın nasıl yaşanacağına dair” örnek teşkil ettiklerini biliyoruz.
Nitekim Peygamberimizden sonra Sahabe’ye, Sahabe’den sonra da onlara tabi olanlara uyulmuş, böylece onların teşkil ettiği cemaat, kurtuluşa ermek isteyenlerin yapıştığı bir “hablullah” ( “Allah’ın ipi”) olarak, İslam ümmetinin içinde varlığını sürdürmüştür. Nitekim böyle olması, peygamberimizin emir ve tavsiyesinin icabıdır.
İslam tarihinin bundan sonraki devirlerinde ne zaman Peygamberimizin haber verdiği çeşitli fitneler, sapkınlıklar ve bid’atlar ortaya çıksa, mutlaka bunlara karşı peygamberimizin sünnetini ihya eden cemaatler ve fertler bulunmuş; çağdaşlarını doğru yola davet etmişlerdir.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir cemaat bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran; 104)
İnsan sosyal bir varlıktır. Kendini herkesten tecrid ederek yaşaması fıtraten zor bir durumdur. Bir zaman bunu başarabilse dahi zamanla çevresiyle birlikte olma ve onlarla hayatını paylaşma arayışına geçer. Bu arayış neticesinde de bir topluluğa uyar. Kimileri dünya zevklerine dalmış menfaat ve zevk ehline, kimileri de geçici hayatını Allah yolunda sarf etmeye azmetmiş ilim ve hizmet ehline tabi olarak bu fıtri arzusunu yerine getirir. Doğal olarak tabi olmak ve uymak, insan yaratılışının icabı olduğu için, bu özelliği kötülemek yerine iyiye kullanmak daha uygun olur. İşte bu sebeplerden dolayı, İslam ümmetinin asr-ı saadetten beri uyguladığı prensip, cemaatleşmedir.
Cemaatleşmenin özelliği, sevilen bir kişinin merkezinde durduğu, onun etrafında ama onun şahsını aşan bir sistem oluşturmasıdır. Cemaatler, yıldız şahsiyetlerin etrafında, onların İslam’dan alıp yansıttığı ışıkla aydınlanan insanlar yetiştirir.
Yetişen nesil, o cemaati sürdürmekten öte onu ilerleten, yeni ufuklara taşıyan kişiler olmalıdır.
Ancak zaman zaman tenkitlere konu olduğu üzere, cemaatlerde bazen aşırı bağlılık ve taassup yüzünden bir tür kabuklaşma görülebilmektedir.
Elbette tutkulu bir bağlılıkla bir araya gelmiş olan insanların kendi yollarını, üstatlarını veya onların metodunu çok fazla sevmeleri anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bu durum, aracın amaç haline gelmesi durumunda rahatsız edici olabilmektedir.
Hepimizin bildiği gibi, İslami ilimlerin yasaklandığı, din hizmetlerinin ciddi bir kesintiye uğradığı devirlerde dahi bir kısım değerli zatlar, üstün fedakârlıklarla gelecek nesle iman aşısı vurmaya gayret etmiştir. Bu gibi şahısların birer güneş misali etraflarını aydınlatmaları, gönlü manaya susamış temiz insanların etraflarına toplanmalarına ve cemaat teşkil etmelerine vesile olmuştur.
Tamamen gönüllülük esasıyla müesseseleşen bu cemaatler, yok edilmeye çalışılan manevi değerlerin diriltilmesi ve duyguların canlanmasında hiç kuşkusuz önemli bir rol oynamışlardır.
Son söz olarak, cemaatleşmek Muhammed ümmetinin uyanışı ve eğitiminde önemli yere sahiptir. Yeter ki cemaatler, mensuplarını; cahiliye asabiyetini andırır bir şekilde dışa kapalı birer gruba dönüştürmesin.
Yeter ki, cemaat mensupları kendilerini Fussilet suresi 33. ayette bildirildiği üzere Allah’ın isimlendirdiği isimden; “Müslüman” adından başka bir isimle isimlendirmesin. Bir de Fetih suresinin son ayetinde sahabeyi örnek gösteren ruh halinde olduğu gibi, “Müslüman kardeşine karşı rahmetle, küffara karşı şiddetle dolu” olsun.
AMİN.
------------------------------------------------------------------
1. İbnHanbel, IV,145.
2. Tirmizî, Salat, 161.