NAMAZ BORCU OLANIN NAFİLE NAMAZ KILMASI
Üzerinde kazâya kalmış namaz bulunan bir mükellefin nâfile namaz kılması caiz midir?
Aslında bu sorunun cevabına geçmeden önce şu gerçeği dile getirmekte fayda mülahaza ediyorum. Böyle bir durumla karşılaşmamak için bizlere düşen vakitlerinde kılınmak üzere farz kılınan namazı işi ciddiye alıp geciktirmeksizin vaktinde kılmaktır.
Bu konu İslam âlimleri arasında farklı görüşlerin ortaya konulmasına sebep olmuştur. Namaz İslâm’ın en önemli emirlerinden birisidir. Bu ibâdet dînin beş direğinden birini teşkil etmiş, onu kılan İslâm binasını yapmış, terk eden ise yıkmış olarak tavsif edilmiştir. Şüphesiz namazı terk etmek, geciktirmeyi caiz kılan bir mâzeret bulunmadığı halde, zamanını geçirmek, farzın terk edilmesine sebep olduğu için en büyük dinî suçlardan sayılmıştır. Her ne şekilde olursa olsun namazını vaktinde kılamayan, kazâya bırakan mükellefin, fırsat bulur bulmaz yapacağı ilk ilk iş namazını kazâ etmektir. Mâzeretsiz geçirilen namazı kazâ etmek de mükellefi tam mânâsıyla mesuliyetten kurtarmaz; kazâ elden gelen telâfi yollarından biridir. Bir başka yol, bir daha geçirmemeye azmetmek, vâkti geciktirmeden dolayı Allah Teâlâ’dan af dilemek, bağışlanmak için yalvarmaktır. İslâm ulemâsı namazı kazâya kalmış bir kimsenin ilk fırsatta kazâ etmesinin farz olduğunda ittifaka yakın bir görüş birliğine vardıktan sonra hangi mâzeretlerle -çok kısa bir müddet için de olsa- kazâyı tehir etmesi caiz olabileceği meselesi üzerinde durmuşlar, bunları “kendisi ve ailesi için yeterli rızık temini için çalışmak, aslî ihtiyaçlarını temin ile meşgul bulunmak” ile sınırlamışlardır. Yâni namazı kazâya kalmış bir mükellef, kendisi ve âilesinin hayatî ihtiyaçlarını temin eder etmez geride kalan vaktinin ilk bölümünde geçmiş namazını kazâ edecektir. İşte bu noktada önümüze bir mesele daha gelmektedir: Günlük namazlarını ne yapacaktır?
Müslüman’ın bilerek namazını geçirmesini mübah kılan (unutma, uyku gibi şuur dışı haller istisna edilirse) bir mâzereti yoktur; hastalık, bilfiil savaş hali gibi fevkalâde haller bile namazı geçirmeye mâzeret olamaz; ancak bazı hafifletici ruhsatlara sebep teşkil eder. Şu halde üzerinde kazâ namazı olan mükellef öncelikle günlük namazlarını kılacak, sonra sıra kazâ namazlarına gelecektir. Ancak günlük namazlarının yalnız farz ve vâcib olanlarını kılarak, sünnetleri kılacağı zaman içinde kazâyı kılması gerekir mi, gerekmez mi konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu münâkaşa da ince ve önemli bir noktayı belirtmekte fayda vardır: Nafile namazlar Allah Teâlâ’ya manen tekarrüb etmeye (yaklaşmaya) vesile olduğu gibi, farz namazların eksiklerini tamamlamaya, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şefaatine nailiyete vesile olur.
Namazı kazaya bırakarak günaha giren bir kişi, sünneti de terk ederek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme muhalefet etmiş ve ikinci bir hata daha yapmış olur. Namazları kazâya bırakmış bir kimseye prim olarak bir de sünnetleri kılmama imtiyazı tanınmış değildir; kazâ namazını, sünnet kılacak kadar bir vakit daha tehir etmenin caiz olup olmadığı tartışılmıştır; yâni namazı kazâya bırakmak öyle bir cinayettir ki, bunu kısmen telâfi edecek olan kazâyı, sünnet kılacağım diye bir miktar daha tehir etmenin caiz olup olmadığı müctehidleri düşündürmüştür!
a) Hanefîlere göre: Bilindiği üzere nâfile namazlar mefhumu içine; Peygamberimiz’in (sav) tatbikât ve tavsiyelerine dayanan sünnet namazlar ile hakkında husûsî bir tavsiye bulunmadığı halde kişinin Allah rızası için kıldığı serbest namazlar girmektedir. Hanefîlere göre farz namazların önünde ve arkasında kılınan sünnetler ile kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid namazları gibi sünnet namazları kılmak -bu yüzden kazâ geciktirilmiş olsa dahi- evlâ ve efdaldir, tercih edilmelidir. Bunların dışında kalan mutlak nâfilelere gelince kazâsı olanlar bunları da kılabilirler; ancak bunların yerine kazâ kılmak daha efdaldir.
b) Mâlikîlere göre: Kazâ namazı bulunan kimse nâfile ile meşgul olarak kazâyı geciktirirse günahkâr olur; ancak sabah namazının sünneti, vitir, bayram, tahiyyetü’l-mescid gibi sünnetler müstesnâdır; bunları, üzerinde kazâ namazı olanlar da kılabilirler.
c) Hanbelîlere göre: Namazları kazâya kalmış mükelleflerin, bu namazları kazâ edecek yerde mutlak nâfile ile meşgul olmaları haramdır. Ancak farz namazlarla beraber kılınan sünnet ve bu hükümde olan diğer sünnetleri kılmak caiz olmakla beraber kazâsı çok olanın, bunların yerine kazâ kılması efdaldir; ancak sabah namazının sünneti müstesnâ olup, kazâsı çok olanın dahi onu kılması efdaldir.
d) Şâfiîlere göre: Üzerinde kazâ namazı olan kimsenin -hangi çeşit olursa olsun- nâfile kılarak kazâyı geciktirmeleri haramdır.
Görüldüğü üzere dört mezhebden üçüne göre, üzerinde kazâ namazı bulunan kimselerin sünnet kılmaları caiz olup, Hanefîlere göre üstelik efdaldir; yânî daha iyi ve faziletli bir davranıştır, kılınmalıdır. Yalnız Şâfiîler kazası olanın sünnet ve nâfile kılmasını caiz görmemiş, kazânın böyle bir ibâdetle bile geciktirilmesini uygun bulmamışlardır.
Netice: Namazları kazâya kalmış mükellef, beş vakit namazını -imkân ölçüsünden sünnetleriyle beraber- kılacak, bundan sonra zarûrî ihtiyaçlarını temin ile meşgul olacak, bunları temin edince ilk fırsatta kazâya kalmış namazlarını kılmaya başlayacaktır. Bir namazım kazâya kaldı diye Peygamberimiz (sav) tarafından tatbik ve tavsiye edilen sünnetleri de terketmek, işlediği suçtan dolayı özür dilemesi gereken kimsenin bunun yerine tekrar suç işlemesi ve pot kırması mahiyetinde bir davranış olmaktadır.
Mehmet ŞENTÜRK.