Dinde Kardeş Olmanın Bedeli
İslâm dini kardeşliğe çok önem vermiştir. Bu öneme atfen kardeşlik anlamına gelen “uhuvvet” kelimesi ve türevleri Kuran-ı Kerim’ de 96 ayette değişik biçimlerde kullanılmıştır. Ulema kardeşliğin tanımını şöyle yapmıştır: İki taraftan birinin doğumda ve sütte müşterek olmasıdır. Ayrıca kabilede, dinde, sanatta, davranışlarda, sevgi ve benzeri konulardaki müştereklik için de aynı kelime kullanılmıştır.1
Kuran-ı Kerim iki tür kardeşlik üzerinde durmuştur.
Birincisi; soyda ve kabilede kardeşliktir. Bütün insanlık, Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocukları oldukları için soyda kardeştirler. Tevhid mücadelesi veren bütün peygamberler, soylarına hakikati hatırlatmak; yaratmada ve emretmede Allah Teâlâ’nın vahdaniyyetini öğretmek için gönderilmişlerdir. Kuran-ı Kerim bu peygamberlere soyları arasındaki bağı “Kardeş” kelimesi ile ifade etmiştir. Bu kelimeyi seçmekle Yüce Allah, daveti yapan peygamberlerle soyları arasındaki yakınlığın duygusal boyutuna dikkat çektiği gibi; gönderilen peygamberlerin ilk muhataplarının kendi kabileleri olduğuna da vurgu yapmaktadır. Hz. Muhammed (s.)’ den önceki peygamberlerin evrensel olmayıp yöresel olduğuna da işaret vardır. Konumuzla ilgili Kuran-ı Kerim’ de bir çok örnek vardır: “Ad kavmine de kardeşleri Hud’ u peygamber olarak gönderdik. Onlara Hud dedi ki: ‘Ey kavmim! Yalnızca Allah’ a ibadet edin.’”2
“Nitekim Semud kavmine de kardeşleri Salih’ i peygamber olarak gönderdik. Salih de Kavmine dedi ki: ‘Ey kavmim! Yalnızca Allah’ a kulluk ediniz.’”3
Hz. Nuh,
4 Hz. Şuayb
5 ve Hz. Lut 6
Da kavimlerine gönderildiklerinde, onların soyda kardeş oldukları belirtilmiştir. Kuran-ı Kerim’ de kardeş kelimesi bazen anne-baba bir kardeşler için de kullanılmıştır. Şu ayeti konumuzla ilgili delil olarak gösterebiliriz: “(Yusuf) dedi ki; Ben Yusuf’ um bu da benim kardeşim dir. Allah her ikimize de lütuflarda bulunmuştur.7
Baba bir anne ayrı veya anne bir baba ayrı kimseler de Kuran-ı Kerim’ de kardeş olarak anıldığı gibi
8 Aynı anneden belirli yaşlarda süt emenler de “kardeş” kelimesiyle ifade edilmiştir.9
Kuran-ı Kerim’i dikkatlice ve anlayarak okuduğumuzda görürüz ki en hayırlı kardeş Hz. Musa’dır. O hiç bir kıskançlık göstermemiş ve “Kardeşim Harun, ifade olarak benden daha fasihtir”10
Diyerek kendisine “yardımcı verilmesini” istemiştir.11
Allah(c.), Hz. Musa’nın bu talebine şu karşılığı vermiştir: “Biz, rahmetimizin gereği Musa’ ya, Kardeşi Harun’u (yardımcı) peygamber olarak verdik.”12
Birçok kardeş, en yakınlarına dünyevi ve manevi hayırlar ister. Yüce Allah(c.) dilerse bu isteklere olumlu cevap verebilir. Fakat Hz. Musa’nın, kardeşine peygamberlik lütfedilmesi için dua etmesi, çok daha derin anlamlar içermektedir. Bu açıdan Hz. Musa’yı, en hayırlı kardeş şeklinde anmamak mümkün değildir.
Kuran-ı Kerim’ e göre ikinci tür kardeşlik, dinde kardeşliktir. Mutlak anlamda ve tercih edilen kardeşlik budur. Soyda kardeşlik, nesebin sübutu, miras vb. şeyler için geçerlidir. Dinde kardeşlik ise iman bağına dayalı olduğu için daha önemlidir. Zira din kardeşliğinin ortak paydası, Yüce Allah’ın hayatın her alanına hâkim olan mutlak ilah olduğunu kabul etmektir. Bundan daha yüce bir değer yoktur. Kuran-ı Kerim bu yüce değeri bize “hasr” ifadesi ile sunmuştur: “Ancak ve ancak müminler birbirlerinin kardeşidir.”13
Ayetin nüzul ortamında, Abdullah b. Revaha(r.) ile Abdullah b. Ubeyy’ in Resulullah’ ın meclislerine gelişinden dolayı münakaşaları vardır. Hazrec’ den bazı kimseler Abdullah b. Ubeyy’ e sahip çıkınca, Allah (c.); aynı kabileden de olsanız ey Müslümanlar! Sizin hiçbir münafıkla ve kâfiirle kardeşliğiniz yoktur.14
“Ancak ve ancak müminler birbirlerinin kardeşleridir.” buyurmuştur. Müminler nasıl ki birbirlerinin kardeşi ise münafıklar ve kâfirler de birbirlerinin kardeşleridirler.15
Kâfirler, münafıklar, müşrikler, Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer batıl dinlerden kimseler müminlerle kardeş olmak isterlerse veya müminlerin onları kardeş görebilmeleri için bu din mensuplarının yerine getirmeleri gereken yükümlülükleri vardır. Şu ayet bu yükümlülükleri açıklamaktadır: “(Müşrikler) eğer tövbe edip namazı kılar ve zekâtı verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Meselelerin iç yüzünü bilen bir topluma ayetleri detaylı olarak böyle açıklarız.”16
Ayetten net bir şekilde anlaşıldığı gibi, müminlerle kardeş olmanın üç şartı vardır: İnandığı batıl dini terk edip gerçek mümin olmak, imanın en büyük tezahürü ve takviyesi namazı şartlarına riayet ederek ikame etmek, mal üzerinde vekil olduğunu bilip fakirlere ve diğer ihtiyaç sahiplerine zekatı vermek. Hz. Peygamber (s.), bu üçünün arasını açanlarla savaşacağını söylemiştir.17
Hz. Peygamber döneminde üçünün arasını ayırmaya cesaret edemeseler de Hz. Ebubekir döneminde cesaret etmişlerdir. Hz. Ebubekir de bu ayırımı yapanlarla savaşmıştır.18
Bu uygulamalar, imanın mücerret bir temenni olmayıp aynı zamanda uygulamaya yönelik bir bedelinin olduğuna işaret etmektedir.
Kuran-ı Kerim, velev ki insanın soyca en yakınları da olsa, imana karşı küfrü tercih ettiklerinde müminlerle aralarında hiç bir velayet bağının olmayacağını haber vermiştir. Bu tavır Kuran-ı Kerim’ de şöyle yer almıştır: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin. içinizden kim onları veli edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.19
Biz, bu ayetteki ve diğer ayetlerdeki “veli” kavramını dost olarak çevirmedik. Kuran-ı Kerim’ de veli; Rab, koruyucu, yardımcı, malik, yönetici, otorite, mirasçı, dost, arkadaş, vekil, imam, seyyid ve sırdaş gibi anlamlarda kullanılmıştır.20
“En yakınınız bile inkâr etmişse veli edinmeyin “ denildiğinde, saymış olduğumuz bu anlamların bir kısmını veli kavramına yüklemek gerekir. Veli; tamamen siyasal bir kavramdır. Bu yaklaşıma göre yukardaki ayetten; “ yakınınız da olsa kâfirden yönetici seçmeyin” hükmü çıkarılmıştır. Esefle belirtelim ki siyasal bir kavram olan “veli”, saltanat yıllarında ve sonraki süreçte Kuran-ı Kerim’ deki siyakına uygun anlamlandırılıp kavramdan bir siyaset fıkhı yapılsaydı, dünya Müsl olmamanı öğütlerim.”23
Hz. Nuh’a, “O senin ailenden değil” denildiğinde, oğlunun kendinin öz sulbünden olmadığı söylenmek istenmemiştir. Bozuk ahlak ve muamelat yüzünden artık senin salih ehlinden sayılmaz. Küfür ve iman çatışmasında kâfirlerin yanında yer alanları cezalandırmak üzere tufan geldiğinde senin oğlun müminlerle beraber kurtulmayı reddetti. Bu, senin zürriyetinle kâfirler arasında bir çatışma olsaydı durum farklı olurdu. Fakat bu salihlerle salih olmayanlar arasındaki bir çatışmadır. Bu sonuca bakarak aynı kuralı bir müminin diğer ilişkilerine de uygulayabiliriz. Bir mümin belli akidelere inanan ve belli amellerle yükümlü bir kişi olduğuna göre, başkalarıyla olan tüm ilişkilerini bu inanç ve amel manzumesine göre belirleyecektir. Eğer, müminin kan hısımları, bir müminin taşıması gereken niteliklere sahipse, kurulan ilişki bir kat daha güçlü olacaktır. Fakat onlar bir müminin niteliklerini taşımıyorlarsa, mümin onlarla olan ilişkisini yalnızca kan hısımlığı düzeyinde sürdürecek ve onlarla hiç bir manevi ilişkiye girmeyecektir. Ve eğer, bu ilişki sonuçta iman ve küfür savaşında karşı karşıya gelmek şeklinde tezahür ederse mümin, tavrını müminlerden yana belirleyecektir.24
Hz. Nuh ile oğlu arasındaki durumun bir benzeri Hz. İbrahim ile babası arasında yaşanmıştır. Bu sefer iman etmeyen, Hz. İbrahim’ in babası Azer’dir. Risaletinin başlangıcında Hz. İbrahim, babasına; “Sana bağışlanma dileyeceğim. Ama Allah’ tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.”25 diyerek ona dua edeceğini bildirmiştir.
Hz. İbrahim ve ona iman edenler akrabaları dahil bir müşriki veli edinmemişlerdir . Aralarında ilkeli bir mesafe vardı. Hz. İbrahim’ in babası için bağışlanma isteği, ancak bir vaadden dolayı idi. Vakta ki babasının Allah düşmanı olduğu açığa çıkınca ondan teberri etmiş ve uzaklaşmıştır.26
Ayrıca onların Allah’ tan başka ibadet ettikleri ilahlarını ve içinde bulundukları durumu hiçe saymış; “Siz bizim yanımızda hiç bir şey değilsiniz.”27 diyerek meydan okumuştur.
Bir Müslümanın, Hz. İbrahim de kâfir babasına dua etmiş diyerek inkarcı yakınlarına Allah Teala’dan bağışlanma dilemesi caiz değildir. Bu noktada; “o halde Hz. İbrahim niçin bu işi yapmış? O bu iş üzerinde devam etmiş midir” şeklinde sorular sorulabilir. Bu soruların cevabını Kuran-ı Kerim ayrıntılarıyla bildirmektedir. Daha sonra Hz. İbrahim, babasının İslâm düşmanı olduğunu anlayınca bu duasından vazgeçmiştir.28
Bu hakikati ve olayın iç yüzünü Kuran-ı Kerim değişik ayetlerde bize anlatmıştır. Bu ayetlerden peygamberlerin sonuna kadar devam eden davranışlarının örnek alınabileceği anlaşılmaktadır. Kendilerinin sonradan terk ettiği veya yapmaktan men ettiği ya da sonraki şeriatların “nesh” ettiği davranışlar örnek alınmaz. Ayrıca hiç kimsenin “Bu bir peygamber amelidir.” diyerek, yukarıda özellikleri belirtilen davranışları örnek alması doğru değildir.29
Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi tevhid önderlerinin benzeri tavırlarını sergiledikleri için Hz. Peygamber ve sahabesi, Bedir’ de en yakınlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Hz. Muhammed (s.)’ i amcasıyla, Hz. Ebubekir’ i oğlu Abdurrahman’ la, Hz. Ömer’ i öz dayısıyla, Hz. Ali’ yi kardeşi Akil ile Hz. Ebu Ubeyde’yi babası Cerrah ile karşı karşıya getiren şey inançlarındaki farklılıklardır. Nesepleri aynı olsa da imanları aynı olmadığı için birbirlerinden zorunlu olarak ayrılmışlardır. Öyle ki kendisine hamilik yapan amcası Ebu Talip ölünce Resulullah(s.), yaptıklarına rağmen onun hidayete eremeden ölmesine üzülmüştür. Bunun üzerine Yüce Allah şu uyarıyı yapmıştır: “Kesinlikle sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, hidayete erecekleri daha iyi bilir.”30
Din ayrılığının verdiği anlayıştan dolayı Hz. Ali babası Ebu Talip’in ölümünü Hz. Peygamber’ e şu ifadelerle arz etmiştir: “Ey Allah’ ın Resulü! Senin şu sapık amcan var ya, öldü.” Hz. Peygamber (s.), onu yıkayıp gömmesini söylemiş ve o da denilenleri yapmıştır.31
Küfür üzerine olduğu için cenaze namazı kılınmadığı gibi, Yüce Allah(c.) bu hal üzere ölen kimselere, Allah’ın bağışlaması için dua etmeyi yasaklamış32
Ve şöyle uyarmıştır: “Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra -yakınları da olsalar- Allah’ a ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de müminlere...”33
Aynı şekilde İslâm toplumundan uzaklaşan münafıklar için de yakın akrabaları ve müminler cenazelerini kılmama hususunda ikaz edilmişlerdir.34
Müslümanların diğer insanlara yakınlığı hangi seviyede olursa olsun, onların Allah(c.) yolundaki yürüyüşlerine ve cihadı ibadetini hakkıyla yerine getirmelerine engel olmamalıdır. Eğer bu yakınlık, cihad dahil bazı ibadetlerin edasını engellerse ilahi bir musibetin başlarına gelebileceği uyarısıyla tehdit edilmişlerdir: “De ki! Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret veya beğendiğiniz meskenler size Allah’ tan ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise Allah’ ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”35
Cihad, davet, emr-i bi’l maruf ve savaş hallerinde başarılı olabilmek için önce, “Müslümanların aralarını ıslah etmeleri”36 gerekir.
Zaferin gerçekleşmesi ve başarılı olabilmek için uyulması gereken ilahi kurallar vardır. Bu kurallara riayet edilmeden Allah(c.)’ın yardımını almak da mümkün değildir. Şu ayette Allah(c.) hükmünü bildirmiştir: “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Allah sabredenlerle beraberdir.”37
Müminler “tuğlalarının arasına kurşun dökülmüş binalar gibi Allah yolunda (küfre karşı) saf tutarlar”38
Ve her türlü iç çekişmeden uzaklaşırlarsa bu durumun müminlerin niteliğini artıracağına şu ayet işaret etmiştir: “Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa yüz kişiye galip gelir. Eğer içinizden sabırlı yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.”39
Kazanılan bu nitelik sayesinde Hz. Peygamber’ in sahabileri çok kısa bir zamanda İslâm’ı her tarafa hâkim kılmış ve etkisi binlerce yıl devam edecek İslâm Devletini kurmuşlardır.
Müminlerin birbirleriyle kardeş olmaları evvela ahlaki bir olgunluktur. Bu olgunluk vahyin eğitiminden geçmekle; zihin ve ruha vahyin nakşedilmesiyle kazanılan bir erdemdir. Bireysel anlamda ümmet olamayan, İbrahimi duruş sergileyemeyenler gerçek anlamda kardeş olamazlar. Hz. Peygamber(s.)’ in sahabesinin tutkunluğundaki esprinin temelinde Kuran ve Sünnette benliği eritme; “Vahyin karşısında seçme hakkının olmadığına inanma” sevdası vardır. Resulullah, gerçek anlamda ümmet olabilmiş sahabilerini birbirleriyle hem Mekke’ de hem Medine’ de zaman zaman kardeş ilan etmiştir.
Medine dönemindeki “kardeşlik antlaşması” çok meşhurdur. Genelde müminler kardeş olmakla beraber, hicretle garip ve yoksul kalan muhacirlere Medineli kardeşleri yardımcı olacaklar; kardeşler birbirlerinin hayatından, canından, malından namusundan, işinden ve aşından mesul tutulacaklardır. Bu kardeşlik içerisinde Sad b. Rebi ile Abdurrahman b. Avf arasındaki ilişki sanki bir destan gibi dilden dile dolaşmaktadır. Demek ki kardeşlik kuru bir iddia değil bedel isteyen bir eylemdir.
Kur’an ve Sünnet, Müslümanların her türlü kardeşlik hukukuna riayet etmelerini emretmiştir. Muhabbeti doğuracak davranışları tavsiye ederken müminleri birbirine düşürecek davranışları yasaklamıştır. Buna bağlı olarak hadislerde, “Müslümanın Müslümana kanının, ırzının, haksız yere malının alınmasının ve ona zulmetmenin haram oluşu”40
Belirtilmiştir. Abdullah b. Mesud gibi fakih sahabi; “Bir Müslüman arkadaşına, ‘sen benim düşmanımsın derse’, ikisinden birinin İslâm’dan çıkacağını ve arkadaşından uzak olacağını ve aralarındaki bağlarının kopacağını”41 söylemiştir.
Hz. Peygamber (s.), “Kişi arkadaşıyla tanınır, kötü arkadaş edinmekten sakının”42
uyarısıyla beraber “Din kardeşlerinizin sayısını artırınız. Çünkü her mümine kıyamet gününde Allah’ın yardımı olacaktır.”43
Demiştir. Dolayısıyla “Onlara nezaketli konuşmak, fakirlerini doyurmak İslâm’dan; eziyetlerine sabretmek ve müsamahakâr olmak da imandan”44
Sayılmıştır. Emrimiz altında çalışan kimselerin kardeşlerimiz olduğunu hatırlatan Hz. Peygamber (s.); “Allah Teâlâ denemek için kardeşlerinizi emriniz altına verdi. Bu (çalıştırdığınız işçi) kardeşlerinize yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz. Kaldıramayacağı işleri onlara yüklemeyiniz. Eğer ağır iş verirseniz mutlaka onlara yardım ediniz.”45
Evrensel duyurusunu yapmıştır. Çünkü ,“Kişi din kardeşinin yardımında oldukça Allah da onun yardımında olacaktır.”46
Her mü’minin, mü’min kardeşiyle hediyeleşmesi muhabbetlerini artırdığı47
Gibi şu davranışların yerine getirilmesinin de Peygamber(s.)’in emri olduğunun bilinmesi çok önemlidir. Bunlar kardeşliğin sünnetlerindendir: “Din kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır, emr-i bil ma’ruf ve nehyi an’il münker yapman sadakadır, yolunu kaybeden kardeşine gideceği yeri göstermen sadakadır, yolda insanlara zarar veren taşları kaldırman, dikenleri ve kemik parçalarını atman sadakadır. Susuz kalan kardeşinin su ihtiyacını karşılaman da sadakadır.”48
Tüm bu ayetlerin ve hadislerin sözde kalmayıp hayatı anlamlandırması çok önemlidir. Eğer Müslümanlar bu naslar çerçevesinde kendilerine yön verirlerse Allah’ın lütfuna da liyakat kazanırlar. Ummadıkları yardımları görürler. Ayet ve hadislere göre bir dünya kurabilmek için çalışan İmam Cafer es-Sadık(ö.h.148), Kuran ve Sünnetten anladığı kardeşlik çerçevesinde Müslümanlara şu öğütleri vermiştir: “ Müslümanın Müslümana karşı yedi yükümlülüğü vardır. Hiçbir hak yoktur ki onun omuzlarına yüklenmiş bir görev olmasın. Şayet bunlardan birini zayi ederse Allah’ın velayetinden ve O’na itaatten çıkar. Bu haklar şunlardır:
1- Bu hakların en kolayı, kendin için istediğini onun için de istemen, kendin için istemediğini onun için de istememendir.
2- Onu öfkelendirecek davranışlardan kaçınman, hoşnutluğunu araman ve meşru isteklerini yerine getirmendir.
3- Canınla, malınla, dilinle, elinle ve ayağınla ona yardım etmendir.
4- Onun aynısı, delili ve aynası olmandır.
5- O açken tok olmaman, o susuzken suya kanmaman, o çıplakken elbiselere bezenmemendir.
6- Hizmetçini gönderip hizmetini gördürmen, giysilerini yıkatman, yemeğini yaptırman ve diğer işlerine de yardım etmendir.
7- Onun yeminini doğrulaman, davetine icabet etmen, hastasını ziyaret edip cenazesine katılman ve bir ihtiyacı olduğunda bu ihtiyacını öğrenir öğrenmez karşılamandır.
Sözde kalmaması dua ve temennisiyle.
---------------------------------------------------------
Dipnotlar
1. Cürcani, Seyyid Şerif, Tarifat,s. 68
2. Araf 7/65
3. Araf 7/73
4. Bak: Şuara 26/106
5. Bak: Araf 7/85
6. Bak: Şuara 26/161
7. Yusuf 12/90
8. Bak: yusuf 12/5,7,100
9. Bak: nisa 4/23
10. Kasas 28/34
11. Bak: Taha 20/30
12. Meryem 19/53
13. Hucurat 49/10
14. Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. ziyad, Mean’i-l Kuran, c.III, s.71
15. Bknz: Ali İmran 3/156,168; Araf 7/202; Ahzab 33/18; Haşr 59/11
16. Tevbe 9/11
17. Bak: İbni huzeyme, Ebu Hureyre’ den mervi, (4/8)
18. Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin, Süneni Kübra, Zekat, 37, h.no:7377, c.III, s.191
19. Tevbe 9/23
20. Daha geniş bili için bknz: Mehmet Sürmeli, Kuran-ı Kerim’ de velayet kavramı, Kalemdar Yay, Ankara 2003
21. Bak: Hud 11/42-46
22. Hud 11/45
23. Hud 11/46
24. Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhim’u-l Kuran, c.II, s.371-2
25. Mümtehine 60/4
26. Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, c.VII, s.264
27. Zemahşeri, Carullah, el-Keşşaf, c.IV, s.501
28. Bak: Tevbe 9/114
29. Mevdudi, Tefhim, c. VI, s.219
30. Kasas 28/56
31. Beyhaki, Taharet, 295, h.no:1452, c.I, s.454
32. Mukatil b. Süleyman, Tefsir, c.II, s.74
33. Tevbe 9/113
34. Bak: Tevbe 9/80,84
35. Tevbe 9/24
36. Enfal 8/1
37. Enfal 8/46
38. Saf 61/4
39. Enfal 8/65
40. Heysemi, Zevaid, c.IV, s.172
41. Buhari, Edeb’ü-l Müfred, c.I, s.142
42. Acluni, Keşf’ü-l Hafa, h.no: 854, c.I, s.271
43. Acluni, a.g.e, h.no:352, c.I, s.125
44. Heysemi, Zevaid, c.I, s.54 45. Tirmizi, 29, Birr ve Sıla, h.no:19
45, c.IV, s.334
46. Acluni, Keşf’ü-l Hafa, h.no:2640, c.II, s.283
47. Heysemi, Zevaid, c.IV, s.146
48. Tirmizi, 36, Birr ve Sıla, h.no:1956, c.IV, s.340
Dr.Mehmet Sürmeli