Tevbesiz Çıkış Yoktur
Sayısını bilemediğimiz âlemlerin Rabbi Allah-u Teala, biz insanları sınav hikmetiyle yine sayısını bilemediğimiz gezegenlerden birisi olan "dünya"ya cennetten Hz. Adem ve Havva annemizle indirdi. Dünya bizim için geçici ve sınırlı konaklama, gurbet yeri. Ölüm denen gerçekle O'na (c.c.) döndürüleceğiz. Yani burada misafirleriz. Yolcuyuz... Dünyadaki sayısız nimetlerden nasıl, hangi ölçülerde yararlanıp, güzel bir hayat sürdürmemiz için de her şeye bir ölçü, bir sınır koymuş; tavsiye ve teklif ettiği hayat kılavuzunu/en güzel hayat tarzını (İslam) hem kitap hem de insan (peygamber) rehberleriyle bildirmiş, örnekliğini de göstermiştir. İşte biz Rabbimizin tavsiye ve teklif ettiği bir hayatı veya başkalarına göre hayatları tercihle sınanıyoruz. İlahi sınırlar, ölçüler aşıldığında/kulluk sınırları aşıldığında da hangi sıkıntıları yaşayacağımız bildirilmiştir. Biz bugün aştığımız sınırların sıkıntılarını çekiyoruz. Gerçekte tüm musibetlerin her çeşidinin temelinde manevi/ahlaki bozukluklar vardır. Kalpler bozulunca her şey bozuluyor. Karada ve denizde (tüm tabiatta).
Depremler, korona, hastalıklar, yoksulluklar, geçim sıkıntıları, boşanmalar, savaşlar, terör, doğal afetler, fuhuş, sömürü, zulüm vb. musibetler bizi, artarak/yayılarak kuşatıyor. Sebepler âleminde yaşıyoruz. Her şeyin sebepleri, hikmeti var. Hayat kitabımız Kur'an-ı Kerim bir "hikâye", "masal", "tarih" kitabı değildir. Onda her şeyin açıklaması var (Nahl/89). Her çeşit misal var (Kehf/54). Eksikliği de yok (En'am/38). Ekmel (tamamlanmış) bir büyük nimet (Maide/3). Kısaca sorularımızın cevapları, sorunlarımızın sebepleri, çareleri, çözümleri var. Bizi saran musibetlerin günahlarımız sebebiyle olduğu (Şura/30), "Karada ve denizlerdeki fesatların (düzen bozukluğunun) da yine günahlarımız nedeniyle olduğu ve bu afetlerin cezasının bu dünyada tattırılması ile tevbe etmemize uyarı" için olduğu (Rum/41) buyruluyor. Yine, "Kur'an'dan yüz çevirdiğimizde dünyada dar (her türlü sıkıntı) geçimin bizi beklediği" (Taha/124), "Hem semadan hem karadan musibetlerle sıkıştırılabileceğimiz ve fırkalar halinde çarpıştırılabileceğimiz" uyarıları yapılıyor (En'am/65)."Şükür halinde güvenlik, huzur ve refahın toplumda yaygın olacağı, nankörlük ve isyan halindeyse açlık ve korku/güvensizliğin toplumu kuşatacağı" (Nahl/112) bildiriliyor.
Enfal/33'de: "Af, mağfiret dilenmesi halinde azabın kaldırılacağı..."
Nur/31. ayet: "Toptan tevbe/istiğfar halinde sıkıntılardan kurtulabileceğimiz..." vurgulanmaktadır.
Konuyla ilgili birkaç hadis-i şerif:
"Bir toplumda zina ve riba (faiz) yaygınlaştığında Allah'ın azabına müstehak olurlar." (Ramuz,722).
"Dertleriniz günahlarınız sebebiyledir. Çaresi de tevbe/istiğfarlarınızdır." "Kur'an'da ve balda şifa vardır."
"Her kim istiğfar ederse, Allah(c.c.) onu her darlıktan kurtarır, her sıkıntısına ferahlık verir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır" (Ebu Davut). "Sağlığınızı koruyun.
Tedavi olun. Her derde şifa vardır, ihtiyarlık ve ölüm hariç." "İyiliklerin emredilip, kötülüklerin men edilmesinden" geçtik; -ki bu toplumun sigortasıdır- kötülükler devlet/kanunlar korumasında/güvencesinde birer hak ve özgürlük sayılabiliyorken... Haramlar helal edilebiliyor... Yeni belalara davetiye çıkartıyoruz?!
Tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basri’nin (Hz.) hangi tür dert, sorun danışılmış, arz edilmiş ise; tümüne tek çözüm/çare tavsiye etmiş olduğu söylenir: "Gidin, tevbe/istiğfar edin!" Sorun çok, çare ise tek... Rezzak da Şafi de ancak Allah-u Teala'dır.
Denirse ki, "Daha önceki kavimler, azgınlıkları nedeniyle helak edilmişler. Ve bizde tüm bu helak edici azgınlıkları var. Halimiz nice olur?" sorusuna şu cevap veriliyor:
Efendimiz (s.a.v.) miraçla müşerref olduğunda Rabbimizden birçok dilekte bulunmuştur. Bunlardan birisi şudur: "Ümmetim düşmanları tarafından veya tabii afetlerle toptan helak edilmesin!" Bu duası kabul buyrulmuşsa da, "Ümmetim tefrikaya düşerek, birbiriyle uğraşmasın/çatışmasın!" duası reddedilmiş olduğu rivayeti var. Demek oluyor ki, bizim en büyük yakıcı azabımız, tefrika... Tefrika azabıyla yanmıyor muyuz? Artık "sıla-i rahim" yapamıyor, selamlaşamıyor, camide bile yan yana gelemiyor, musafaha yapamıyor, topluca dua bile edemiyoruz.
Ayrıca Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebubekir’e (r.a.): "Allah-u Teala müminlerin işlediği günahları nedeniyle cezaları ahirete kalmasın için hastalıklar, geçim sıkıntıları gibi musibetler verir ki arınsınlar, Allah’a yaklaşsınlar, dönsünler diye. Gayrimüslimlerin cezaları da ahirete ertelenir" buyurmuş. Rabbülalemin kâinatın maliki ve hükümdarıdır ki, her şeye her an hükmetmekte, her şeyde malik sıfatıyla her an tasarruf etmektedir. O (c.c.) dilemeden, yaratmadan ne zarar ne yarar hiçbir şey olamaz. O (c.c.) faili mutlaktır. (Lâ faile illallah.) İnancımızla O'na dönmek, O’nun yoluna girmek, O’na yönelmek, O’na sığınmak, O’ndan yardım istemekten başka çaremiz de yoktur. Aksi takdirde belalar daha da artabilir. Ümmeti Muhammede, "Haydi tevbelere, istiğfarlara ki, kurtulalım" diyecek imama ihtiyacımız yok mu?