İsteyeni Azarlama
"Mü'minlerin dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir"
(Hâkim, Müstedrek, 4, 352)
Sevgiye ne kadar muhtacız! Hayatımızın her deminde hem de; belki 40 yaşındayken bile… Saklamaya çalışsak da, örtsek de bakışlarımızdaki anne sevgisi arayan çocuğun masum yüzünü, yalnızlıkla başbaşayken itiraf ederiz, bu özlemimizi…
Kâinât, muhabbet üzere yaratmış Rabbimiz ve: "Mârifetime (bilinmeme) muhabbet ettim de bu kainatı yarattım." buyurmuş. (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 132)
Ve Hak sevmiş kulunu! "Habibim..." diye hitap etmiş, insanlığın en güzeline: "Sevgilim!.."
Kâinâtın Efendisi, "İki dosttan en hayırlısı arkadaşını en çok sevendir." buyuruyor! Bir dostun özlemiyle yaşar dururuz hep aslında; bu Hakk'a özlem…
Ve yüreğimizin bir köşesinde yaşar, hep annesinin eteğinden çekiştiren çocuk! Ama hep bir meşgale yüzünden cevapsız kalır, yukarı doğru uzanan bakışları!.. Anneler meşgul, insanlar meşgul, dünyâ meşgul…
İçimizdeki bu yalnızlık inceden inceye sızlatır burnumuzun direğini! Ve "sokak köşelerinde kendisini sahiplenmiş tek mahlûkât olan köpeğine sarılıp yatan çocuk"la "içimizdeki yalnız çocuk" göz göze gelir!
Sızlar yine burnumuzun ucu, kalbimizde kıpırdanır bir şeyler!.. Tutmak istersiniz elinden, bağrınıza basıp "Yalnız zannetme kendini ne olur! Aslında hepimiz yalnızız şu koca dünyada." demek istersiniz. "Rabbimiz var, O bizimle!" demek istersiniz!
Bir anda gelip geçerken düşünceler, yine araya dünya girer. Yapılması gereken işler, ulaşılması gereken hedefler, yetişilmesi gereken dâvetler…
Sonunda hem kalp eteğimizi çekiştiren çocuk; hem bir köpekçik yerine insan yüreğine susamış ufaklık, yine dönerler yalnız dünyalarına!
Dizlerini, kolları arasına alıp başını öne eğip; tek dayanağa yaslar kendini ve duâ etmeye başlar:
"Rabbim Sen'den başka dost yok! Sen'den başka yapışacak kulp, çalınacak kapı yok! Yalnızlık Sana has Rabbim, yalnız Sen'sin mustağnî. Sabır yağdır üzerimize! Ve lutfet sonsuz hazinenden…
Yalvarır çocuk, yalvarırız çocukça!
Paylaşabilsek yalnız gönüllerin yalnızlığını; dumanlı yüreklere dostluk pencereleri açabilsek, alıversek dumanlarını çeksek göklere doğru… Yürüsek, yükselsek yücelere "bünyanün mersûs" (perçinlenmiş bir binâ) hitâbına mazhar olarak…
Kardeşlerini özlüyor Rasûlullâh!
Kardeşler nerede?
Yetim başı okşayan, kırıp da mübârek dizlerini, boyunu, sevdiği çocuğun boyuyla eşitleyen Rasûl'ün kardeşleri, gözlerini dahî çevirememekte sokaklara.
Birbirinden kaçışan gözler, kıyâmet günü hasretini çektiği "dünyânın o en güzel gözleri"ne bakabilecek mi? Bir kez bile yetim başı okşamayan bir el, kâinâtın efendisi, yetimlerin tesellîsi "yetimler yetimi"ne "şefaat" diye uzanırken titremeyecek mi? Utanmayacak mı gönül?
Kâinâtın en merhametlisi, insanlığın zirvesi titreyerek de uzansa el, suçlu da baksa göz, geri çevirmez muhakkak! Lâkin muhabbetli nazarlarına nâil olamamak en büyük ızdırap olmaz mı bir mü'min yüreğe? Kaldı ki, Efendimiz buyuruyor yine;
"Mü'minlerin dertleriyle dertlenmeyen bizden değildir."
Sıcacık bir elin hasretini çeken çocuklara, uzatmak gerek elleri! Şefkat dolu bir nazarı hayat boyu arayıp duran gözlere bakmalı, gönülden sevgiyle! Tesellî ve muhabbet sunmalı diller!.. Ki muhabbetle nazar etsin yüzlerimize, ellerimize o en Sevgili Yetim!
Cenâb-ı Hak, "Bir şey isteyeni azarlama!.." (Duhâ, 10) buyuruyor. İhtiyaçla uzatılan o minik elleri ayıplayan bakışlarla doldurmamak lâzım! Bu dünyada talep edeni azarlayan, diğer dünyada talep etmekten utanmaz mı?
"Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin."
İsteyen elleri azarlamamaksa sorumluluğumuz; isteyemeyenleri de, sokak köşelerine kıvrılıp insanlardan kaçan sevgi ve şefkat mahrumlarını da bulmaktır, diğer görevimiz…
"Zengin malında sâilin (isteyenin) ve mahrûmun (isteyemeyen fakirin) hakkı vardır." (Zâriyât, 19)
Muhtaç tüm insanlık en az onlar kadar, lâkin bu muhtaçlığı en iyi öte âlemde anlayacak… Ve "keşke bir muhtacın elinden tutabilseydim" diye feryad edecek.
"Keşke biraz daha sadaka verebilseydim!" (Münâfikûn, 10)
Ne kadar uzattıysak bu dünyada elimizi muhtaçlara, misli fazlasıyla uzanacaktır bize de muhtaç olduğumuz o öte dünyada!
Cenâb-ı Hak, cümlemize merhamet arayan bakışların "ne aradığını" anlayabilecek firâset, bu merhamet ve sevgiyi sunabilecek gönül, yaraları sarıp sarmalayacak dil, hayatın incelttiği o cam yürekleri kırmayacak rikkati nasib etsin! ,,
Âmin.
Dinin Belli Başlı Esasları
Amr ibni Abese (ra) anlatıyor.
Daha ilk yıllardı. İslam henüz yayılmamıştı. Resulü Ekrem (sav) Mekke'de Ukaz mevkiindeyken yanına gittim ve ona:
-Ey Allah'ın Elçisi! Getirdiğin dine kim inandı? diye sordum.
-Biri hür, diğeri köle iki kişi inandı, dedi. O dönemler yanında sadece Hz. Ebu Bekir (ra) ve Bilal-i Habeşi (ra) vardı.
-Müslümanlık nedir? diye sordum. Efendimiz (sav):
-Tatlı dille konuşmak ve yemek yedirmektir, buyurdu. Ben:
-Peki, iman nedir? diye sordum. O (sav):
-Sabredip dayanmak, cömert ve anlayışlı olmaktır, dedi. Ben:
-Hangi Müslüman daha üstündür? diye sordum. Efendimiz (sav):
-O; dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir, cevabını verdi. Ben:
-Hangi mümin daha üstündür? dedim. Efendimiz (sav):
-Ahlakı güzel olan kişi, cevabını verdi. Ben:
-Hangi namaz daha üstündür? dedim. Efendimiz (sav):
-Ayakta uzun süre durarak kılınan namazdır, cevabını verdi.
-Hangi hicret daha faziletlidir? dedim. O (sav):
-Rabbinin yapılmasını uygun görmediği şeyi terk etmek, dedi. Ben sormaya O (sav) da cevaplamaya devam buyurdular. Ben:
-Hangi cihat daha değerlidir? dedim. Efendimiz (sav):
-Savaşçının atının öldürüldüğü, kanının döküldüğü cihat, buyurdu. Ben:
-Hangi saatler daha değerlidir? dedim. O (sav):
-Gecenin son kısmında kılınan namaz ve yapılan dua. Tan yeri ağarana kadar sabah namazının farzına melekler de katılır. Tan yeri ağarınca, sabah namazının farzından önce, sabah namazının iki rekat sünnetinden başka namaz kılınmaz. Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar başka namaz kılma.
Namaz kılanın yanında melekler bulunur. Güneş batıncaya kadar namaz kılmaya devam et. Ama güneş batarken namaz kılma, buyurdu.
Amr b. Abese Müslüman oldu. Mekke'de Hz. Peygamberin (sav) yanında kalmak istedi ama Efendimiz (sav) bunu kabul etmedi ve gitmesini istedi. Zira Mekkeliler ona zarar verirlerdi. Efendimiz kendinden çok arkadaşlarını düşünür ve daima onların hayatını garantiye almaya çabalardı.
Doç.Dr.Nihat Hatipoğlu.