* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Nasuh Tövbesi  (Okunma sayısı 377 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Nasuh Tövbesi
« : Mart 16, 2020, 09:17:47 ÖS »
Nasuh Tövbesi

Tövbe (=Tevbe): Sözlükte "dönmek" demektir. Istılahta ise kabahatinden, kabahat olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmek ve vicdanında meydana gelen çirkinliğinden dolayı terk etmek anlamına gelir. (Ragıb el-isfehani, el-Müfredât, s. 83) Tövbe, günah duygusuyla, benliğin bir hesaplaşması ve kişinin kendisini yenilemesidir. Bu anlamda tövbe, Allah’ın gazabından lütfuna, hesabından rahmet ve inayetine sığınma demektir. Zira tövbe, Hz. Adem’le başlamış, nefis ve şeytana karşı kulluğun bir göstergesi olarak kıyamete kadar da devam edecektir. Nasuh kelimesi de sözlükte “en halis, en safi ve en içten” anlamına gelir. Ayrıca bu kelime yırtığı, söküğü dikip kapayan, bozulanı ıslah eden ve hiçbir gedik bırakmayacak şekilde onaran manasını da içine almaktadır. Şu halde tövbe-i nasuh, hüsn-i niyet, hulus-i kalp, ciddi ve yürekten tövbede bulunmak demektir. Ayrıca tövbe-i nasuh başkalarına nasihat ediyor gibi güzel örnek olmak anlamlarını da taşımaktadır. Nitekim kul, günah ile kirlenirken, tövbe ile temizlenebilmektedir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Tövbe-i nasuh, ile Allah’a tövbe edin (dönün).” (Tahrim, 8) buyurmaktadır. Demek ki her insan mutlaka hata yapabilir. Fakat hata yapanların en hayırlısı ise hemen tövbeye koşanlardır. (Bkz. Tirmizi, Kıyame, 49)

Tövbe, şeytanın insan üzerindeki hakimiyetinin sona ermesini ve insanın hakiki hürriyetine kavuşmasını ifade eder. Günah, nefsin ve şeytanın insanı aldatması, tövbe ise, iradenin nefse ve şeytana tokat vurmasıdır. Demek ki tövbe, insandaki günahların meydana getirdiği yaraların iyileştirilmesi gayretinin göstergesi olup, sadece kanı durdurmaya yönelik geçici bir pansuman olmamalıdır. Bilakis tövbe, insanın içiyle beraber dışının da temizlenmesi ve onarılması demektir. O halde tövbe, hastalıktan tamamen kurtulmaya ve yaranın hiç izi kalmayacak şekilde kökünü kurutmaya yönelik sürekli bir tedavi şeklidir. Peygamberimizin (s.a.s.) günde yetmiş veya yüz defa tövbe ve istiğfar etmesi (ibn Mace, Edeb, 57) ümmetine tövbedeki hikmeti ve istiğfarın sürekliliğini göstermektedir. Zira nefsi emmare, insanın şerre karşı meyillerini harekete geçirerek, günahı cazip ve masum göstermeye çalışır. Fakat akıllı ve iradesi kuvvetli bir insan bu aldatma ve tuzaklara düşmez. Şerre karşı meyillerinin kesilmesi ise ancak tövbe ve devamlı istiğfarla mümkündür. Bazı günahlar vardır ki, kolumuza dökülen bir bardak kaynar suya benzer. Bazı günahlar kolumuzun kırılması, bazıları ayağımızın kopması, bazıları da kalbimize giden damarların tıkanmasına benzer. Böyle durumlarda yaranın küçüklüğüne bakılmadan hemen müdahale edildiği gibi, günahların arkasından da hemen samimi bir şekilde tövbe yapılmalıdır. Zira tövbe edilmeyen günahlar, tedavi edilmeyen hastalıklara benzemektedir. Nitekim tedavi edilmeyen hastalıklar kalıcı izler bırakır ve bir süre sonra insanın ruhunu sararak, kanser gibi amansız ve çaresiz hale gelebilir. Şu halde küçük de olsa günahlar hafife alınmamalıdır. Günahı imtihan olarak veren Cenab-ı Hak, tövbe imkânını da ihsan ederek, kullarına rahmetinin genişliğini göstermektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Günahından tövbe eden, günahsız (günah işlememiş) gibidir.” (ibn Mace, Zühd, 31) buyurarak, Cenab-ı Hakkın engin rahmetine işaret etmektedir.

Nasuh Tövbesini Yakalayanlar

Nasuh tövbesini yakalayan ve affa mazhar olan kişilerin başında israil oğullarından Kifl, islam tarihinde de Ebu Lübabe, Ka’b b. Malik ve arkadaşları gibi sahabe-i kiram örnek gösterilebilir. Bunların kıssaları da şöyledir:

Kifl’in tövbesi: israil oğullarından Kifl isminde günahtan hiç sakınmayan bir kişi varmış. Birgün yanına ihtiyaçlı (fakir) bir kadın gelir. Kifl, kadınla beraber nikâhsız yaşama karşılığında altmış dinar vermeyi teklif eder. Çaresiz kalan kadın teklifi kabul eder. Fakat kadın başkasının evinde ve şimdiye kadar yapmadığı bir işe (zinaya) zorlanmaktadır. Bunun için elleri ayakları titremeye ve ağlamaya başlar. Kifl, niye ağladığını sorar. Yoksa benden mi tiksindin, der. Kadın, “hayır” ihtiyacımdan dolayı şimdiye kadar yapmadığım bir işe zorlanıyorum. Bu günahtan dolayı Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünüyorum, der. Kifl, bu cevap karşısında, demek ki sen şimdiye kadar hiç böyle iş yapmadığından ve Allah korkusundan dolayı ağlıyorsun, öyle mi? Kifl de ağlayarak, o halde verdiğim paralar senin olsun, serbestsin, gidebilirsin. Allah’a yemin olsun ki, ben de bundan sonra Allah’a hiçbir zaman asi olmayacağım (haram işlemeyeceğim) der. Ve Kifl o gece ölür. Kapısında şöyle yazılmıştır: "Muhakkak ki Allah Kifl’i affetmiştir". (Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame, 48) işte içten ve samimi bir tövbe ve Allah’tan karşılığı.

Ebu Lübabe’nin tövbesi: Ebu Lübabe’nin Yahudilerden Kureyza oğullarına bilgi sızdırma gibi anlaşılacak davranışı sebebiyle olan pişmanlığı ve tövbesidir. Şöyle ki: Medine’de bir Yahudi kabilesi olan Kureyza oğulları bir savaşta (Hendek’te), Hz. Peygamberle daha önce yapmış oldukları anlaşmayı bozarak müttefik müşrik ordularına yardım ettiler. Müşrik Arap orduları mağlup olup çekilip gittikten sonra Rasulüllah (s.a.s.) Kureyza oğullarının kalelerini kuşattı.

Yirmi beş gün kuşatma devam etti. Pişmanlık göstermediler ve barışa yanaşmadılar. Fakat en sonunda çaresiz kalınca teslim oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber de onlara islam’dan önceki dönemde kendilerinin müttefiki olan Sa’d b. Muaz’ı hakem olarak gönderdi. Onlar da hakemin vereceği hükme razı olduklarını bildirdiler. Sa’d b. Muaz Tevrat’ın hükmüne göre, ihanet eden Yahudilerin öldürülmelerine hükmetti. Kureyza oğulları bu hükmü öğrenmeden önce hüküm hakkında bir fikir edinmek üzere Ebu Lübabe ile konuşmak istediler. Ebu Lübabe yanlarına gitti. Onlar Sa’d’ın hükmünün ne olabileceğini sordular. O da Tevrat’a göre ihanet edenlerin cezası ölüm olduğunu bildirmek için eliyle boğazına işaret ederek haber vermiş oldu. Ebu Lübabe, bu hareketine çok pişman oldu fakat iş işten geçmişti.

Bunun üzerine “Ey iman edenler! Allah ve peygambere hainlik etmeyin. (Sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.” (Enfal, 27) ayeti nazil olmuştur. Çünkü Ebu Lübabe bu davranışıyla Allah ve Rasulü’ne ihanet ettiğini düşünerek Hz. Peygamber’in bile yanına uğramadan mescide gidip kendisini bir direğe bağlatmıştır. Burada Hz. Peygamber tarafından çözülünceye kadar beş veya on beş gün yiyip içmeden direğe bağlı olarak kaldığı rivayet edilir.

Nitekim günümüzde de Mescid-i Nebi’deki bu direğe “tövbe direği” anlamında “üstüvanetü’t-tövbe” ismi verilmektedir. Başka bir rivayet Ebu Lübabe’nin ashaptan birkaç kişiyle birlikte Tebük gazvesine katılmadığı ve bu sebeple Hz. Peygamber tarafından azarlandığı için kendisini bu şekilde direğe bağlayarak cezalandırdığı şeklindedir. Ancak bazı müfessirler Tevbe suresindeki “Diğerleri de günahlarını itiraf etiler” şeklindeki 102. ayetin sebeb-i nüzülü olarak yukarıdaki olayı naklederler. (Bkz. Hâzin, Lübabü’t-Te’vil, III, 187)

Ka’b b. Malik’in tövbesi: Ka’b b. Malik Tebük (Tebük seferi: H. 9. yılda Recep ayında yapılmıştır. Tebük Medine ile Suriye arasında bir şehirdir. Şam tarafından Bizanslıların Müslümanlar üzerine büyük bir ordu hazırladığı haberi ulaştı.

Hz. Peygamber de bu hazırlığa karşı tedbir almak mecburiyetindeydi. Fakat o yıl memlekette kıtlık vardı. Hayvanlar açlıktan kırılıyordu. Yeni mahsul az ve henüz yetişmemişti. Üstelik havalar müthiş sıcaktı. Münafıklar “bu sıcakta sefere çıkmayın” diyorlardı (Tevbe, 81) Böyle bir ortamda Hz. Ebu Bekir bu sefer için malını hepsini getirmiş, Hz. Osman gönüllülerden müteşekkil koca bir alay hazırlamıştı. Kadınlar da zinetlerini orduya bağışlamışlardı. Kısaca kıtlık dolayısıyla güçlükle hazırlanan bu orduya “ceyşü’l-usre” denilmektedir. Bütün zorluklara rağmen Tebük seferi için 30 bin ordu hazırlanabilmişti. Nihayet Tebük’te 20 gün kalındı. Bizanslılardan bir saldırı olmayınca çarpışma yapılmadan geri dönülmüştür) gazvesi dışındaki tüm savaşlara katılmıştır. Ancak Tebük seferine meyvelerin olgunlaştığı ve gölgelerin güzelleştiği bir zaman olması hasebiyle katılamadığını söyler. Hz. Peygamber Tebük dönüşü bu sefere katılmayanlar ile ashabın ilişkisini ve konuşulmasını yasaklamıştır. Hatta bu yasak elli gün devam etmiştir.

Ka’b b. Malik üzüntüsünden iki arkadaşıyla birlikte (Hilal b. Ümeyye ve Mürare b. Rebi) günlerce evlerinden çıkmamış ve devamlı ağlamışlardır. Artık elli günün sonunda müjdeli haber gelmiş ve Allah’ın tövbelerini kabul ettiği haberi verilmiştir. Kur’an’da bu tövbe şöyle anlatılır: “Ve (savaştan) geri bırakılan üç kişinin) de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. (Tevbe, 118) Bu ayeti duyan Ka’b b. Malik, sevincinden bu haberi getirene üzerindeki elbiseyi hediye olarak vermiş ve insanlar da onların tövbelerini tebrik etmişlerdir. (Müslim, Tevbe, 53)

Görüldüğü gibi nasuh tövbesi içten, samimi ve halisane yapılan Kur’anî bir tövbedir. Dolayısıyla kişi tövbe ederken, yaptığı günaha duyduğu vicdan azabından dolayı dünya başına dar gelmeli, iç dünyası kendisini sıktıkça sıkmalı ve her şeyden kesilip Allah’a sadakat ve samimiyetle yalvarıp, sığınmalıdır. Şu halde Kur’an’da anlatılan nasuh tövbesi, bilmeden yapılan kötülükleri öğrendikten sonra Kifl gibi hemen terk edebilme şeklindeki azim ve kararlılıktır. (Nisa, 17)

Nasuh tövbe, yapmış olduğu bir hatadan dolayı kendini direğe bağlayan, yemeyen içmeyen Ebu Lübabe gibi kişilerin gösterdiği samimiyettir. Nasuh tövbe, Tebük seferine katılamayan Ka’b b. Malik ve arkadaşlarının günlerce gözyaşı dökerek kovulan kapıdan gitmeyerek gösterdikleri sadakattır. Nasuh tövbesi, Vahşi’nin Müslüman olmasına rağmen üzüntüden dışarı çıkamaması, kötüye kullandığı kılıcını sanki yalancı peygamber olarak ortaya çıkacak Müseylimetü’l-Kezzab için saklaması ve yerli yerinde kullanması sevincidir. Ne mutlu böyle tövbe yapabilenlere! Ne mutlu bir an önce nasuh tövbesine koşabilenlere!

 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]