Cuma namazı ve Hutbesi
«Ey îmân edenler! Cum'a günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı zikretmeye gidin; ahm-satımı bırakın. Bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne yayılın, Allah'ın fazl-u kereminden (rızkınızı) isteyip arayın. Allah'ı çok zikredin ki, korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasmız.» [1]
Âyet-i kerîme ile mühim bir ibâdete temas ediliyor; İslâmm içtimaî hayata verdiği canlılığın maddî ve manevî ölçülerini meydana koyuyor. Şöyle ki: Hayat mücâdelesinde madde ile haşır-neşir olan insan, maddenin ruh ve vicdan üzerinde bıraktığı hırs teressübâtını ibâdet cilâsiyle gidermek zorundadır. Bunun için günde beş vakit namaz bu teressübâtı temizler, haftada bir kılınan cuma namazı temizlenen yeri cilalar.. Aksi halde insan madde esaretinde silinmeye mahkûm olur ve artık hayatın mâna ve hedefi kalmaz..
İşle cem' kökünden alman cuma, hayatın mâna \ e hedefini ve hayat ötesi uhrevî mefhumu gönüllere en müessir şekilde işler; mabede gelenlerin ruhen ve vicdanen gelişmesini sağlar..
Eskiden Araplar bu güne, «yevmü'l-Arûbe» derlerdi.. Hazret-i Peygamber (S.A.V.)in atalarından K'âb bin Luay bu ismi değiştirerek ona «cuma» demiştir. Çünkü Kâ'b kabile reisi olarak bulunuyor ve her hafta kabile ileri gelenleriyle toplanıp çeşitli mes'eleleri görüşüyordu. Yapılan bu toplantılar bir mâna ve gaaye taşıdığı için, o güne en münâsib isim olarak cuma kelimesini koydular.
İbni Sirîn'e göre HazreM Peygamber (S.A.V.) henüz hicret etmeden önce Medine'deki Ensar her Arûbe günü toplantı yaptıkları için artık o güne cuma ismini verdiler. Çünkü Ensar belli bir gaaye için toplanıyor, ruhları kaplayan zulmeti, vicdanları kirleten zulmü gidermeye çalışıyorlardı. Bir defa yine Es'ad bin Zürare (R.A.) ile toplanıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti: «Cumartesi günü Yahudilerin, pazar günü Hıristiyanların bayramıdır. Biz de Arûbe (cuma) gününü seçelim, haftalık ibâdetimizi bu günde yapalım.» dediler.
Beyhakî'nin Mûsâ bin Akabe tankıyla yaptığı rivayete göre, Medine'de cuma günleri halkı bir araya getirip toplantı yapan Mus'ab bin Umeyr (R.A.) olmuştur.
Siyercilerle tarihçilerin tesbit ettiklerine göre, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) Mekke'den Medine'ye hicret ederken, 12 Rebiülevvel pazartesi günü Medine'ye bir saat mesafede bulunan Küba'ya Benî Amr bin Avf kabilesine indi. Perşembe gününe kadar burada kaldıktan sonra cuma günü Medine'ye doğru hareket etti; Medine yakınlarında Benî Salim bin Avf kabilesine gelince cuma vakti girmiş bulunuyordu. Hemen oracıkta mescid yeri ayırıp sınırladılar; halk toplanıp namaza hazırlandı. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) hutbe okuduktan sonra namaz kıldırdı. Resûlüllah Efendimizin ilk okuduğu bu hutbeyi teberrüken hem metnen, hem de meâlen konumuzun sonuna koyuyoruz.
İkinci cuma namazı ise, İmâm Kurtubî'nin tesbîtine göre, Bahreyn köylerinden Cüvâsâ adlı bir köyde kılınmıştır.
Resûlüllah (S.A.V.) devrinde ve ilk iki halîle zamanında cuma günleri yalnız iç ezan okunurdu. Yâni imâm minbere çıkınca müezzin kalkar camiin içinde ezan okurdu. Bundan başka ikinci bir ezan okunmazdı. Hazret-i Osman devrinde cemaat çoğaldı, ikinci bir ezan okutmaya ihtiyaç hissedildi. Böylece öğle vakti girince, cuma vaktinin başladığını halka duyurmak için bir ezan daha ihdas edilmiş oldu. [2] Bu ezan Hazret-i Osman'ın Zevrâ adlı hanesinin damında okunurdu.
İşte bu bir bid'a-i hasene olarak günümüze kadar devam edip gelmiştir.
«Hemen Allah'ı zikretmeye gidin!» mealindeki bu emrin delâlet ettiği mâna ve hüküm üzerinde görüş farkı vardır:
a) el-Hasen'e göre, «fes'av» emri burada «kasdet!» manasınadır. Ayak ile acele yürüyüp gitmek mânasına değildir. Kalben azmedip sağlam bir niyetle cuma namazına gitmeye sa'y-u gayret etmektir.
b) Cumhur-i ulemâya göre amel manasınadır. Nitekim [3] [4] [5] âyetlerinde geçen «sa'y» kelimesi bu mânaya gelir.
Bu takdirde âyetin mânası: «Allah'ın zikrine gitmek üzere amel edin, yâni namaza yol açan abdesti alın, gusül edin, temizlenin ve buna benzer şeyleri yerine getirin!.»
c) Yürümek de sa'y-u gayret mânasına gelir. Yâni adımlarınızı biraz çabuklaştınn, demektir. Böyle gitmek ise şart değil, fazilettir.
Çünkü «fes'av» emri, «femdû» şeklinde de okuyanlar olmuştur. İbni Mes'ud ile İbni Şihab bunlardandır. Hattâ İbni Mes'ud diyor ki: «Eğer ben bunu (fes'av) okuyacak olursam, o zaman cuma namazına giderken, sırtımdaki üstlüğü düşürecek kadar hızlı gitmem icâbederdi.» [6]
Hazret-i Ömer (R.A.)in de «femdû» şeklinde okuduğu rivayet edilirse de pek îtimade şayan değildir.
Netice olarak «fes'av» emri, «femdû» mânasına da gelir; şu farkla ki, «fes'av» da fazla olarak cidd ve inkimaş (ciddiyet ve tez tez gitme) mânası vardır.
«Fes'av»e kalben niyet ve azim veya amel mânalarının verilmesinin sebebine gelince: Sa'y'e, acele gitmek mânasını verecek olursak, âyetle alâkalı hadîs arasında tenakuz (birbirini tutmazlık) meydana gelir. Fakal niyet, azim ve amel mânalarını verecek olursak bu tenakuz giderilmiş olur. Nitekim sened-i sahihle bize kadar gelen rivâvette buvuruluvor ki:
«Namaza geldiğiniz zaman, sekînet ile (rahat rahat, acele etmeden vekar ile) gelin. Ulaştığınız kadarını (imamla birlikte) kılarsınız, kaçırdığınız kısmı tamamlarsınız.» [7]
Ayrıca Ahmed bin Hanbel'in tesbît ettiği rivayette buna yakın bir ibareyle buyuruluyor ki:
«Namaz kılınmaya başlanırken tez tez yürüyerek gelmeyin, normal yürüyerek gelin; rahat rahat vekar içinde hareket edin; ulaştığınız kısmı (imamla) kılın; kaçırdığınız kısmı (kendi başınıza) tamamlayın!» [8] nidâsiyle hitab edilen mü'minlerden maksad kimdir? Âlimler bunun mükelleflere has olduğu üzerinde durmuş ve bu mânayla hastalar, yürüyemiyecek kadar yaşlananlar (pîr-i fâniler), yolcular, köleler, kadınlar, çocuklar ve iki gözden mahrum bulunanlar bu hitabın dışında kaldığını söylemişlerdir. [9]
Nitekim buna işaretle Hazret-i Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:
«Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseye, cuma gününde cuma namazı gereklidir. Ancak hastaya, yolcuya, kadına, çocuğa ve köleye değil... Kim cuma namazı vaktinde (namaza gitmeyip) oyun, eğlence ve ticaretle yetinip oyalanırsa, Allah da o kimseden istiğna eder, (ibâdetine muhtaç olmadığı gibi, onu ibâdet etmeye de zorlamaz). Şüphesiz ki Allah her şeyden müstağnidir (hiç bir şey'e muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır) ve övülmeye lâyıktır.» [10]
Bu rivayetleri de dikkate alarak fukahâ, cami ve cemaate çıkmaya engel olan hastalık veya çıkıldığı takdirde hastalığın artma endişesi, hükümdarın zulmetme korkusu, şiddetli yağmur ve aşırı çamur gibi özürler müstesna normal hallerde hür baliğ erkeklerin cuma namazına çıkması farzdır, hükmüne varmışlardır.
«Namaza çağırıldığında» mealindeki şartlı cümlede geçen çağrı, cumanın vücubuna hastır. O halde müezzinin sesini duyabilme mevki ve mesafesinde olanlara cuma faıv olmuş oluyor. Bu mesafeden daha uzakta olup duyma imkânı olmıyanlara ise farz değildir.
Ancak yakınlık ve uzaklık hususunda görüş farkları vardır:
a) İbni Ömer, Ebû Hüreyre ve Enes bin Mâlik'e göre, şehir veya kasabada altı mil mesafede bulunanlarafarzdır.[11]
b) Rabia'ya göre, dört mil mesafede olanlara vâcibdir.
c) İmâm Mâlik ve Leys'e göre, üç mil mesafede olanlara vâcibdir.
d) İmâm-ı Şafiî'ye göre, ezanın işitilme imkânı itibar edilir, şu şartla ki, müezzinin sesi yüksek olacak, onun sesini bastıracak başka bir ses olmıyacak, aynı zamanda hava sakin olacak, müezzinin ezan okuyacağı yer şehrin hisarı bulunacak..
e) İmâm Ahmed bin Hanbel ve İshak bin Rahaveyh'e göre, müezzinin sesini duyanlara vâcib olur (özür sahipleri müstesna).
Nitekim Hazret-i Peygamber (S.A.V.):
«Cuma ancak çağrıyı işitenlere farzdır» buyurmuşlardır.[12]
f) İmâm Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre, şehir ve kasabada bulunan herkese (özür sahipleri müstesna) cuma farzdır; ezan sesini işitsin, işitmesin fark etmez. Şehir dışında da ezan sesini işitenlere farzdır.
Yine bu şartlı cümleden cumanın ancak ezan ile farz olacağı, ezanın da ancak vakit girince okunacağı ve böylece cumanın ancak vakit içinde kılınabileceği istidlal edilmiştir.. Nitekim Buhârî'nin kaydettiğine göre, Hazret-i Enes bin Mâlik diyor ki: «Hazret-i Peygamber (S.A.V.) güneş batıya meyledince cuma namazını kıldırdı..»
İmâm Ahmed bin Hanbel ise, «Cuma namazı zevalden önce kılınır» diyor ve bu hususta Seleme bin Ekvâ'ın, şu hadîsini delil olarak alıyor:
«Biz Hazret-i Peygamber ile birlikte cuma namazını kıldıktan sonra mescidden ayrıldığımızda henüz duvarların gölgesi yoktu.,»
Diğerlerinin delili ise, Vekî'nin rivayet ettiği şu hadîstir: İyâş'ın kendi babasından naklettiği hadîste demliyor ki: «Biz, Resûlüllah (S.A.V.) ile toplanıp güneş batıya meyledince cuma namazını kılar, sonra evimize döndüğümüzde duvarların gölgesini takip ederdik..»
Cumhurun da mezhebi budur. Yâni öğle namazının vakti, cumanın da vaktidir..
Cuma özür sahipleri, kadın ve köle müstesna mükellef olan her müslümana farzdır.. Yâni her mükellefin bizzat cuma namazı kılması gerekir. Bunun farz-i kifâye olduğunu iddia edenlerin mâkul ve sahih hiç bir delilleri yoktur, diyebiliriz. Onların iddiasının hilâfına Hazret-i Feygamber'den şu sahih hadîs rivayet edilmiştir:
«Kim hafifsiyerek, önemsiz görerek, üç defa cumayı terkederse, Allah onun kalbini mühürler.» [13]
Hazret-i Câbir'in rivayet ettiği hadîste ise: [14]
«Kim üç defa hiç bir özür yokken cumayı terkederse, Allah onun kalbini mühürler..» buyuruluyor.
Yine sahîh bir rivayette: «Cumaya gitmek her müslümana vâcibdir.» buyurulmuştur.
kaydına gelince, burada geçen «zikir»den maksad:
a) Cuma namazıdır..
b) Hutbedir..
c) Vaaz ve nasihattir..
Bu, Saîd bin Cübeyr'e göredir. İbnü'l-Arabî'ye göre, bu üçüne de şâmildir ve hepsi de vâcibdir.
«Ahm-satımı bırakın!» emrinin burada cuma namazı vaktinde alış-verişin haram olduğuna delâlet ettiği anlaşılıyor.. Ancak tahrîm vaktinde iki ayrı görüş vardır:
1. Zeval vaktinden namaz kılınıp bitinceye kadar olan zamandır. Bu, Dahak, Hasan ve Atâ'a göredir.
2. Hutbe ezanından namaz kılınmcaya kadar geçen zamandır. Bu, îmâm-ı Şafiî'ye göredir.
Tahrîm vaktinde yapılan alım-satım haram olmakla beraber, hükümsüz de bırakılabilir mi? Bu hususta da görüş farkı vardır:
a) İmâm Mâlik'e göre, namaz için ezan okununca alım-satım terkedilir, namaz kılınırken bu esnada yapılan alım-satım hükümsüz sayılır. Fakat yapılan âzâd etme, nikâh ve talâk gibi akitler hükümsüz bırakılmaz.
b) Mehdeviyy'e göre, insanı cuma namazından alıkoyan her türlü akit şer'an haram, yasak cihetiyle de hükümsüzdür.
c) îmâm-ı Şafiî'ye göre, bu esnada yahut ezan okunup namaz kılınıncaya kadar geçen zaman içinde alım-satım haram-sa da hükümsüz değildir.
d) İmâm Kurtubî'ye göre, sahih olan, bu esnada alım-sa-tımm haramolduğu ve hükümsüz sayıldığı, görüşüdür. Çünkü HazreM Peygamber (S.A.V.): «Bizim emir ve görüşümüz üzerine olmayan her iş ve amel merduttur.» buyurmuştur. [15]
Çıkarılan Hükümler :
1. Cuma namazı hür baliğ olan her mükellef erkeğe farzdır.
2. Cuma namazı farz-ı ayndır..
3. Öğle namazının vakti cuma namazının da vaktidir..
4. Ezan sesinin işitildiği yerde eyleşen erkeklere cuma farzdır. Ebû Hanîfe'ye göre şehir veya kasaba içinde yaşıyanlara, ezan sesini işitsin işitmesin, cuma farzdır.
5 Namaza, bilhassa cuma namazına azim ve vekarla gitmek fazilettir..
6 A'mâ, hasta, kötrüm, pîr-i fânî, köle, kadın, çocuk, esir ve mahbus'a cuma farz değildir.
7 Cuma ezanından namaz kılınıp bitinceye kadar alım -satım haramdır. [16]
HAZRET-İ PEYGAMBER (S.A.V.) İN İFÂDE BUYURDUĞU İLK HUTBELERİ
Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, bağışlanmamı O'ndan ister ve O'ndan hidâyet taleb ederim.. Ben O'na îmân ederim, küfretmem.. Ona küfredene düşman olurum..
Allah'dân başka tanrı olmadığına, O'nun Bir olduğuna, eşi ortağı bulunmadığına şehâdet ederim. Mulıammed'in de Allah'ın Kulu ve Resulü olduğuna sehâdet ederim..
Allah, Muhammedi hidâyet, hak din, nûr, öğüd ve hikmet olarak, resullerin ardı kesilip peygambersiz geçen bir devirde, ilmin azaldığı, insanların çoğunun sapıttığı, (ahlâk ve fazilet bağlarının) koptuğu, kıyametin yaklaştığı, varlık âleminin ecelinin yaklaşmakta olduğu bir zamanda gönderdi..
Artık kim Allah'a ve Resulüne ilâat ederse, doğruya ve hakikate erişir; kim de Allah'a ve Resulüne isyan ederse, azıp sapıtır, tefrite (ortalamanın çok altına) düşüp uzak ve derin bir dalâlet içinde kalır..
Size Allah'tan takva üzere bulunmanızı tavsiye ederim. Çünkü müslümanm müslümana tavsiye edeceği en hayırlı şey, onu âhirete tahrik ve teşvik etmesi ve ona Allah'tan takva üzere bulunmayı emretmesidir..
Allah, sizi kendisinden ne ile korkutuyorsa, ben de sizi (ancak) onunla korkutuyorum. Çünkü ilâhî takva ki kim onunla endişe hassasiyeti içinde Rabbinden korku şuuru içinde amel ederse âhiret umurundan arzu ettiğimiz şey'e (ulaşmamızda) doğru bir yardımcıdır.
Kim de kendisiyle Rabbi arasındaki durumu gizli ve aşikâr hallerde düzeltmeğe niyetlenirse, bu ona dünyasında bir şeref ve iyi düşünme kaynağı; ölümünden sonrası için de kişi önünden gönderdiği şey'e muhtaç olduğu zaman bir azık olur. Bundan başka olan şeyler ise, kişi onunla kendi arasında uzun bir mesafenin bulunmasını ister..
Allah size asıl kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarını pek çok esirgeyendir.. Allah sözünü doğruladı, va'dini yerine getirdi; O'nun için sözünde durmama diye bir şey yoktur ve olamaz.. Çünkü Allah buyuruyor; «Benim yanımda söz değiştirilmez. Ben kullara zulümkâr da değilim..»
Artık siz şimdiki ve sonraki işlerinizde gizli ve aşikâr hallerinizde Allah'tan korkun!. Çünkü kim Allah'tan korkarsa, Allah onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür. Ve kim de Allah'tan takva üzere bulunursa, büyük bir kurtuluşa nail olur. Zira ilâhî takva, seni O'nun gazabından korur; O'nun vereceği cezaî akıbetten muhafaza eder.. Hem ilâhî takva, yüzleri aklaştınr, Rabbi de razı eder, dereceyi yükseltir. O halde siz (bundan) nasibinizi alın; O'nun huzurunda tefrite (ortalama yolun çok altına) düşmeyin. Şüphesiz ki O size Kitabını Öğretti, sizi kendi yoluna şevketti; tâki doğru olanlarla yalancı olanları (kendi kanunu îcabj) bir daha tesbit edip bile...
Allah'ın size iyilikte bulunduğu gibi siz de iyilikte bulunun; O'nun düşmanına düşman olun; O'nun yolunda cihâdın hakkını vererek mücâhede edin; sizi beğenip seçen ve size Müslüman adım veren O'dur. Tâki helak olan apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalan da apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın!. Günahlardan kaçınmaya hiç bir gücümüz, ibâdet etmeye de hiç bir kuvvetimiz yoktur, ancak Allah ile vardır gücümüz ve kuvvetimiz..
Allahı çokça anın, ölümden sonraki hayat için amel edin.. Çünkü kim kendisiyle Allah arasındaki durumu düzeltirse, Allah ona, onunla insanlar arasındaki hal ve durumu (düzeltmede) kâfidir.
Evet bu böyledir; Allah insanlar üzerinde (dilediği gibi) hükmeder; fakat insanlar Allah üzerinde hükmedemez. O, insanların her şey'ine sahiptir, fakat insanlar O'ndan hiç bir şey'e sahip değildir (mülkün sahibi O'dur, insanlar eyreti olarak mülkün üzerinde bulunuyor).
Allahü Ekber.. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'1-Aliyyi'I-Azîm. [17]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Cum'a sûresi, âyet: 10.
[2] İlmi Mâce: Muhammedi hin İshâk hadîsinden naklen almıştır.
[3] İsrâ sûresi, âyet: 19.
[4] İnsan sûresi, âyet: 22
[5] Necm sûresi, âyet: 39.
[6] «Femdû» şekli, kırâet-i Kur'an'dan değildir. Sadece tefsir ve te'vîl mahiyetindedir.
[7] Buhârî - Müslim..
[8] Müsned-i Ahmed bin Hanbel: Ebıî Htireyre (R.A.)den.
[9] Ebû Hanîfe'ye güre a'nıâ ile yanlının elinden tutup cumaya götüren bulunursa, cuma onlara da farz olur
[10] Dâre Kutnî: Ebû Zubeyr'den..
[11] Bir mil, yaklaşık olarak iki kilometredir.
[12] Dâre Kutnî: Amr bin Şuayb'den..
[13] Hadîsin isnadı sahihtir. Müsnedlerin coğ-u bunu almıştır
[14] İbnü'l-Arabî Ebûbekir
[15] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/376-384.
[16] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/384-385.
[17] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: