İnsanda Vatan Tutkusu
İnsan, genel olarak bir yerde yerleşik olarak yaşamayı kendisine ilke edinmiş bir varlıktır. Çünkü bu ona beslenme, barınma, tanışma başta olmak üzere pek çok alanda birtakım yaşama kolaylıkları sağlamıştır. İnsandaki bu tutku ‘vatan/yurt’ tutkusunu ve sevgisini doğurmuştur. Vatanından uzakta olmak, yolculuk, bir sıkıntı sebebi sayılmıştır. Târih boyunca yurdundan edilmek/sürgün insan için en büyük cezâ sayılmış, insanlar vatanlarından ayrı düşme yâhud vatanlarında özgürce yaşama haklarının ellerinden alınma endişeleriyle yaşamışlar, yurtlarını kaybetmemek için her şeylerini ortaya koymuşlardır. Şâirin dediği gibi; vatanseverler, Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ/Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ diye duâ etmişlerdir.
Vatan gerçeği ile ilgili olarak Kur’ân’da yer alan âyetlerden birkaçı şöyledir:
“Ey isrâiloğulları! Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarından çıkarmayacağınıza dâir Biz, sizden söz almıştık. Her şeyi görerek bunları kabûl etmiştiniz.”1 “Mûsâ ve Hârûn için şöyle dediler: ‘Doğrusu bu ikisi, sihirleriyle sizi yurdunuzdan.. çıkarmak isteyen iki büyücüdür..”2 “Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyâda başka şekilde cezâlandıracaktı…”3 “Kavminin Lût’a cevâbı şöyle oldu: ‘Onları memleketinizden çıkarın.”4
Âyetlerde, hiç kimseyi gereksiz yere vatanından etmemek, yurdundan çıkarmamanın gereği özellikle vurgulanmıştır. Yüce Allah, peygamberleri vâsıtasıyla İsrâiloğlullarından, birbirlerini vatanından sürüp çıkarmayacaklarına dâir söz aldığını hatırlatıyor. Yine âyetlerden anlaşılacağı üzere târih boyunca insanlar, kişileri vatanlarından etmeyi bir cezâ olarak görmüşler ve bunu bir tehdit unsuru olarak kullanmışlardır.
Öte yandan yer, yurt/vatan sevgisinin insan hayâtında ayrı bir yeri vardır. İnsanın doğduğu ve doyduğu yerler, hayâtının unutulmaz hâtıralarıdır. Sözgelimi şu âyette peygamberlerin yurtsever insanlar olduğu özellikle vurgulanmıştır: “Güçlü ve anlayışlı olan kullarımız İbrâhîm, İshâk ve Ya’kûb’u da an. Biz onları dâimâ yurdu düşünen (zikra’d-dâr), içten bağlı kimseler kıldık. Doğrusu onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdendirler.”5 Âyette geçen ‘zikra’d-dâr’ ifâdesi, âhiret yurdu cenneti düşünen olarak anlaşıldığı gibi, dünyâ yurdu olarak da anlaşılmıştır. Nitekim müfessir H. Basri Çantay, âyette ‘âhiret’ kaydının olmadığını gerekçe göstererek, âyetin bu dünyâdaki vatanperverliğe beliğ bir biçimde işâret ettiğini söylemiştir.6 Zâten İslâm literatüründe, müslümanın üzerinde müslümanca yaşadığı yer Dâru’l-İslâm/İslâm yurdu olarak adlandırıldığı gibi; kalıcı âhiret yurdumuz cennet için de Dârü’s-Selâm/Esenlik yurdu kavramı kullanılmıştır. Her iki kullanımda da dâr ve barış-esenlik anlamına gelen İslâm-selâm kelimeleri mevcuttur.
Yine insanların, üzerinde yaşadıkları yerlere nisbet edilerek anılmaları da yerin insan hayâtındaki önemini vurgulamaktadır. Sözgelimi Kur’ân’da pek çok toplum, yurtlarıyla anılmıştır. Ashâb-ı Medyen (Medyenliler), Ashâb-ı Eyke (Eykeliler), Ashâb-ı Hıcr (Hıcırliler), Ashâb-ı Kehf, Ashâb-ı Rakîm, Ashâb-ı Rass, Ashâb-ı Uhdûd, Ashâb-ı Karye, Ashâb-ı Cennet, Ashâb-ı Kubur gibi.
Benzer şekilde insanlar, âhirette varacakları yerlerle de anılmışlardır. Ashâb-ı Cennet, Ashâb-ı Nâr, Ashâb-ı Cahîm, Ashâb-ı Saîr gibi.
Bu ifâdelerde dost-arkadaş-yârân anlamına gelen ‘ashâb’ kelimesinin özellikle seçilmiş olması da oldukça dikkat çekicidir. İnsan yaşadığı yurdun, ashâbı yâni arkadaşı-dostudur. Onun için vatan özlemi, sıla özlemidir. Sıla özleminde, o vatanda yaşayanlar kadar vatanın kendisi de önemlidir. Tüm bunlar, dünyâ ve âhirette, yerin/yurdun insan hayâtındaki önemini ortaya koymaktadır. Öyle ki kimi yerlerin isimleri; özellikleri ve üzerlerinde gerçekleşen kimi olaylar sebebiyle, sâkinlerinin adlarının önüne geçmiş ve o yerlerin sâhipleri, kendi isimleriyle değil yerlerin adlarıyla anılır olmuşlardır. Bazen sâkinler yaşadıkları yerlere isimlerini vermişler, bazen de yerler sâkinlerine adlarını vermişlerdir. Öteden beri Arab-İslâm geleneğinde kişiler, doğup büyüdükleri yerlere nisbet edilerek anılmışlardır. Buna göre insan, doğduğu ve yaşadığı yerlere nispet edilmişlerdir. Mekkî, Medenî, Basrî, Kûfî, İstanbûlî, Konevî gibi. Dilimizdeki bunlar Mekkeli, Medîneli, Basralı, Kûfeli, İstanbullu, Konyalı şeklinde kullanılır.
Kur’ân sûreleri de indikleri yerlere göre Mekkî ve Medenî olmak üzere iki grupta değerlendirilmişlerdir.
Biz her peygamber ve her insan gibi Peygamber Efendimiz’de de bu sevginin canlı olduğunu ve çeşitli vesîlelerle dile getirildiğini görmekteyiz. Sözgelimi O, elli üç yıllık yurdu Mekke’den çıkarılmak zorunda bırakıldığında, hicret ederken Mekke’ye dönüp şunları söylemiştir: “Vallâhi! Ey Mekke, biliyorum ki sen Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Allâh’a en sevgili olanısın! Eğer senin halkın beni senden çıkarmamış olsaydı, senden çıkmazdım!”7 Bir başka rivâyette de Hz. Peygamber şöyle duâ etmiştir: “Allâhım! Doğrusu Sen beni, benim en sevdiğim yerlerin birinden çıkarıyorsun. Öyleyse Sen beni, Sana en sevimli gelen bir yere yerleştir!”8
Hicretle birlikte yerleşip yurt edindiği Medîne ile ilgili de şunları söylemiştir: “Allâhım! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medîne’yi de bize sevdir! Allâhım! Medîne’yi bize rızkı bol ve ferah bir yurt kıl!..”9
Son tahlilde Mekke doğumlu olan Peygamberimiz, Medîne’de vefât etmiş ve oraya defnedilmiştir. Kabir yeri, tartışmasız ve kesin olarak bilinen tek Peygamber olan Efendimiz (sav)’in kabri Medîne’dedir. Zîrâ O, 53 yıl yaşadığı baba ocağı Mekke’sini, inancı uğruna zamânı geldiğinde terk etmesini bilmiş ve Medîne’ye hicret etmiştir. Hicretten 8 yıl sonra fethettiği Mekke’ye girdiğinde bilinçli olarak orada bir evde kalmamış ve çadırda kalarak Medîne’ye döneceğini beyân etmiştir. Artık Onun vatanı Medîne olmuştur. Onun bu hareketinden, Müslüman için Müslümanlığını özgürce yaşadığı yerin asıl vatanı olduğunu anlayabiliriz.
Hz. Âişe annemiz de yurt sevgisini şöyle dile getirir: “Hicret olmasaydı Mekke’den dışarı çıkmazdım. Çünkü ben, gökyüzünü en iyi Mekke’de izlerim. Hilâlin Mekke’deki kadar güzel göründüğü başka bir yer bilmiyorum. Gönlüm, Mekke’de huzur bulduğu kadar başka hiçbir yerde huzur bulmamıştır.”10
Yurt sevgisi, insanları yurt sevgisinin îmandan olduğuna dâir hadis uydurmaya sevketme noktasına götürmüş önemli bir duygudur.11 Hattâ kimi yerlerin aşırı derecede kutsanması kimi sapmalara bile sebep olmuştur.
Hele bu vatan zor elde edilmiş, sâhip çıkılması ve korunması uğruna canlar verilmiş, her karışı şehit kanlarıyla sulanmış bir toprak parçası olursa. Her karış toprağından şehit fışkıran bir yurt olursa. Ve o yurt üzerinde yaşayanlar da mü’minler olursa.
Elbette o zaman o yurdun ayrı bir yeri ve değeri olacaktır. Zîrâ artık o yurt kuru bir toprak parçası olmaktan çıkmış, asırlarca yaşayan Müslüman ecdâdın hâtırâtını bağrında barındıran bir yâdigâr, ayrı kalınca özlemi gözünde tüten bir yâr ve herkesin gözü üzerinde olan bir diyâr olacaktır. İşte bu millet için Anadolu böyle diyardır. İnsanlık târihinin pek çok dönemine tanıklık ettiği gibi, İslâm Medeniyetinin en parlak dönemlerine de şâhit olmuş bir vatandır Anadolu.
Yüce Rabbim bizleri îmansız ve vatansız bırakmasın. Cennet vatana göz diken düşmanlara aslâ fırsat vermesin. Vatanımız dünyâda İslâm-esenlik yurdu, âhirette de Dâru’s-selâm/cennet olsun!
------------------------------------------------------
Dipnotlar
1. Bakara, 84.
2. Tâhâ, 63. Ayrıca bkz. 20 Tâhâ 57; 7 A’raf 110, 123; 26 Şuara 35.
3. Haşr, 3.
4. A’raf, 82; Neml, 56.
5. Sâd, 45-47.
6. Bkz. İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, VII, 146; Çantay, Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm, III, 817.
7. Ahmed, IV, 305; Tirmizî, Manakıb 68.
8. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 213-214.
9. Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, V, 99.
10. Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, V, 212.
11. “Vatan sevgisi îmandandır” sözünün mevzu ama mânâsı sahih bir söz olduğuna dâir açıklamalar için bkz. Aclûnî, Keşfü’l Hafâ, I, 414-415.