İslâm Serada Değil Sahada Yaşanır
İslâm’da kul ile Allah ilişkisi hiç kimsenin müdahalesi ve tasarrufu olmadan gerçekleşir. İslâm, rahiplere, papazlara ve kiliseye sahip değildir. İtaat yalnız Allah’adır. Dua ve ibadet yalnız O’nun önünde yapılır. İnsan aracılığı ile günah çıkarma yoktur. İnsanla Allah arasında vasıta görevi yapacak ikonlara lüzum yoktur. İslâm bir taraftan Allah ile insan arasında aracısız ilişki kurarken, diğer taraftan insanla kâinat arasında sağlam bir bağ oluşturur. Allah, insana “şah damarından daha yakınım” (Kaf Sûresi/ 16) diyerek aracıları ortadan kaldırmıştır. Allah’la kul arasında bir mesafe yok ki, aracı olsun. Şunu bilelim ki; Hıristiyanlıkla Müslümanlığı birbirinden ayıran önemli hususlardan birisi de ruhbanlık müessesesinin birisinde var, diğerinde yok olmasıdır. Hıristiyan topluluklarında, o dinin ruhanilerine bağlı olarak yürütülen teokratik (ruhani sulta) yönetim, İslâm toplumunda yer bulmamıştır. İslâm dininin insanı Allah’a yakın tutan, aradaki mesafeyi ve aracılık zincirlerini ortadan kaldıran tevhid inancı buna izin vermemiştir.
Yeryüzü Müslümanlara emanettir. Bu emanet firavunlara, nemrudlara, azmanlara terk edilemez.
İslâm, âhiret merkezli bir dünya dinidir. Dünya hayatına hükmetmek, dünyada tatbik olunmak için gelmiştir. Dünya hayatı hatırına âhiretten, âhiret hayatı adına da dünyadan vazgeçmeyi kabul etmez. Aksine İslâm dünya hayatını âhirete bağlar.
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas Sûresi/ 77)
Dünyamızı dinimizle mukayyed hale getirmekle mükellefiz. İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılarak yaşanır kılmak, Müslüman’ın azad kabul etmez görevidir. Biz Hıra mağarasından hayat meydanına inen bir Peygamberin ümmetiyiz. Hz. Peygamber (sav) Allah’tan vahyi alınca Hıra mağarasından çıkmıştır. Bir daha Hıra mağarasına döndüğüne dair herhangi bir rivayet yoktur. Meydanları tağutlara, firavunlara, nemrudlara, azmanlara terk edenler, Peygamberin yolunda gitmeyenlerdir. İslâm bütün asırların firavunlarına, hamanlarına, karunlarına meydan okumadır.
İslâm’da zahitlik var, ama ruhbanlık yoktur. Ruhbanlık ise, tamamen dünyayı terk etmek, dünya ile ilgili işleri yapmaktan uzak durmak, çoluk çocuğa karışmadan münferit bir hayat yaşamak, insanlardan uzak uzlet hayatını benimsemekten ibarettir. Zahitlik, dünya sevgisini kalbine koymamak, dünyadan ziyade ahiret için çalışmak, farzların yanında -fırsat buldukça- nafile ibadetle de meşgul olmak, gereken kulluk görevlerini yerine getirmektir. Hz. Enes (ra)’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Her ümmetin bir ruhbanlığı vardır, benim ümmetimin ruhbanlığı ise Allah yolunda cihad etmektedir.” (Heysemi, Mecamu’z-Zevaid, 5/278) Bu hadisten de anlaşıldığı üzere, ruhbanlık, kişinin hayatını Allah yoluna vakfetmesidir. Allahû Teâla buyuruyor:
“Sonra bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.” (Hadid Sûresi/ 27) Buradaki “hakkıyla uymama” ifadesi, Allah rızası için değil dünya hayatı için yapmaları şeklinde yorumlanmıştır. Ruhbanlıkla ilgili olarak Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor: “Size cihad gerekir, çünkü cihad İslâm’ın rahbâniyetidir” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 82, 266); “Bana rahbâniyyet emredilmedi” (Darimî, Nikâh, 3); “Rahbâniyyet bize vâcip kılınmadı” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 226); “Allah bizim için hanefiyyet-i semhâ ile rahbâniyeti tebdil etmiştir” (Aclûnî, a.g.e., II, 528); “Ümmetimin rahbâniyeti mescidde oturmaktır” (a.g.e., I, 526); evlenmeyen ve ibâdete çok düşkün bir sahabiye Hz. Peygamber’in beyanı: “Nasârâ içinde olsaydın onların ruhbanından olurdun” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 162-63) şeklindedir. M. Hamdi Yazır (rh.a) şu açıklamayı yapmaktadır: “Rahbâniyet, büyük bir korku hissiyle çekilip dünya lezzetlerini terk ederek zühd, riyâzet ve ibâdette aşırı gitmektir ki rahbâna mahsus fiil ve hal demektir. Rahbân da çok korkmak manasına rehbetten râhibin mübalağası olup çok korkan demektir. Ruhbanlık da denildiğini Ebussuûd kaydeder”; (Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971, VII, 476) Ruhbanlık, bir Hıristiyanlaşma alâmetidir. Hıristiyanlaşma dinin cesedini öldürüp ruhuna sarılmadır.Dini şeriatsız kılıp dünyadan tecrid etmektir. Dünyayı firavunlara, nemrudlara bırakmaktır. Meydanı terk edip hayatın yükünü sırtından atmak ve çilehaneye geçmektir. Bunun İslâm’da yeri yoktur. İslâm, hayat meydanında anlaşılan ve yaşanan bir dindir.