İslam Hem Ruhun Hem De bedenin Fıtratını Korur
İslâm’ın evrenselliği, onun prensiplerini kabul etmeyenleri de içine alacak şekilde koruyucudur. İslâm, sadece îman etmiş, İslâm’ın kurallarını kabul etmiş insanların her türlü haklarını koruma altına almakla kalmaz, îman etmeyen, İslâm’ı kabul etmeyen insanların da insan olmalarından dolayı belli hak ve hukuklarını gözetir. Bu da İslâm’ın âlemşümûl bir din olduğunu ortaya koymaktadır. Zira hem Peygamber Efendimiz, hem de Kur’ân-ı Kerîm’in ortaya koyduğu mesajlar; sadece müslümanları değil, bütün insanlığı muhatap alır. Bundan dolayıdır ki, yüce Kitabımızda husûsî olarak mü’minlere hitaplar varken aynı zamanda “Ey İnsanlar!” şeklinde insanlığa seslenen hitaplar da vardır. Çünkü Kur’ân, topyekûn insanlığın felâhı için gönderilmiş ilâhî bir kitaptır.
Rabbimiz’in indirmiş olduğu bütün ilâhî dinlerde olduğu gibi, İslâm’ın da insan hayatı üzerinde ısrarla durduğu nokta, fıtratı muhafazadır. Rabbimiz’in yarattığı tertemiz şekli korumak, sonradan birtakım sapkınlıklar içine düşmemek, şeytanın fıtratı değiştirme telkinlerine uymamak, ilâhî emirle istenen bir durumdur. Çünkü mülkün sahibi, âlemlerin Rabbi, sonsuz ilim ve hikmet sahibi olan Allah, kulunu dilediği şekilde yaratmıştır. Bütün insanlar, insan olma hasebiyle mahlûkâtın en şereflilerinden sayılırlar. Ama onlar içinde de bir imtihan âleminde yaşanacağı için farklılıklar sözkonusudur.
Allah, bütün insanları tertemiz fıtrat ile yaratmıştır. Temiz bir beden, temiz bir ruh ve temiz olması gereken bir hayat… Her insana, bu temizliği koruması emredilmiş ve o fıtrat, kendisine ve çevresine “emanet” edilmiştir.
Allâh’ın verdiği bu emânete sahip çıkanlar, hayatları boyunca o fıtrata leke sürmeyenler, Rabbine kavuştuklarında da yüz akı ile O’nun huzûruna çıkmış olurlar. Ancak günah, isyan, dalâlet ve sapıklıklarla bu fıtratı değiştirenler, bozanlar, tanınmaz hâle getirenler; hem bu dünyada yaratılış maksatlarına ters düştükleri için acılar içinde kıvranırlar, hem de âhirette Allâh’ın emirlerini çiğnedikleri için büyük bir azaba uğratılırlar.
Cenâb-ı Hak, bu dünyada bütün isim ve sıfatlarının az-çok eşyada ve insanlarda tecellîsini murâd etmiştir. Bu sebeple kâinatta birbirinin aynı hiçbir varlık yoktur. Birbirine sûretâ benzeyen şeyler bile, derûnuna inince diğerinden farklıdır. Zira her yönüyle eşit iki varlık olmuş olsaydı, ikincisinin yaratılması abes olurdu ki, Rabbimiz bundan münezzehtir.
Bu farklı oluşlar, dünyanın bir imtihan dershanesi olmasının da tabiî neticesidir. Zıtlıklar içinde bir birlik ve âhenk vardır. İyinin kıymeti kötü ile, günahın çirkefi güzelliklerle ortaya çıkar.
Tarih boyunca, önceki kavimlerde ve medeniyetlerde hakkın temsilcileri olduğu gibi batılın, fıtrat düşmanlarının da temsilcileri, yani şeytanın avaneleri hep olagelmiştir. Allâh’ın istediği istikamette olan “Allah adamları” olduğu gibi, nefsin ve şeytanın yolundan giden, hem düşünce, hem de amel olarak şeytanın taraftarları da bulunagelmiştir. Bugün de durum, geçmişten farklı değildir.
Günümüzde temizliği, iffeti, güzel ahlâkı, kulluğu ve takvâsıyla imrenilen kimseler bulunduğu gibi; ahlâksızlığı, sapıklığı, hadsizliği, fıtratı bozması ve Allâh’a olan isyanıyla öne çıkan insanlar da vardır.
Kur’ân-ı Kerîm, eski kavimlerde bile bile kötülüğü, ahlâksızlığı, fitne ve fesâdı seçenlerin fecî âkıbetlerini anlatırken bugünün insanına da hitap etmektedir. Bugün “bireysel özgürlük”, “insan hakkı”, “tercih hakları” ve “demokrasi” gibi albenili ve karşı konulamaz (!) kavramların ardına saklanarak işlenen fecaat ve cinayetler, üzerindeki sırmalar kazındığında, helâk olan kavimlerin Allah tarafından yok edilmesinin temel sebepleridir.
İnsanın yaratılışına, fıtratına ters, beden ve rûhuna eziyet veren her türlü sapkınlık; bütün semâvî dinler tarafından reddedilmiştir. Bu durum, ahlâksızlık ve sapıklığın, insan ruh ve bedenine ne kadar büyük bir hasar verdiğini; fertler kadar cemiyetlerin de bu yüzden nasıl enkaza dönüştüğünü anlatmaktadır.
Dinler, insanı insan yapan, ona şeref ve haysiyet veren her türlü kaideyi/sınırlamayı koyarken, onu kendi kendine vereceği zarardan da korumuş olmaktadır. Dîni, Allâh’ı ve kendisine konulmuş sınırları kabul etmeyen, üstelik bunlara karşı savaş açmayı bir maharet veya beceri olarak gören zavallı kimseler, er veya geç, gittikleri yolun yanlışlığını görüp pişman olurlar. Ancak birçok defa artık iş işten geçmiş olur.
Peygamber Efendimiz, âhir zamanı anlatırken her türlü ahlâksızlığın rezilce ve alenen ortaya döküleceğini haber vermiştir. Bu durum, büyük kıyamet gelmeden önce, insanlığın çökmüş olacağını gösteren en büyük işarettir.
Kıyamet, dünyayı ayakta tutan kazık mevkiindeki dağların havada uçuşmasından ziyade, insanı insan yapan ahlâk ve meziyetlerin, onu ayakta tutan fazilet ve üstünlüklerin savrulup gitmesidir.
Kıyamet, ayağımızı sağlam bastığımız yerin çalkalanıp durmasından ziyade, toplumun içten içe kaynaması, fıtratın, vicdanın, ahlâkın fokurdamaya başlaması ve infilâk etmesidir.
Çağın âfetlerinden sayabileceğimiz ve insanlığın geleceğini tehdit eden birtakım temâyüllerden neslimizi korumak; her geçen gün daha zor ve daha elzem hâle gelmektedir. Cinsiyet farkını ortadan kaldırmak için yapılan reklamlar, teşvikler, özendirmeler ayyuka çıkmış durumda… Televizyon kanalları başta olmak üzere her türlü iletişim araçlarında üçüncü bir cinsin meşrû gösterilmesi, özendirilmesi ve sevdirilmesi kabul edilemez. Bunun kabul edilemez olduğu gibi bunu meşrû gören anlayış da aslâ tasvip edilemez.
Bu ve benzeri temâyüllerin bir yönü ile ilgili insanın rahatsızlığı olarak gördükten sonra, onu bir tedavi sürecine tâbî tutmak, en doğru yol olacaktır. Batı gibi ahlâken iflas etmiş toplumlarda her ne kadar kadın ve erkeğin fıtratın dışında bir cinsî sapkınlığı normal görülse de -ki orada dahî aslâ normal görülmemelidir- bizim gibi ahlâk kurallarını ve insânî değerlerini İslam’dan alan toplumlarda, bu tür çıkışlar tam bir dinamit fonksiyonu görecektir.
Belki konunun en üzücü ve hayret verici taraflarından biri de bizim toplumumuzda, belli yönleri ile kamuya mâl olmuş, STK, Belediye gibi kurumların bu tür oluşumları öven açıklamalar yapmaları ve hattâ açıkça desteklemeleridir.
Önceki kavimlerin hâllerini ve helâk sebeplerini kitabımız Kur’ân-ı Kerîm açık bir dille ortaya koymaktadır. Özellikle Lût Kavmi’nin helâk sebebi olan cinsî sapkınlık, aslında bu hezeyanlar içinde olan insan görünümlü zavallılara ders olmalıdır.
Hâlâ izleri duran ve günümüze de acı bir ibret tablosu olarak kalan Pompei halkının durumu da aynı şekilde gayet ders vericidir.
Neslimizi korumak adına, başta onların yediği-içtiği gıdalar olmak üzere, gözüne ve gönlüne giren her türlü mesajın ne olduğuna dikkat etmek, hepimizin vazifesidir.
Yavrularımızı zihnen elimizden alan, bizden çalan hırsızlar; artık görünür olmaktan ziyade görünmeyen, ama hep yanı başımızda, evimizde, arabamızda, telefonumuzda varlıklarını sürdürmektedir.
Olabildiğince, özellikle küçük çocuklarımızı internetin, televizyonun, muhtelif oyunların tesirinden uzak tutmalıyız. Bize ve değerlerimize ters düşen her türlü anlayışı, evlâtlarımız bu ortamlarda görüyor ve eğer kendilerini ikaz eden biri yoksa etraflarında, bu yanlış akıntının güçlü seline kapılıp gidiveriyorlar.
Bugün genç neslimizin en önemli problemlerinden biri de “günah” duygusunu kaybetmiş olmalarıdır. İslâm’ın emirlerinden kaynaklanan “kırmızı çizgilerin” gitgide kaybolması ve önceden çok yanlış olan bir davranışın bir müddet sonra tabiîleşerek normal, hattâ gerekli görülmesidir.
Diğer bir husus ise, neslimizdeki “umursamazlık” ve “boş vermişlik” duygusudur. Müspet mânâda gençliğimizde bir “hassasiyet kaybının” yaşanmasıdır.
Yeniden bir gönül îmarı lâzım gençlerimize...
Bunu yapacak kimseler de, onların en yakınlarında bulunan anne ve babalarıdır. Gençlerimizi sapkın düşünce ve sapık insanların eline bırakmadan, onları her zamankinden daha fazla şefkat kanatlarımızın altına alarak yeniden kuşatmalı, her türlü zorluğa rağmen onları korumalı ve geleceğe hazırlamalıyız.