Elinden ve Dilinden Güvende Olmak
“İyi) Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.”
Buhari, İman, 4/10; Müslim, İman, 65/162.
Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu anlamına gelen güven; fertlerin birbirleriyle samimi ilişki kurmalarının temel şartı olup toplumsal huzur ve mutluluğun kaynağıdır.
Güven, bütün peygamberlerin en önemli sıfatlarından biridir. Güvenilir olmayan, özüyle sözü bir olmayan bir peygamberin tebliğ görevinde başarılı olmasından ve insanların kendisine inanmasından söz edilemez.
Güven, Sevgili Peygamberimizin en belirgin vasfıdır. Kendisine inanmayanlar bile ona güvenir, eşyasını emanet eder ve onun asla yalan söylemediğine şahitlik ederlerdi. Peygamberliğinden önce de güvenilir olarak tanınan Allah Rasulü (s.a.s.), ahlak ve davranışlarıyla insanların güvenini kazanmış ve Muhammedü’l-Emin olarak tavsif edilmiştir.
Kutlu Nebi (s.a.s.), “el-Emîn/Güvenilir” vasfıyla bilinip dürüstlüğün ve güvenin müşahhas bir örneği olduğu gibi, onun temsil ettiği İslam dini de bu erdemi benimsemiş ve inananları bu yönde teşvik etmiştir. Bu nedenle insanların güvenini sarsan, onlara zarar veren söz ve davranışlardan kaçınmak, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) en önemli özelliklerinden biri olduğu kadar müminlerin de en belirleyici vasfı hâline gelmiştir.
Kelime olarak “doğru, haktan ayrılmayan ve güven duyulan kişi” anlamına gelen Müslüman, her yönden güvenilen kişi olmalı, bu güveni sarsacak her türlü davranıştan uzak durmalı, kendisine emanet edilen malı, canı, ırzı korumalı; 15 Temmuz darbe girişiminde bulunan örgüt gibi, din kisvesine bürünerek ve Müslümanların dini duygularını istismar ederek güven duygusunu kötüye kullanmamalıdır.
İnsanlar arasında güven duygusunun yerleşmesinde uyulması gereken bazı kurallar vardır. Bunların başında sözle ve fiille insanlara zarar vermemek gelir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) güzel ahlaklı ve faziletli Müslümanı, diliyle ve eliyle diğer Müslümanlara zarar vermeyen kişi diye tarif etmiş ve böylece iyiliğin başlangıç noktasını zarar vermemek olarak açıklamıştır. Buna göre iyilik yapma imkânı bulamayan Müslüman, hiç olmazsa kötülük yapmamalı, dilini ve elini kötü söz ve davranışlardan korumalı, güven duygusunu zedeleyen hareketlerden kaçınmalıdır. Zira dünya ve ahiret saadetinin yolu, iyi insan ve iyi Müslüman olmaktan geçmektedir. Yüce Allah, “Şüphesiz iyiler, Naim cennetindedirler.” (İnfitar, 82/13.) buyurarak iyilerin mutlu sona ulaşacağını müjdelemiştir.
Allah Rasulü (s.a.s.), başlıkta verdiğimiz hadiste Müslümanın güven vermesi gereken en önemli iki organına; el ve dile işaret etmiştir. Hadiste geçen “dil” tabiri, “el” tabirine göre daha geneldir. Çünkü dil ile geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanla ilgili söz söylemek mümkündür. El ise dile tabi olduğu için ancak onun söylediklerini uyguladığında ona ortak olur. İnsanlar fiille yapamadıkları birçok eziyeti dil ile yaptıkları ve dilin tesiri ele göre daha çok ve daha yaygın olduğu için Peygamberimiz hadiste önce dili, sonra da eli korumayı emretmiştir. Dilin bu tesirindendir ki Rasulüllah (s.a.s.), Abdullah b. Revaha’nın Kaza Umresi sırasında Mekke’ye girerken söylediği beyitler için, “Bu sözler, onların üzerlerine yağdırılan oklardan daha etkilidir.” buyurmuştur. (Tirmizi, Edeb, 70/2847.)
İnsanların çoğu, fiillerini dil ve el ile yaptıkları için Peygamberimiz özellikle dil ve el tabirlerini kullanmıştır. El, hakiki ve manevi olmak üzere iki çeşittir. Hakiki olan, fiziksel olarak kullandığımız elimizdir. Ayrıca el, diğer organları da temsil etmektedir. Zira fiilî olarak verilen zararlarda elin bir şekilde katkısı bulunur. Manevi olan ise, insanın gücü anlamında olup haksız olarak kendisiyle başkasının hukukuna tecavüz edilen eldir. Her türlü güç, kuvvet ve imkân, makam, mevki ve nüfuz manevi el kapsamına girer. Teknolojik aletler, internet, görsel veya yazılı medya aracılığı ile Müslümanların aleyhinde bulunmak da dil ve el ile zarar vermek kapsamında değerlendirilmelidir. Buna göre iyi Müslüman olmak için ister hakiki ister manevi el vasıtasıyla olsun, insanların haklarına ve mukaddes değerlerine diliyle ve eliyle zarar vermeyip saygılı olmak, hiçbir şekilde kimseyi incitmemek ve bu konuda insanlara güven vermek gerekir.
İnsanları cehenneme sürükleyen sebeplerin başında dil ve ona bağlı fiiller gelmektedir. Peygamberimiz, yakın dostlarından Muaz b. Cebel’in cennete koyacak ve cehennemden uzaklaştıracak bir ameli sorması üzerine yaptığı bazı tavsiyelerden sonra bu dediklerinin hepsini kemale erdiren ve tamamlayan şeyi, mübarek dilini tutarak “İşte şunu tut” diyerek açıklamış ve ardından, “İnsanları yüzükoyun burunları üzerinde sürünerek cehenneme götüren, dilleriyle kazandıkları değil midir?” buyurmuştur. (Tirmizi, İman, 8/2616.)
Genel olarak insanların başına gelen musibetlerin çoğu dil yüzündendir. Onun için kişi ağzından çıkan söze sahip olmalı ve söylediği her sözden sorumlu olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Bu beladan kurtulmanın tek çaresi ise dilini tutmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu gerçeği üç kelimeyle şöyle ifade buyurmuştur: “Dilini tutan kurtuldu.” (Tirmizi, Kıyame, 50/2501.)
Dilimiz yalana, dedikoduya, suizanna, iftiraya, hakarete ve gıybete alet olmamalı, gönül kırmak için değil yapmak için açılmalıdır. Dilin cismi küçük, cürmü büyüktür. Kılıç yarası iyileşir, fakat dil yarası iyileşmez. Bu sebeple kişi ağzından çıkan sözün bir fayda sağlayıp sağlamayacağını tartmalı, sonra konuşmalıdır. Söylenecek bir söz varsa, o da Peygamberimizin ifadesiyle ya hayır söylemeli ya da susmayı tercih etmelidir. (Müslim, İman, 74/173.)
Ahlakının temeli Kur’an’a dayanan Hz. Peygamber (s.a.s.), asla çirkin söz söylemez, diliyle ve eliyle kimseye zarar vermez, kaba davranmaz, çarşı pazarda insanlarla münakaşaya girmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilakis bağışlayıcı ve hoşgörülü davranırdı. (Tirmizi, Birr, 69/2016.) Müslüman kişi de Peygamberimizin bu ahlakını kendisine örnek almalı ve bir müminin vakar ve saygınlığına gölge düşürecek söz ve davranışlardan uzak durmalıdır. Zira Allah Rasulü’nün (s.a.s.) tarifine göre “Mümin, ırza, namusa dil uzatan, lanet eden, çirkin işler yapan, edepsiz konuşan kimse değildir.” (İbn Hanbel, I, 405/3839.)
Sevgili Peygamberimiz özellikle dili kötülüklerden korumanın önemine işaret etmiş ve bu konuda kendini koruyanları cennetle müjdelemiştir. Durum bu olunca, insanın tüm uzuvlarına sahip çıkmasının gereği ve önemi kendiliğinden anlaşılır. Eskilerin dediği gibi, eline, diline, beline sahip olmak, hem dünyada hem de ahirette huzura kavuşmanın emin yoludur.
Jest ve mimikle, sözle veya dilini çıkararak alay etmek, bir Müslümanı küfürle itham etmek, yalan söylemek, iftira atmak, gıybet etmek, söz taşımak, sövmek veya herhangi bir şekilde dil vasıtasıyla insanları rahatsız etmek, harama el uzatmak, hırsızlık yapmak, sınav sorularını çalmak, adam kayırmak, eliyle birine vurmak, herhangi bir kimsenin malını gasp etmek, dil ve el ile yapılan eziyetlerden bazılarıdır. Allah Rasulü, açıklamaya çalıştığımız hadiste Müslümanların bu gibi hareketlerden uzak durmalarını, kimseye zarar vermemelerini ve kötülük yapmayacağı konusunda insanlara güven telkin etmelerini öğütlemektedir.
Hadis metninde geçen “…Müslümanların güven içinde olduğu kimsedir.” ifadesinden hareketle gayrimüslimlere zarar vermekte sakınca yokmuş gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Kur’an’da hayırlı ümmet (Âl-i İmran, 3/110.) olarak tavsif edilen ve İslam’ın bütün insanlara göstermiş olduğu hoşgörüyle hareket etmesi gereken Müslüman, hem kendi din kardeşine, hem de diğer din mensuplarına, savaş durumu hariç, ne dili ve ne de eliyle zarar verecektir. Nitekim hadisin başka bir tarikinde Müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmaksızın, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların güven içinde olduğu kimse, mümin de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kimsedir.” (Nesai, İman, 8/4998.) buyrulmaktadır. Buna göre bir Müslüman, sadece din kardeşlerine değil, bütün insanlara, hatta bütün canlılara karşı güven verici olmalı ve zarar vermekten uzak durmalıdır.
Söz ve davranışlarıyla ümmeti için en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, güven duygusuna zarar veren davranışlardan olan yalan konuşmayı, sözünden caymayı ve emanete hıyanet etmeyi münafıklığın alameti saymış (Buhari, Edeb, 69/6095.), ihanet etmekten de Allah’a sığınmıştır. (Ebu Davud, Vitr, 32/1547.) Buna göre samimi mümin, kendisine ihanet edilse bile ihanet etmekten uzak durmalı; ailesine, komşusuna, iş arkadaşlarına, çalıştığı kuruma, devlete ve hiçbir Müslümana ihanet etmemeli, kendisine olan güvenin sarsılmasına yol açmamalıdır.
Güven duygularının yoğun bir şekilde yaşandığı toplumlarda kimse kimsenin aleyhine çalışmaz, insanlar birbirlerine kuşkuyla bakmaz, arkalarını dönmekten çekinmez ve zarar görme endişesi taşımazlar. Eşler birbirine, kardeş kardeşe, komşu komşuya, amir memura, patron işçiye, öğrenci öğretmene, müşteri satıcıya, hasta doktora, vatandaş devlete karşılıklı olarak güven duyar. Böylesi bir güven ortamında yaşayan insanlar hayatlarını huzurlu ve mutlu bir şekilde sürdürürler.
İslam’a göre insanların canları, ırzları, malları ve manevi şahsiyetleri her türlü saldırı, gasp, tehdit ve hakaretten korunmuştur. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz hukuku ilgilendiren konularda söz yeteneğini kullanarak hakları gasp etmek isteyenleri en ağır biçimde uyarmış, bu suretle elde edilenin bir hak değil, doğrudan cehennem ateşi olduğunu beyan etmiştir. (Buhari, Mezalim, 16/2458.)
Sonuç olarak Müslüman, temsil ettiği dinin sorumluluğunu üzerinde taşımalı, davranışlarıyla çevresine güven vermeli, güven duygusunu kötüye kullanmamalı, özü sözü bir olup “Bu Müslümansa buna güvenilir” kanaatini oluşturacak şekilde davranmalı; ister dil, ister el, ister diğer organlar yoluyla hiçbir varlığa zarar vermemelidir.
Yazımızı Sevgili Peygamberimizin şu hadisiyle bitirmek istiyoruz: “Hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin olunandır. Kötünüz de kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayandır.” (Tirmizi, Fiten, 76/2263.)