DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR, ASIL YURT AHİRETTİR!
Hayatınızda sizin için önemli olan şeyleri alt alta sıralayın. Sıraladığınız bu konulardan, bir gün yok olacak olanların üzerini çizin. Geriye ne kalıyor? Koskoca bir hiç, öyle değil mi? Hayatımızı yok olup gidecek şeyler üzerine kuruyor ve bunlara sahip olmayı, kendimize tek amaç ediniyoruz. Oysa şuana kadar yaşamış olan hiç kimse, dünya hayatında sahip olduğu hiçbir şeyi öldükten sonra beraberinde götürememiştir.
(Yer) Üzerindeki her şey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. ( Rahman Suresi -26, 27)
Peki, Rabbimiz dışında her şeyin yok olacağı dünya hayatında, yaşama amacımız nedir? Bu sorunun cevabını Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi -56)
Dünya hayatı, insanın nefsine hoş gelecek şekilde yaratılmıştır. Akıl sahibi müminler dışında bütün insanların dünya hayatındaki tek amacı, evlenmek, iyi bir iş ve kariyer sahibi olmak, güzel bir ev ve araba almak, çocuklarını iyi yerlerde okutmak, onları meslek sahibi yapıp sonra evlendirmektir…
Bütün bunlar elbette ki yanlış değildir. Yanlış olan, bu amaçları ilah edinmek ve sadece bu amaçlar için yaşamaktır.
Oysa ayette de belirtildiği gibi hayattaki tek amacımız Allah’a kul olmak olmalıdır. Evlilik, kariyer, ev ve araba sahibi olmayı da yalnız O’nun rızası için istemek ve Allah’ın bize sağladığı tüm imkanları O’nun yolunda kullanmak Kuran’a en uygun tavır olur.
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi - 14)
Bir başka ayette ise, insanın dünya metasına düşkünlüğü ve gafleti şu şekilde açıklanmıştır:
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. (Tekasür Suresi – 1,2)
Allah’a kulluk etmek gibi kutsal bir amaç için yaşadığımız dünya hayatında, Rabbimizin bize vaat ettiği imtihanı yaşarken, imtihanın gereği olarak nefsimiz ve vicdanımız arasında yaptığımız tercihlerle, sonsuz ahiret hayatımızdaki mekanımızı belirlemiş oluruz. Dışı şeker kaplı bir zehir olan dünya hayatında, amacı sadece nefsini tatmin etmek olan insanlar, ahiretten gafil olarak yaşar ve tüm zevkleri sonuna kadar tüketirler.
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi - 7)
İmtihan edildiklerinin bilincinde olan müminler ise, geçirdikleri her saniyeden sorumlu olduklarını bildikleri için, dünya hayatının dışta olan süsüne aldanmazlar. Şeytanın kendilerine renkli bir hediye paketi olarak sunduğu dünya hayatında, yalnızca Allah’ı razı etmek ve ahirette utananlardan olmamak için Allah yolunda dosdoğru bir istikamet tuttururlar.
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet Suresi - 30)
Arapça’da “değersiz” anlamına gelen dünya hayatı, nefsin bencil tutkularına uyan insanlara hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Bir ayette "... Öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi - 44) sözleriyle bildirildiği gibi, ölüm ve ahireti düşünmeden, kısa dünya hayatlarını tüketirler.
İnsanların çoğu, bir ayette belirtildiği gibi "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rablerine şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unuturlar, O'nun koyduğu sınırları çiğnerler. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, dünya hayatına sımsıkı sarılırlar.
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi – 7,8)
Peygamber Efendimiz (sav) ise, bir hadis-i şeriflerinde ahiretin yanında dünya nimetlerinin aldanılmayacak kadar değersiz kaldığını şu şekilde açıklamıştır:
"Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır." (Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Vakı'a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).)
İnsan biraz düşünse, dünya hayatının ne kadar geçici ve boş olduğunu kavrayabilir. Bu satırları okuyan çoğu insan, şuan bulunduğu yaşa gelene kadarki sürecin göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğini düşünüyordur. “Daha dün evlenmiştik, 40 yıl nasıl geçti anlamadım” ya da “üniversiteyi yeni kazanmıştım, ama şimdi mezun oldum. Zaman ne çabuk geçti” diye düşünen onlarca insan vardır.
Dünya hayatının kısalığı ve ahirete göre ne kadar sahte olduğunu anlamak için rüyayı düşünmek faydalı olur. İnsan, rüyasında yaşadığı olayları gerçek zanneder. Rüyanızda sevinç, üzüntü, hırs, mutluluk ya da korkuyla uyandığınızda “rüyaymış” dediğiniz çok olmuştur. Çok uzun sürdüğünü düşünsek de rüyalarımız sadece birkaç saniye kadar kısadır.
Allah hiçbir şeyi boş ve amaçsız yaratmamıştır. Elbette rüyanın da bir yaratılış amacı vardır. Dünya hayatında yaşadığımız her olayı ve sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyi yaratan Allah, gerçek ve çok uzun zannettiğimiz rüyanın, dünya hayatına göre sadece kısa bir hayal olduğunu bizlere göstermiştir.
Rüyadaki asıl hikmet, dünya hayatının da ahirete göre kısa ve gerçek olmadığını anlamamıza vesile olmasıdır. Zira Rabbimiz, dünya hayatının yalnızca bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğunu, asıl yurdun ahiret olduğunu, pek çok Kuran ayetinde ifade etmiştir;
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi - 64)
Dünya hayatının kısalığı ise bir Kuran ayetinde şu şekilde geçer:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."
Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," ( Mü’minun Suresi – 112,113,114)
Bir başka Kuran ayetinde ise Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi -55)
Üzerinde yaşadığınız toprakları düşünün. Bundan yüz yıl önce bu topraklar, şu anki sahiplerinden farklı kişilere aitti.
Yine bundan yüzyıl sonra da bu topraklara, bambaşka insanlar sahip olacak. Ama bir gerçek var ki hiç kimse, sahip olduğunu sandığı dünya metasını beraberinde götüremeyecek. En zengini de, en fakiri de, sadece birkaç metrelik bez parçası ile sonsuz yaşamına uğurlanacak. Yanlarında götürdükleri ise, önceden takdim ettikleri iyi ve kötü amelleri ve erteledikleri şeyler olacak. Bu gerçek bir ayette Rabbimiz tarafından şöyle bildirilir:
Ay karardığı, Güneş ve ay birleştirildiği zaman;
İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der.
Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.
O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır.
İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi–8, 13)
Yaşadığınız onlarca yılı düşündüğünüzde, ne sıkıntılar, ne acılar, ne de mutlulukların sürekli olmadığını, her şeyin gelip geçtiğini ve hatta unutulduğunu görürsünüz. Hayatınız boyunca yaptıklarınız ve yaşadıklarınızı anlatmaya kalksanız en fazla bir gününüzü alır. Koskoca bir ömrün tamamı işte bu kadardır. Bu noktada insanın kendisine sorması gereken bazı sorular vardır.
“Çabucak geçen bu hayatın amacı nedir?”
“Ben bu koskoca ömrü neden yaşadım?”
“Peki dünya hayatım sona erdiğinde ne olacak?”
Bütün bu soruların cevabını bulacağımız tek kaynak ise, Rabbimizin sözü olan Kuran-ı Kerim’dir. Ölümle ne zaman karşılaşacağımızı bilemediğimiz kısa dünya hayatımızda acilen yapmamız gereken en önemli şey, ahirette sorumlu tutulacağımız Kuran’ı okumak ve emirlerini eksiksizce yerine getirmek olmalıdır. Çünkü sonsuz hayatımızdaki kurtuluş ve mutluluğun sırrı yalnızca Kuran’dadır.
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi- 43,44)
İbrahim Akın