İyiliği emretne kötülükten alıkoyma
"Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun." (Al-i İmran, 3/ 104)
Şehid imamımız Seyyid Kutub bu ayeti şöyle açıklamıştır:
Evet, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir cemaatin bulunması kaçınılmazdır. Bizzat Kur'an ayetinin ifadesiyle yeryüzünde, hayra çağıran iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir otoritenin (devletin) bulunması da kaçınılmazdır. Çünkü ayette hayra Davet olayı söz konusu edildiği gibi iyiliği Emr ve kötülüğü Nehy etmek de söz konusu edilmiştir. Bilindiği gibi Davet otorite olmadan da yerine getirilebildiği halde, Emir ve Nehiy ancak bir otorite (devlet) ile mümkündür.
İslâm'ın bu sorunla ilgili düşüncesi budur. Evet, Emr eden ve Nehy eden bir otoritenin bulunması kaçınılmazdır. Müslümanları bir araya getirip Allah'ın ipi ve kendi yolunda kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlayan bir otorite... Hayra Davet ve şerrden Nehy üzerine kurulu bir otorite... İnsan hayatında Allah'ın metodunun gerçekleşmesi için birbirinden ayrılmayan bu iki esas üzerine kurulu bir otorite... Evet, yeryüzünde Allah'ın hayat için indirdiği metodunun gerçekleşmesi ve insanlar tarafından bilinmesi hayra Daveti ve iyiliği Emr edip, kötülüğü Nehy eden ve kendisine itaat edilen bir otoriteyi gerektirir. Yüce Allah buyuruyor: Biz Resulleri ancak Allah'ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik. Allah'ın yeryüzündeki metodu vaaz, irşad ve açıklamalardan ibaret değildir. Bu meselenin bir yönü. Diğer yönü ise, insan hayatında iyiliği gerçekleştirip kötülüğü yok edecek, toplumun iyi adetlerini hevasına, şehvetine ve menfaatine uyan kişilerin oyuncağı olmaktan koruyacak, her önüne gelenin kendi görüş ve düşüncesini hayır, iyi ve doğru zannetmemesi için bu iyi adetleri koruyacak Emr ve Nehy yetkisine sahip bir otoritenin kurulmasıdır.1
İbn Teymiyye, Hisbe isimli risalesinde konu ile ilgili şu açıklamaları yapmaktadır:
İyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma, Yüce Allah'ın kendisi sebebiyle kitaplarını indirdiği ve peygamberlerini gönderdiği dini bir esastır. Allah'ın bildirmesi (risaletullah), haber verme (ihbar) ya da istek (inşa) biçiminde olur. Haber verme; tevhid ve va'd ile va'idi de içeren kıssalar gibi kendinden ve yaratıklardan söz ederek olur. İstek ise; emretme yasaklama ve serbest bırakma şeklindedir. Bu; kıssa, tevhid ve emir gibi temel konulara ayrılan Kur'an'in tevhid bölümünü içermesi dolayısıyla, Rasulullah'ın (s.a.s.): İhlas Suresi Kur'an'ın üçte biridir. (Ebu Davud Vitr: 18; TirmiziSevabu'l-Kıır'an: 10.) hadisindeki ve Yüce Allah'ın Rasulullah'ın (s.a.s.) özelliklerini belirttiği: O peygamber, onlara iyi olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar
(A'raf: 7/157) buyruğundaki taksimi gibidir. Yüce Allah'ın bu ayeti, Rasullullah'ın (s.a.s.), peygamberliğinin kelamını açıklar. Çünkü Rasulullah (s.a.s.) kendisinin diliyle Allah'ın her iyiyi emrettiği, her kötülüğü yasakladığı, her temizi helal ve her pis şeyi haram kıldığı kimsedir. Bu sebeple, Rasulullah'ın (s.a.s.): "Ben ahlaki yücelikleri tamamlamak için gönderildim. (Malik Muvatta Husnu'1-Hulk: 8; Ahmed Müsned: 2/381.) buyurduğu rivayet edilir.
Buhari ve Müslim'in ittifak ettiği bir hadisinde Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
Ben ve diğer peygamberler, bir ev yapıp, onu tamamlayan ve mükemmel yapan, ama bir kerpiç kadar boşluk bırakan adama benzeriz. İnsanlar bu evi gezerek güzelliğine hayran kalırlar ve 'keşke bu kerpiç boşluğu olmasaydı' derler. İşte ben, (binayı tamamlayan) bu kerpiç yerindeyim. (Buhari Menakıb: 18 Müslim Fedailu'n-Nebi: 20-23; Tirmizi Emsal: 8/76; Ahmed: 2/244, 257.) buyurduğu rivayet edilir.
Rasulullah (s.a.s.) sayesinde, her iyiyi emretmeyi, her kötülükten alıkoymayı, her temizi helal ve her pis şeyi haram kılmayı içeren Allah'ın dini tamamlanmış oldu. Kendisinden önceki peygamberler ise, milletlerine bazı temiz şeyleri haram kılardı. Nitekim Yüce Allah: Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in (Ya'kub peygamberin) kendilerine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğuIIarına helal idi. (Al-i İmran: 3/93) Pis şeylerin haram kılınması, kötülüğün yasaklanması; temiz şeylerin helal kılınması ise, iyiliğin emredilmesi çerçevesine girer. Zira temiz şeylerin haram kılınması, Allah'ın yasakladığı bir durumdur. Bütün iyilikleri emretme ve her kötülüğü yasaklama, Allah'ın kendisi sayesinde iyilik çerçevesine giren ahlaki yücelikleri tamamladığı peygamberle ancak kemale eren durumlardır. Yüce Allah: Bugün size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. buyurur. (Maide: 5/3)
Allah bizim için dini bütünlemiş, bize olan nimetini tamamlamış ve din olarak İslamı beğenmiştir.2
Yüce Allah, bu ümmeti de peygamberi gibi nitelendirmiştir:
"Siz insanlar için ortaya çıkarılan, iyiliği emreden, fenalıktan alıkoyan ve Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsizin... (Al-i İmran: 3/110)
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar" (Tevbe: 9/71)
Bu sebeple, Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Siz insanlar için, insanların en hayırlısısınız. Onları (imana çağırarak) kelepçe (pranga) ve zincirlerle getirip cennete sokuyorsunuz."
Yüce Allah, bu ümmetin insanlar için en hayırlı ümmet olduğunu, onlara en yararlı ve iyiliklerle dolu bulunduğunu açıklamıştır. Çünkü bu ümmet, insanlara iyiliği emretme ve onları kötülükten alıkoyma emrini, herkese her iyiyi emrederek ve herkesi de her kötülükten alıkoyarak yerine getirmek suretiyle nitelik ve sayı açısından gerçekleştirmiştir. Bunu, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad ederek yapmıştır. İşte bu durum, insanlar için en iyi yarardır. Oysa, diğer ümmetler, herkese her iyiyi emretmemiş ve herkesi her kötülükten alıkoymamıştır, bu uğurda savaş etmemişlerdir, hatta hiç savaşmayanları da vardır. Savaş yapanların sözgelişi İsrailoğullarının çoğu savaşmaları, tıpkı saldırgan ve zalimle savaşıldığı gibi, düşmanlarını yurtlarından çıkarmak içindir, imana davet ya da onlara iyiliği emretme ve kötülükten alıkoymak maksadıyla değildir. Nitekim Musa (a.s.) kavmine şöyle demiştir:
"Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz demiştir. (Ey Musa! Orada zorba bir millet vardır onlar oradan çıkmadıkça biz oraya giremeyeceğiz, eğer çıkarlarsa biz de gireriz' demişlerdi. Korkanlar arasında bulunan, Allah'ın nimete erdirdiği iki adam, Üstlerine iki kapıdan yürüyün, oradan girerseniz, şüphesiz galip gelirsiniz, eğer inanıyorsanız Allah'a güvenin demişlerdi. Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız (Maide, 5/21-24) demişlerdi.
Sizden iyiyi çağıran, doğruluğu emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır. (Al-i İmran, 3/104)
İmam Teymiyye bu ayeti açıklarken; İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, her müslümana tek tek görev değildir. Bilakis Kur'an'ın da gösterdiği gibi farz-ı kifayedir. Cihad bunun tamamlayıcısı olduğuna göre, cihadın kendisi de farz-ı kifaye olur. Görevi yerine getirmesi gereken bunu yapmadığında, her gücü yeten kendi gücü oranında günahkâr olur. Çünkü o, her insana gücü oranında görevdir.
Nitekim Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Sizden bir kötülük gören, onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu sonuncusu imanın en zayıfıdır.3
Böyle olunca, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve bunun cihatla tamamlanmasının emredildiğimiz en büyük iyilik olduğu anlaşılır. Bunun için "İyiliği emretmen ve kötülükten alıkoyman, kötülükle olmamalıdır" denilmiştir. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, vacip ve müstehapların en yücelerinden olduğuna göre, vacip ve müstehaplarda yararın zarardan üstün olması gerekir. Çünkü peygamberler bu sebeple gönderilmiş ve kitaplar bu sebeple indirilmiştir. Allah kötülüğü (fesadı) sevmez. Bilakis, Allah'ın her emrettiği yarardır. Yüce Allah Kur'an'ın birçok yerinde yararlıyı ve yararlı iş yapanları, iman edip iyi işler yapanları övmüş, kötüleri de kınamıştır. Emretme ve alıkoymanın zararı yararından üstün olursa, bir vacip terkedilmiş ve haram işlenmiş olsa bile, böylesi Allah'ın emrettiğinden olamaz. Çünkü mü'minin, kulları konusunda Allah'tan sakınması gerekir, onları hidayete erdirmek mü'minin görevi değildir. Yüce Allah'ın:
"Ey inananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zara veremez..." (Maide, 5/105) buyruğu bunu ifade eder.
Doğru yolda olma, ancak vacibin yerine getirilmesiyle tamam olur. Müslüman, diğer vacipleri yaptığı gibi, iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama vacibini de yerine getirirse, sapıkların sapması ona zarar vermez. Bu, bazen kalb, bazen dil ve bazen de el ile olur. Kalb ile her durumda yapılması gerekir. Çünkü bunda, bir zarar söz konusu değildir. Bunu yapmayan, mü'min olamaz. Nitekim Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"...Bu ise, imanın en aşağı veya en zayıfıdır.4 Diğer rivayette; "Bunun ötesinde hardal tanesi kadar iman yoktur.5
İbn Mes'ud (r.a.): "Yaşayan ölü kimdir?" diye sorulunca: "İyiliği bilmeyen ve kötülükten alıkoymayandır" cevabını vermiştir. İşte böylesi, Huzeyfe b. el-Yeman'ın rivayet ettiği hadiste geçen fitneye düşen kimsedir.6
Yine İmam Teymiye (rh.a.) ifrad ve tefridte aşırı giden guruplara nasihat edercesine söze şöyle devam ediyor; Bu noktada günümüzde insanlardan iki grup davalarında samimi olmakla beraber hata etmektedir:
Birinci grup, aşağıdaki ayeti tevil ederek iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymakla ilgili görevlerini bırakır. Nitekim Ebubekir (r.a.) bir hutbesinde şunları söyledi:
Sizler Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar vermez. (Maide, 5/105) ayetini okuyor fakat onu, ifade ettiği anlam dışında başka bir yöne yorumluyorsunuz. Ben, Rasulullah'in (s.a.s.): İnsanlar kötülüğü görür de onu değiştirmezlerse, neredeyse Yüce Allah bu yüzden azabı onlara umumi kılar (bütün insanları azaba uğratması pek yakındır). buyurduğunu işittim.
İkinci gruptakiler, Ebu Sa'lebe el-Huşeni'nin rivayet ettiği hadiste geçtiği gibi, diliyle ya da eliyle bilgisizce, yumuşaklık göstermeksizin (hilm), sabırsızca ve yararlıyla zararlıyı, güç yetirdiğiyle yetiremediğini düşünmeksizin mutlak olarak iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak isteyenlerdir.
Ebu Sa'lebe el-Huşeni:
Ben bu ayeti (Maide, 5/105), Rasulullah'a (s.a.s.) sordum, şöyle buyurdu demektedir:
Birbirinize iyiliği emredin, kötülükten de alıkoyun. (insanlarda) boyun eğilen cimrilik, uyulan arzular, tercih edilen dünyalık, herkesin kendi görüşünü beğenmesini ve güç yetiremediği bir durum gördüğünde, kendine bak, başkalarını bırak. Çünkü senden sonra öyle günler gelecek ki, bu günlerde sabretmek, ateş parçasını elinde tutmak gibidir. Bu günlerde (iyi) iş yapana, aynı işi yapan elli adamın sevabı vardır. (İbn Mace Fiten: 21. Hadis no: 4014.)
Bu gruptakiler, sınırını aştığı halde, bu konuda Allah'la ve peygamberine itaat ettiğine inanarak iyiliği emreder ve kötülükten alıkoyar. Nitekim, zararı yararından (kötülüğü iyiliğinden) daha fazla olduğu halde, yerine getirdiği iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma ve bu yolda cihad etmede hata eden Havaric, Mu'tezile, Rafıziler vb. bid'at ve heva ehlinin pek çoğu bu şekilde hareket ederlerdi.7
Sonuç olarak; İyilik mutlak olarak emredilir, kötülükten de mutlak olarak alıkonur. Yapan bir tek kişi veya grup, iyisiyle emredilir, kötülükten alıkonur, iyiyi yapan övülür, kötüyü yapan kınanır. Bir iyinin emredilmesi, daha fazlasının kaybını veya daha fazla bir kötülüğün sağlanmasını içeremez. Aynı şekilde, kötülükten alıkoyma da, daha kötüsünün sağlanmasını veya daha üstün bir iyinin ortadan kaldırılmasını içeremez. Durum karıştığında, mü'min, gerçek belirinceye kadar araştırmasını sürdürür; bir taate ancak bilerek ve niyet ederek girişir, bunu terk ederse isyankâr olur. Vacip işin terkedilmesi de, yasaklanan işin yapılması da isyandır (ma'siyet). Bu son derece geniş bir konudur.Rasulullah'ın (s.a.s.) yardımcıları (avanesi) bulunan münafıkların ve fücur ehlinin liderlerinden Abdullah b. Ubeyy ve benzerlerini kabul etmesi bu konuya girer. Çünkü, kötülüğünün aynı türden bir cezayla ortadan kaldırılması, kavminin öfkelenmesi ve taassubu, Muhammed'in çevresindeki arkadaşlarını öldürdüğünü duyduklarında insanlara nefret etmesi gibi daha üstün bir iyinin ortadan kaldırılmasını gerektirebilirdi. İşte bu yüzden, ifk olayında, bir konuşma yapmasını istediklerinde Rasulullah (s.a.s.) yaptığı konuşmada mazur görülmesini istemiştir. Bu konuşmasından sonra Sa'd b. Mu'az, Rasulullah'ı (s.a.s.) desteklediğini söylemiş, kuvvetli imanına rağmen Sa'd b. Ubade kabile taassubuna kapılmıştır.
Rabbimizden bizleri sırat-ı müstakimde kılmasını, bizleri aşırılık ve gevşeklik belasından muhafaza ederek İyiliği Emretme ve Kötülükten Alıkoyma vazifesini hakkıyla ifa eden kullarından eylemesini niyaz ediyorum.
------------------------------------------------------------------------
Dipnot
1- Fizilal-il Kuran, Al-i İmran Suresi 104. Ayetinin Tefsiri
2- İbn Teymiyye, Hisbe, Tevhid Yayınları, 68-70
3- Müslim İman, 78
4- Müslim İman, 78
5- Buhari İman, 15 /Müslim İman, 80
6- Müslim İman: 231
7- İbn- Teymiyye, Hisbe, Tevhid Yayınları, 68-70
Nasruddin Yasin.