Hep O’nunla Olma İradesi
“(Daima Allah’ı zikir hâlinde olan müminler) öyle kimselerdir ki ticaret ve alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin alt üst olacağı, gözlerin döneceği bir günden korkarlar.” (Nur, 24/37.)
Kur’an bu ayette, müminlere yönelik “Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın.” (Münafikun, 63/9.) şeklindeki ilahî emrin İslam imanına sahip kul üzerinde hâsıl edeceği sonucu canlı bir örnekle gözler önüne sermektedir.
İslam imanı, Allah’ın gösterdiği hayat programını uygulamak; varlığımızı bu program sahibinin mutlak kudret ve iradesine borçlu olduğumuz bilincini zihin, kalp ve davranış dünyamıza hâkim kılmak gerekiyor. Kur’an’ın “zikir” diye üzerinde yoğunlaştığı, Allah’ı hatırda tutma, anma ve O’nun yolunca yaşama şeklindeki bir beşerî yöneliş olgusu da bu bilincin bir yansımasıdır. Yukarıda meali verilen ayette bu bilinci taşıyan kimselerin dünyalıklar karşısındaki temel davranış biçimlerine dikkat çekilmektedir. Bunlar her şeyden önce kişilikleri yönüyle öne çıkmış insanlardır. (Rical) Dünyevi cazibenin ardında yatan faniliği fark etmişlerdir. Bu sebeple fani dünya meşgalelerinin temelini oluşturan ticaret ve alışveriş onları Allah’ı hatırda tutmaktan ve bunun gereği ve sonucu olarak mümince bir hayat yaşamaktan alıkoymaz. Daldaki yeşil yaprakla yerdeki sararmış yaprağın mukayesesi onlar için çok ufuk açıcı bir tecrübedir.
Ayette Allah’ı anmaktan alıkoyan etkenlerin ticaret ve alışverişle sembolize edilmesi dikkat çekicidir. Hangi türden olursa olsun bütün beşerî ilişkilerde sonuç olarak bir mübadele (emek-menfaat değişimi) söz konusudur. Mübadele de ya ticaret şeklinde (kazanç sağlamak amacı ile) ya da alış veriş şeklinde (gündelik ihtiyaçları giderme amacı ile) yapılır. Bu iki kelimenin bu kapsamlı anlamından hareketle ayetteki “kendilerini ticaret ve alışveriş Allah’ı anmaktan… alıkoymaz” ifadesini “kendilerini dünya meşgalesi Allah’ı anmaktan… alıkoymaz” şeklinde anlamak mümkündür.
Ayetin temel kavram olarak gündeme getirdiği ve “Allah’ı anmak” diye tercüme edilen “zikrullah”, çok kere zannedildiği gibi “Allah’ın adını ve sıfatlarını dil ile söylemek” şeklindeki lafzi bir eylemden ibaret değildir. Zikrin, Allah’ı daima hatırda tutmak ve bunu hâl ve davranışlar şeklinde yansıtmaktır. Zikrin davranışa yansıyan hâlini “fiilî zikir” diye işaretleyelim. Buna göre dil ile söylemek zikrin kendisi değil bir yansımasıdır. Zihin ve tefekkür mekanizması pasif iken Allah’ın adını, sıfatlarını, O’nu yücelten ifadeleri sadece dil ile söylemeyi zikir diye algılamak bu ibadet ve kulluk bilinci göstergesinin içini boşaltmak, onu anlamından uzaklaştırmak olur.
Ayetteki “Allah’ı anmak” ibaresine “namaz kılmak” şeklinde özel bir anlam yüklemek mümkün olduğu gibi onu, zikir lafzının taşıdığı en geniş anlam ile açıklamak da mümkündür.
Birinci yaklaşıma göre namazın zikir olması; içerdiği her türlü sözlü ve fiilî zikir yanında ruhu arındırması ve kulun Allah ile hemhâl olmasını sağlaması yönü iledir. Namaz kılmak için huşu ve saygı duyguları içinde kıbleye yönelen kişi, Allah’ın huzurunda durduğunu yüksek bir bilinç içinde tüm varlığı ile hisseder. Nitekim beş vakit namaz da insanın daima Allah’ı zikir üzere bulunması için meşru kılınmıştır. (bk. Ebu Mansur el-Maturidi, Te’vilatü Ehli’s-Sünne [I-X Daru’l-Kütübi’l-İmiyye, Beyrut, 1426/2005] VII, 574.)
Yani namazın, kişiye “zikr-i daim” eğitimi vermek gibi bir hedefi vardır. Mevlana’nın dediği gibi “Şu namaz, bütün gün kıyamda, rükûda, secdede durman için konmamış ya; maksat, namazda sende beliren hâlin, daima sende olmasıdır. Uykuda, uyanıklıkta, bir şey yazarken, bir şey okurken, hâsılı bütün hâllerde Tanrı’yı anıştan ayrılmamalısın ki “Onlar, namazlarını boyuna kılarlar” sırrına eresin, buna erenlere katılasın.” (Mevlana, Fihi ma Fih, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, s. 67.)
Bu yazının merkeze aldığı Nur, 37 ayeti ile aynı temel içeriğe sahip olan “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır” anlamındaki Cuma, 9. ayetinde de Allah’ı anmanın namaz olduğuna işaret vardır. Zira bu ayette de “Allah’ın zikri” ile cuma namazı kastedilmektedir. Aynı şekilde “beni anmak için namaz kıl” (Taha, 20/14.) ayeti de zikrin namazla olan sıkı bağını ortaya koymaktadır. Bu birinci anlama göre dünyevi meşgaleler ayette övülen kulları namazı ihmal etmeye götürmez. Buradaki namazı ihmal etmek ifadesi hem namaz kılmamayı, hem namaz kılarken huşudan uzak ve özensiz bir ruh hâli ve tavır içinde olmayı kapsıyor.
Bu manaya göre, ayetin resmettiği Müslüman portresi “Namaza kalktığın zaman dünyaya veda etmek üzere olan kişi gibi namaz kıl.” (Ahmed, Müsned, [I-VI, Müessesetü Kurtuba, Kahire,] V, 412.) hadisini akla getiriyor. Bu nebevi uyarıyı rehber edinen bir Müslüman, dünyevi hırs ve heveslerini daima olmaları gereken yere, kendi sınırları içine çekmiştir. Günün belirli zamanlarında kıldığı namaz onun hayatına ahenk verir. “Allahüekber” diyerek girdiği namazda “gökyüzü” ile irtibatını diri ve sürekli hâle getirir. Uzaya çıkan insanın hissettiği hürriyet havasını o namazda iken iliklerine kadar solur. “Namaz müminin miracıdır” hadisi bu ruh hâline de işaret eder gibidir.
Ayetteki “Allah’ı anma” ibaresini zikir kelimesinin ifade ettiği en geniş anlamı ile açıklamamız hâlinde “ticaret ve alışveriş onları Allah’ı anmaktan… alıkoymaz” cümlesi bize şunları söyler: Ticaret ve alışverişle/ dünya işleri ile meşgul olurlarken de Allah’ı unutmazlar, işlerini Allah’a hesap verme korkusu içinde yaparlar. Hayatın kendisi ve yaşadıkları olaylar onların zihin ve ruh dünyasına Allah ile beraberliklerine engel olamadığı için her türlü hayırlı işlerinde daimi zikir hâlindedirler. (bk. Maturidi, Tevilat, VII, 574.) Bu sebeple de bir arınmışlık hâli içinde olurlar. Dolayısı ile hile yapmazlar, eksik ölçüp tartmazlar; riyaya ve ahlaksız davranışlara yabancı kalırlar.
Ayetin devamında, dünya meşgalesinin örnek mümini alıkoyamayacağı belirtilen diğer davranışlar, namaz kılmak ve zekât vermek olarak sıralanıyor. Allah’ı anmak ifadesinin namaz kılmak şeklinde açıklanması durumunda, hemen sonrasında zikredilen “namaz kılmak” sözü, “bu ibadeti maddi manevi unsurları ile hakkını vererek kılmak” anlamına gelir. Bu takdirde ayetin bu kısmı, “onlar öyle kimselerdir ki ticaret ve alışveriş onları Allah’ı zikretmek olan namazdan, onu hakkını vererek dosdoğru kılmaktan… alıkoymaz” şekline anlaşılır.
Ayetin vurguladığı Allah’ı anma olgusunun, geniş anlamı ile alınması hâlinde ise, namaz kılmak ve zekât vermek ifadeleri ayette zikredilen has kulların bu malum ibadetlerin yerine getirilmesi konusunda dünyevi hırs ve meşguliyetlerin oyununa gelmedikleri ifade edilmiş olur.
Ayet bütün bu kulluk davranışların ahiret ve kıyamete iman ile beslendiğine işaret ederken, “kalplerin alt-üst olması” ve “gözlerin dönmesi” gibi etkileyici tasvirlerle kıyametin dehşet verici hâlini gözler önüne serip muhataplarına “bu dehşete uğramamak için Allah’ı unutmayın” mesajını veriyor.
“Nerede olursanız olun, o daime sizinledir” buyuruyor Allah ve bizi de bu ilahî yönelişe karşılık verme iradesine sahip olmakla yükümlü kılıyor. Onu sürekli hatırda tutup bunun gereğini yapmak bizi bu konuda başarılı kılacak tek yoldur. Yolumuz açık olsun.