Her Zaman Daima Kardeşlik
Bir şeyin önemini anlatmak için çoğu kere; “Bugün bu konuyu dile getirmek çok mühim.” deriz. Dîn kardeşliğini anlatırken de bunu söylemek gerekli, fakat yetersizdir. Çünkü “bütün Müslümanların dîn kardeşleri olduğu bilinci”nin daima gündemde tutulması, her zaman çok önemlidir. Ve o alanda olabilecek eksiklikler, İslâm âleminin fesadını, oradan da yayılarak âlemin ifsadını müncer olacak kadar tehlikelidir. Bu itibarla konuya dair âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifleri hatırlatarak, kısaca değerlendirelim istiyoruz:
Hucurât sûresinde “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız.”1 buyruluyor. Âyet-i kerîmede, îman edenlerin tamamının bütün zamanlarda birbirine dîn kardeşleri kılındığı bildiriliyor. Hükümlerine riayetle mükellef olduğumuz dîn erkânının; kardeşini nefsine tercih etme, birbirini rencide etmeme, hukukunu gözetme gibi inceliklerle donatıldığı işaret ediliyor. Nitekim buradaki “Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız.” cümlesi Rûhu’l-Beyân’da; “Huzurunda, gıyabında, hayatında ve memâtında ihvanınızla olan ahdinize vefa etmede ve onların hukukunu muhafaza etmede Allah’tan korkunuz ki, merhamet olunasınız.” şeklinde açıklanmıştır.
Buna göre Müslümanlar, kardeşlik iklimini hayata taşıyabildikleri nisbette sulh ve sükûnet içinde yaşayabilirler; bu konuda insanlığa örnek olurlar. Bunda kusur ve eksiklik olduğu müddetçe kavga ve niza olması kaçınılmazdır ki, işte o zaman âyet-i kerîmenin âmir hükmü olan “Öyleyse (yani böyle bir durum meydana geldiği takdirde) kardeşlerinizin arasını düzeltin...” cümlesi devreye girer.
Âyet-i kerîmeki “fe-aslihû” emrindeki “fe” harfi, “fâ-i ta’kibiye”dir. Dolayısıyla bahsi geçen barıştırma ve ıslah işinin, derhal yerine getirilmesi lâzımdır. Yine bu “ıslah emri” herhangi bir şekilde sınırlandırılmış değildir. Yani süreklilik gerektirir; kardeşler arasında husumet ve adavetin meydana geldiği her zaman, bu emrin derhal tatbik edilmesi icap eder. Bu itibarla dîn kardeşliğini pekiştiren unsurların kuvvetlendirilmesi esastır; kavga ve niza ise arızî bir durumdur. Ancak çeşitli sebeplerle hemen her zaman kavga ve çatışmalar olmakta; hatta bu, şahsî sınırları aşarak toplumlara sirayet edebilmektedir. İşte o durumlarda ne yapılması gerektiği bundan önceki âyet-i celîlede îzah edilmiştir. “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın...”2
Rasûlullah (s.a.v.), kardeşliğin görünen hududunu tayin etmek üzere; “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez....”3 buyuruyor. Gönül birlikteliğini tarif etmek üzere; “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”4 buyuruyor. Kardeşlik ruhunun muhafazasına dair nebevî ikaz ise şöyledir; “Birbirinize haset etmeyin. Birbirinizin aleyhine alışverişi kızıştırmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Birinizin alışverişi üzerine alışveriş yapmayın. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçük görmez.” Bundan sonra üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki- Takvâ buradadır. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçük görmesi yeter. Her Müslüman’ın diğerine kanı, malı ve namusu haramdır.”5
Görüldüğü üzere âyet-i kerîmede çizilen ana çerçeve, hadîs-i şerîflerde ayrıntılı olarak açıklanmış ve kardeşliğin muhafazası için dikkat edilmesi gereken hususlar maddeler halinde sıralanmıştır. Buna göre Müslüman fertler ve toplumlar arasında kardeşlik esastır. Ve ihtilafların giderilerek çatışmaya varmadan önlenmesi konusunda bütün Müslümanlar imkânları nispetinde sorumludur.
Burada şunu da belirtmek isteriz ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) münafıkları ve niyetlerini çok iyi bildiği halde onları ifşa edip toplumdan dışlamamıştır. Bilakis ensar ve muhacir kardeşliği ile sağlanan bütünleşmeyi ebedî bir örnek olarak insanlığa miras bırakmıştır. “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.”6 diye çağırmıştır. Öyle inanıyoruz ki, o kutlu çağrıyı bu günlere taşımak, “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın”7 emrine tutunmakla mümkündür. İslâm’ın emir ve yasaklarına riayet ederek, erdemlerini hayata taşımakla mümkündür. Çünkü yeni gibi görünen çoğu problem, tarihin tekerrüründen ibarettir. Ve bütün dertlerin çaresi, -kardeşlik ruhu gibi- inancımızı dokuyan değerlerde mevcuttur. Onlara müracat etmek, huzurumuzu bozmak üzere dışarıda tezgâhlanan tuzaklara karşı da, yapılacak en doğru iştir.
------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar: 1) Bkz; 49/10. 2) Hucurât sûresi, 49/9. 3) Buhârî, Mezâlim 3. 4) Buhârî, Edeb 27. 5) Müslim, Birr 32. 6) İbn-i Mâce, c. 10, s. 32. 7) Âl-i İmrân sûresi, 3/103.
SÖZÜN MÜSBET TESİRİ
Sözün müsbet ya da menfi anlamda gücü ve tesirine dair Kur’ân-ı Kerîm’de verilen örnekler, bizi yeniden sözün ehemmiyetini idrak etmeye çağırıyor. Mesela, güzel söz hiçbir zaman açlık ve susuzluğu gidermediği halde; “Bir güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır.”8 buyrulmuş olması düşündürücüdür. “Rahmân çocuk edindi” diyenlerin pek çirkin bir şey ortaya attıklarından söz edilerek, onların bu sözleri sebebiyle neredeyse “Gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecekti.”9 buyrulması, herkesi ağzından çıkana dikkat etmeye çağıran manidar bir cümledir. Hz. Musa (a.s.)’ın, devrinin süper gücü durumundaki Firavun karşısına topla tüfekle değil, sadece doğru söz ile çıkması ve muhatabına yumuşak söz (kavl-i leyyin) söylemekle emrolunması da dikkate değer bir örnektir.10 Hz Safiye (r. anha) validemiz hakkında kısa boylu oluşunu kastederek söz söyleyen Aişe (r. anha) annemize hitaben Rasulullah (s.a.v.)’in; “Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsaydı onun suyunu bozardı.”11 îkazında bulunmasını da burada anmak isteriz.
Sözün müsbet ya da menfi anlamda tesirine dair örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak biz bütün bunları, “Kullarıma söyle, (birbirlerine) sözün en güzelini söylesinler. Yoksa şeytan aralarını bozar…”12 âyetiyle özetlemek ve Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağılı aşı/Yağ ile bal ede bir söz.” dizeleriyle tercüme etmek isteriz.
Velhasıl, muhatabımıza müsbet anlamda tesir edecek sözü söylemeye/yazmaya, aksinden de sakınmaya, her zamankinden fazla ihtiyaç var.
------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar: 8 Bakara sûresi, 2/263. 9) Meryem sûresi, 19/88/90. 10) A’râf sûresi, 7/104; Tâhâ sûresi, 20/44. 11) Ebû Davûd, Edeb, 35. 12) İsrâ sûresi, 17/53.