En Güzel Nasihat Örnek Olmaktır
Günümüzde biz Müslümanların önemli sıkıntılarından biri de Müslüman isminin ağırlığının farkına varamayışımızdır. Bizlere Müslüman ismini bizzat Allah (c.c.) vermiştir (Hac, 78). Müslüman olmanın bütün insanlığa örnek olmayı gerektirdiğini unutmuşuz. Müslüman, yeryüzünden zulmü silecek olan, İslam’ı yeryüzüne yayacak olan insandır. Bize bunu unutturdular. Hayatımızın, yaptığımız davranışların sadece kendimizi ilgilendirdiğini söylediler. Oysa bir Müslüman’ın yaptığı her hareket bütün Müslümanları bağlamaktadır.
Her geçen gün bizi Müslüman kimliğimizden uzaklaştırmak isteyenler bununla yetinmeyerek aramızda büyük bir de nifak soktular: Güvensizlik! Oysa İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz bize 14 asır önceden şöyle sesleniyordu: “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.” Bu ihtarı almamıza rağmen “çevremdeki bütün Müslümanlar onlara zarar vermeyeceğim, onların hakkında gıybet yapmayacağım konusunda benden emindirler” diyebilen kaç kişi var aramızda? Efendimiz hadisin ikinci kısmında açık ve net şekilde dilinden emin olmaktan bahsederken bugün bizlerde olan gıybet hastalığını nereye koyacağız?
Yine Peygamber Efendimizin asırlar önce yaptığı münafıklık tanımı “Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar." gözümüzün önündeyken nasıl yalan söyleyebiliriz? Ama yalan öyle bir nüfuz etmiş ki dilimize, “Doğruyu söylemek gerekirse” diye bir cümle kalıbını sık sık kullanır olmuşuz. “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” diye söyleyip arkasından gülmeyi de becerebiliyoruz.
Yalan söylemek sadece birini kandırmak değildir. Örneğin arkadaşımızla buluşmak üzere sözleştiğimizde oraya tam vaktinde gitmenin öneminden ne derece haberdarız? Yoksa son dönemde moda olduğu üzere siyasiler, sanatçılar, konuşmacıların programımız saat 20.00’da başlıyor dedikten sonra 21.00’a doğru başlamaları gibi siz de buluşma yerine hep gecikerek mi gidiyorsunuz? Bu yalan değildir de nedir peki?
Bütün bu yaptıklarımızdan sonra İslam’ın bize verdiği en önemli görevlerden olan tebliğ görevini nasıl yerine getireceğiz? Buluşma yerine dahi vaktinde gitmezken üniversitede sınıfımızdaki arkadaşlarımıza nasıl örnek olacağız? Peygamber Efendimiz (sav)’in peygamberlik öncesinde Muhammedü’l Emin sıfatına sahip olmasının ona tebliğ döneminde nasıl yardımcı olduğunu görmezden mi geleceğiz? Müşrikler, Efendimiz’e deli, şair, kâhin, sihirbaz gibi sıfatlar yakıştırmalarına rağmen neden hiç yalan söylüyor, yalancı diyememişlerdir?
Bizans İmparatoru’nun Ebu Süfyan’a “memleketinizde ortaya çıkan din davetçisinin daha önce yalan söylediğini hiç gördünüz mü?" sorusuna o zamanlar İslam’ın azılı düşmanlarından Ebu Süfyan’ı bile ‘hayır’ cevabı vermek zorunda bırakan bir dürüstlük…
Şaka için dahi olsa yalan söylemeyen, söz verdiğinde tutan ve gıybet etmekten imtina eden/kaçınan Müslümanlar olmadığımız sürece ne Allah Teâlâ’ya layık bir kul olabiliriz ne de Efendimize layık bir ümmet…
Unutmamamız gereken şey şudur; bir güzel insanın dediği gibi “İnsanlar, zekâya hayranlık duyarlar; fakat karakter ve şahsiyetin peşinden giderler.” Biz, Müslüman olmanın gerektirdiği duruşu sergilediğimizde tebliğ görevinin önemli bir kısmını yerine getirmiş olacağız. Unutmayalım ki “en güzel nasihat örnek olmaktır”.