* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Gençlere Altın Tavsiyeler  (Okunma sayısı 293 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Gençlere Altın Tavsiyeler
« : Ağustos 28, 2022, 03:07:28 ÖS »
Gençlere Altın Tavsiyeler

NE KENDİNİ NE DE BAŞKASINI ALDAT

En büyük sermâye, en zengin miras doğruluktur. Çünkü doğru insan zengin insandan daha mutludur. Doğru insan her şartta meyve veren ağaç gibidir. Yunus Emre “Cümleler doğrudur sen doğru isen/ Doğruluk bulunmaz sen eğri isen” diyor. Doğruluğun zıddı yalancılıktır. Yalan söyleyen insan diğer insanların da yalan söylediğini düşünür. Herşeye kuşku ile yaklaşır. İnsanlara güveni zayıfladığı için kendini tehdit altında hisseder. Hep savunma duygusu içindedir. Gevşeyemez, mutlu olamaz. Yalancı zevklerle eğlenmeye, mutlu olmaya çalışır.

Savunma hâlinde çalışan insan beyni asit özellikli kimyâsallar salgıladığı için beden de erken yıpranır. Stres hormonları insanın hem mutluluğunu bozar hem de bedenini.

Kendini ve kimseyi aldatmadığın gün en hoş duygu olan iç huzûru, esenlik ve dinginlik ortaya çıkar. İnsansan, yalan söyleme hatâsı işlediysen, pişmanlık ve gönül alma ile kendini yıka. Kötülükle en iyi mücâdele yöntemi iyilikleri artırmaktır, böylece hem temizlen hem güzelleş.

Bir günlük mutluluk istiyorsan eğlen, ömür boyu mutluluk istiyorsan insanlara yardım et. Merdivenleri çıkarken diğer insanlara yardım edenler, kendileri merdivenlerden inerken onlarla karşılaşabilirler.

Doğruluğun kısa vâdeli faydası iç huzûru, uzun vâdeli faydası o kişiye saygı duyulmasıdır.

HAK VE SORUMLULUK DENGENİ KORU

Sâdece haklarını düşünen, sorumluluklarını düşünmeyen bencillerden olma; yalnız kalırsın. Benmerkezci düşünürsen sâdece haklarını hatırlarsın. Otobüste tek yolcu değilsin ve otobüs sâdece sana âit değil. Başkalarının hakları ve görevleri ile senin hak ve görevlerini iyi tanımla. İnsan ilişkilerinde sınır ihlâli yapma. Senin sınırına girerlerse kendini savunmalısın. Ne ez, ne ezil.

KARŞI CİNSLE ÜÇ AŞAMALI İLİŞKİYİ BİL

Karşı cinsle ilişkilerde üç aşamayı unutma: Arkadaşlık, sevgililik ve evlenmek. Evliliğe yönelik olmayan cinsellik yalancılığın bir türüdür. Cinsellik özel ve önemli insanla yaşanmalıdır. O kişi de insanın eşidir. İdeal olan budur, gerçekleştirmeye çalış. Eğer popüler kültürü tercih edersen, gönül eğlendirecek kişiyi aldatmak karakterli bir davranış değildir. Evlilik vaadi ile kurban edilenlerden olabilirsin.

PARA YÖNETİMİNİ ÖĞREN

Para yönetimi, bütçe kavramı 10 yaşlarında öğrenilmelidir. İstek ve ihtiyaç ikilemini iyi yönet. Bir şeyi çok arzuladığında kendine ona ne ölçüde ihtiyâcın olduğu sorusunu sor. Daha sonra alışveriş yap. Akıllıca para harcamak, biriktirmek kolay öğrenilen beceriler değildir.

İSİMSİZ İYİLİKLER YAP

İhtiyaç sâhiplerini rahatsız etmeden yapılan iyilikler gizli iyiliklerdir. Böyle iyilikler ummadığın yerde, ummadığın biçimde sana döner. Dönmezse de iyilikler çıkar için değil doğru olduğu için yapılır. İyilik yapmanın zevkini, gülen bir yoksulun, sevinen bir çocuğun, acı ve ıstırâbı geçen bir hastayı mutlu etmenin zevkini yakala.

ALÇAK GÖNÜLLÜ OL

Alçakgönüllülük kendini eşit hissetmektedir. Bütün kötülükleri toplayıp bir odaya koysan kapısı kibir anahtarı ile açılır. Kişisel gelişimin anahtarı alçakgönüllülüktür. Bütün iyiliklerin toplandığı odanın kapısını açan anahtar tevâzûdur. Tevâzû kendini diğer insanlardan aşağı görmek değil onlarla eşit görmektir. Her insan orijinaldir, biriciktir. Orijinal şeyler birbirleri ile kıyaslanmazlar. Alçakgönüllülük insanlarla eşit ilişki kurma becerisidir. İşte, evde, okulda, âilede, her yerde geçerlidir. Gururlu insanlar mutlu olamazlar. Sıradan olmaktan korktukları için hep kendilerini kanıtlama çabası içindedirler. Gerçek alçakgönüllülük kendi kusurlarını fark edebilme, kabûl edebilme becerisidir. Kendisi ile yüzleşen insan kendisi ile barışıktır. Mutlu olabilmek için doğru yaşamak geçerlidir.

NE SÖYLEDİĞİN KADAR NASIL SÖYLEDİĞİN DE ÖNEMLİ

Her işin bir esas bir de usûl yönü vardır. Esaslarda haklı olsan dahi yöntemde hatâ yaparsan haklı iken haksız konuma düşersin. Hastaya doğru ilacı doğru yöntemle vermek gerekir. İğne ile hapı karıştırırsak emek boşa gider.

SAĞLAM İNANÇLARIN OLSUN

Sâdece dünyâsal düşünmek yaratıcıya saygısızlıktır. Evren bir enerjidir ve canlıdır. Hayat sâdece dünyâ hayâtından ibâret değildir. İkinci hayâta inanmanın, hayâta anlam katma değeri ve tesellî etme gücünden mahrum olmamalısın. Deneyüstü gerçekliğe ve görünmeyene inanmamak insanın çıkarına değildir. Sonsuzluğun sâhibine inanmanın, güvenmenin ve teslim olmanın zevki insanı iki dünyâda da mutlu eder.

ANLAM DOSYALARINI DOĞRU OKU

Hayat bir yazılımdır, ruh bir programdır. Anlam dosyalarını okuyamazsan hayat bir mücâdele, varoluş tesâdüfîdir; varlıklar yaşam mücâdelesi veriyor, güçlü olan ayakta kalıyor dersin.

Anlam dosyalarını doğru oku. Hayatta yardımlaşma ve dengeyi sağlamanın esas, mücâdelenin ise istisnâ olduğunu görürsün. Bir eser kendisi hakkında bir mesaj veriyorsa eser sâhibi hakkında bin mesaj verir, tabii o gözle bakarsan görebilirsin.

Sâdece bedenini incele yeter. Hücrelerimiz, damar ve sinirlerimiz birbiri ile yarışmıyor, birbirini dengeliyor ve tamamlıyor. Kâlp mideye, mide beyine, beyin bütün organlara yardım ediyor. Kuşlar azaldığında kenenin artması dengenin bozulması sonucudur. Evrende amaç türlerin dengesi, artı ve eksilerin uyumudur.

Evren orkestrasında âhengi bozana dur demek mücâdele değil evrenin hukûkunu korumaktır.

Sessizlik varoluşumuzu sorgulayabilmek için fırsattır. Kuantum evrenine baktığımızda zaman var, bakmadığımızda olasılık var. Baktığımız şey subjektif deneyim, bakmadığımız şey olasılık dalgası ise madde bilincin olası hareketleri demektir. Olasılıkların deneyim hâline gelmesi gözlemcilerin varlığı ile mümkündür. İnsanlar en zekî gözlemcilerdir.

O hâlde genç arkadaşım, evrene gözlemci olarak geldiğini unutma. Vücut giysisi içinde ruh demek aslında makine içindeki program demektir ve bunlar birbirini tamamlar. Biri donanım diğeri yazılım. Sınav diyalektiği ile düşünürsen ömür saatlerini en verimli ve faydalı bir ticârete dönüştürebilirsin. En iyi gözlemci en kârlı tüccar olur. Bu konuda daha meraklı isen ‘İnanç Psikolojisi’ isimli kitabımı okumanı tavsiye ederim.

BİLİMSEL METODOLOJİDEN SAPMAMALISIN

Akıl ve bilimin rehberliği ile sorgulanan sağlam inançla insan mutlu olur.

Bilim gerçeği arayıp bulma çabasıdır. Deneyüstü gerçeklik akıl teorisi ile anlaşılır. Düşünce ve imgelerle sembolik düşünce, tanımlamalarla kavramsal düşünce ve teorilerle soyut düşünce gelişir. Deney ve gözlem, pozitivist düşünce birinci gerçeğe götüren yoldur. Ampirik ve deneysel düşüncenin açıklayamadığı durumları akıl yürütme yöntemleri açıklar. Akıl yürütme yöntemleri ikinci gerçeğe götüren yoldur. Üçüncü yol sezgiler, dördüncü yol inançlardır. Bu yollarla iyi, doğru ve güzel gerçekliğe doğru ilerleriz.

POZİTİF DÜŞÜNEBİLMEK

İyimser olan öyle bir gözlemciye benzer ki pencereden bakarken ağaç, kuş, çiçek, böcekleri görür. Karamsar olan çöp, çamur, çirkin şeyleri görür. Birisi zamanını bahtiyar geçirir, diğeri hüzünlü geçirir. Hayâta, olaylara, kendine, çevresine pozitif bakmayı başaran, olumlu düşünen, güzel gören insan hayâtından lezzet alır. Beynimiz kendi kendini programlayan bir organdır. Biz pozitifi görmeye göre kendimizi programlarsak önümüze çıkan fırsatlara farkındalık geliştirmiş oluruz. Olumlu anlam bağları kurmuş oluruz ve şanslı olduğumuz zannedilir. Olumlu düşünmek “polyannacılık” değildir. Olumlu ve olumsuz iki yönü de görüp olumsuza karşı önlem alıp, olumluyu beklemektir. Kendimizi kışa hazırlayıp yazı beklemektir.

GİZLİ CÂHİLLİĞE DİKKAT ET

Kravatlı câhiller vardır, gardrop modernistleridirler, insanı yanıltırlar. Dürtüsel, düşünmeden hareket eden, her şeye kızan, faydasız konuşan, öğüt almayan, sır saklamayan, susmayı bilmeyen, malı yerinde harcamayan, zamanı iyi kullanmayan, kolay inanan, kolay güvenen, iyi niyetli câhilleri iyi tanıyalım. Bunlar faydasızdırlar. İkiyüzlü fırıldak, yanardöner câhiller kendilerini âlim zannederler. Bunlar da zararlıdırlar.

STRATEJİK DÜŞÜNCE BECERİNİ GELİŞTİR

Kısa, orta, uzun vâdeli düşünme becerisidir. Hedef piramidinde en önemli konuya daha çok zaman ayırmak şeklindeki dereceli düşünme becerisidir. Zaman yönetimini ve zamanı doğru kullanma bu düşünce gelişmişliği sonucudur. Gücünü, enerjisini ve entelektüel birikimini doğru ve verimli kullanabilen kişiler bu düşünce biçimine riâyet ederler. Stratejik düşünme; zamanlama, sıralama, çeldiricilere direnç gösterme, zevk tuzaklarına düşmeme ile ilgili zihin yetilerimizi geliştirme yoludur.

KATEGORİK DÜŞÜNCE BİÇİMİNİ ÖĞREN

Takıntılı insanlar vardır; beş dakika düşüneceği konuyu bir saat düşünürler, bir şiddetinde üzüleceği konuya on şiddetinde üzülürler. Bu kişilerde kaygı yüksektir. Beyinlerini yorarlar. Kategorik düşünen kişiler önce sorunu tanımlar, muhtemel çözüm yollarını belirler, bir çözüm yoluna karar verir, planlarını yapar sonra başka bir konuya geçerler. Yâni kategori değiştirirler. Aynı anda birçok işi sağlıklı yürütebilenlerde bu beceri gelişmiştir.

DİYALOĞA AÇIK OLMALISIN

Kendi fikrine güvenen diyalogdan çekinmez. Çağımızda kimse her şeyi bilemez. Hocalarımız bilgi hazînelerinin anahtarlarını verirler, hazîneleri biz araştırmalıyız. Beyin temelli öğrenme teorisi, ‘hayâtın sonuna kadar öğrenme aşkı varsa gelişme olur’ diyor. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin “öğrenen örgüt” olarak tanımlanması hatâ yapma korkusunu giderir. Sadece ölüler hatâ yapmaz. Diyalog önyargıları giderir. Önyargılar dağıldığında yeni keşifler ve değişimler oluşur. Serbest fikir piyasasında sağlam fikirler gelişir, diğerleri ya değişir veya dağılır.

Sonuç olarak genç arkadaşım, hayat yolunda ilerlerken kendini tanıman, duygusal okur yazar olman, kendine Îmânda İhlâs Esastır

Kur’ân-ı Kerîm, medenî sûrelerde münafıklıktan sakınmanın önemi ve nifak ehlinin vasıfları üzerinde çok durmuştur. Özellikle; Bakara, Âl-i İmran (Uhud savaşı sahnelerinde), Nisa, Enfal, Tevbe ve Münafikun sûrelerinde onlardan sıkça bahsetmiştir. Tevbe suresinde münafıkların sıfatları ve rezaletleri ayrıntılı olarak ortaya konduğu için bu sureye “münafıkların çirkinliklerini açığa çıkaran” anlamında sure-i fadâha da denilmiştir.[1] Münafikun suresi ise müstakil olarak münafıklardan bahseder ve ilginç tahliller yaparak mü’minleri bu inkârcı gruba karşı uyanık tutar. Hatta Resullullah (sav), Münafikun suresi nazil olduktan sonra Cuma namazlarında bu sureyi okumuş ve sahabilerini nifak ehline karşı teyakkuz halinde tutmuştur. Arapçada, münafık kelimesinin türediği nefekun قفنkelimesi, alt geçit ve tünel anlamlarında kullanılır. Nasıl tünelin bir tarafından girilip diğer tarafından çıkılırsa; istiare yollu münafıklar için de kullanılan bu kavramla, nifak ehlinin dine bir taraftan girdikleri diğer taraftan da çıktıkları hatırlatılmıştır. Nitekim münafıkın tanımında da bu durum göz önünde bulundurulmuş ve şöyle tarif edilmiştir: “İslâm’a (şeriata) bir kapıdan girip, diğer bir kapıdan da çıkmak suretiyle dini inkâr eden kimsedir.”[2]  Îmânlarını dille söyleyip küfürlerini kalpte gizlemek; hayır yönlerini gösterip şerlerini saklı tutmak[3] diye de tanımlanan münafıklık en anlaşılır biçimiyle Kur’ân-ı Kerîm ’de şöyle açıklanmıştır: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki (kalpleriyle) Îmân etmedikleri halde (dilleriyle) Allâh’a ve ahiret gününe inandıklarını söylerler.”[4] Îmân ettiğini söyleyen kimse hem inancında samîmi olup yalnızca Allâh’ın (cc) rızasını gözetmeli hem de îmânının gereği olarak Allah (cc) için salih ameller yapmalıdır. Bu durum; îmân ve salih amellerin yalnızca Allâh’a (cc) özgü kılınması anlamına gelen dinin derinlik boyutuyla alakalıdır. Dinin derinlik boyutu olmadan, sadece dille ikrar edilen bir inançla kişi kurtulacağını iddia ederse yanılır. Şu âyet  konuyu yeterince vuzuha kavuşturmaktadır: “Hâlbuki onlara her türlü batıl inançtan uzak olarak tüm kalpleriyle yalnız Allâh’a kulluk/ibâdet etmeleri, namazı özenle kılmaları, zekâtı hakkıyla vermeleri emredilmişti. Zaten dosdoğru din de budur.”[5] İman sadece bir temenni veya dille ifade edilen bir söz olsaydı münafıklık belki de hiç olmayacaktı. İman, inançtaki samimiyetin salih amellerle hayata yansımasıdır; Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına içtenlikle teslimiyettir. Bu teslimiyet amelî olarak ispat edilmelidir. “(İbadet- ler dahil) sıkıntı ve zorluklarla sınanmadıkça, mü’minler sadece ‘inandık’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar.”[6] âyet i îmân için ödenmesi gereken zorunlu bedele işaret etmektedir. Bu bedeli ödemek istemeyen münafıkların îmânı pragmatiktir. Allâh’a (cc) karşı pazarlık(!) halindedirler. İmanları işlerinin rast gitmesine bağlıdır. Onların bu halini şu âyet -i kerime veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: “Kimi insanlar da vardır ki bunlar Allâh’a şartlı kulluk ederler. (dolayısıyla böyle bir insanın inancı pamuk ipliğine, ibâdeti de hayatta rahat etme şartına bağlıdır.) Bu yüzdendir ki işleri rast gittiğinde bu durumdan; Allâh’a kulluktan memnuniyet duyar. Bir sıkıntıya maruz kaldığında ise Allâh’a küsüp ona ibâdetten vazgeçer ve böylece hem dünyayı hem ahreti kaybetmiş olur. İşte esas kayıp da budur.”[7] Cihad ibâdeti olmasa ve İslâm dini, îmân ettiğini iddia eden kimselerden yerine göre canda ve malda fedakârlık istemeseydi belki de münafıklar zümresi tarihte hiç olmayacaktı. Onları ortaya çıkaran esas sebep, cihadın mukatele boyutunun farz kılınması ve dinin onlardan canlarıyla ilgili fedakârlıkta bulunmalarını istemesidir. Pragmatik bir anlayışa sahip olan kimse elbette ki bu isteğe olumlu cevap vermemiştir ve vaziyeti idare etme yoluna gitmiştir. Münafıkların pragmatik îmân ları şu âyet te daha da açıktır: “Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah’tan bir fetih nasip olursa: ‘Biz de sizinle beraber değil miydik?’ derler. Eğer savaşta kâfirler kazanırsa, onlara: ‘Biz, size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden kurtarmadık mı?’ derler. Kıyamet gününde Allah, aranızda hükmedecek ve mü’minlere karşı kâfirlere aslaüstünlük tanımayacaktır.”[8] Bu ilahi buyruk; mü’minleri egemenlikleri altına sokmak, onların hâkimiyet mücadelesini baltalamak, kendilerini zillete düşürmek,maneviyatlarını bozmak, birliklerini çökertmek, servetlerini talan etmek, özgürlüklerini kısıtlamak, Allah yolunda davette bulunanları yasaklamak için çalışan kâfirlere karşı Müslümanların takınması gereken siyasi, sosyal ve ekonomik tavrı belirlemektedir.[9] Yüce Allah Müslümanlara karşı hain planlar hazırlayan münafıklara karşı somut hedefler göstermiş veonlarla ortak meclisleri paylaşmayı bile yasaklamıştır: “Allah, size Kur’ân-ı Kerîm ’de şu hükmü bildirmiştir: ‘Allâh’ın âyet lerinin inkar edilip alay ve eğlence konusu yapıldığını işittiğiniz zaman, bu çirkefliği yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.’ Aksi takdirde siz de onlar gibi olur, onlarla aynı kefeye konursunuz. Hiç şüpheniz olmasın ki Allah, münafıkları da diğer bütün kâfirleri de topluca cehenneme tıkacaktır.”[10] Bu âyet e göre münafık meclislerinde oturup onların küfürlerine razı olanlar da küfre girerler. Bir günahın işlenmesine rıza gösterip bu günahı işleyenlerin içine karışan kimse de günahta onlar gibidir.[11] Çünkü münafıklar günah işleme hususunda birbirlerini ayartan kimselerdir. Kur’ân-ı Kerîm onların bu çirkin niteliklerini mü’minlere şöyle anlatır: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirinden (yanadırve hepsi aynı)dır. Onlar birbirlerine dince uygun görülmeyen davranışları emrederler, iyi ve güzel olanları ise yasaklarlar. Çok da cimridirler. Onlar Allâh’ı unuttular, Allah da onları kendi hallerine terk etti. Şüphesiz ki münafıklar (Allâh’a) itaat etmeyen (azgın) kimselerdir.”[12]

Günah noktasında; “Konuştukları zaman yalan söylemek,vaat ettiğinde caymak, emanete ihanet etmek”[13] onların karakteri olmuştur. “Ahdine riâyet etmeyenin dini yoktur, emaneti yerine getirmeyenin îmânı yoktur.”[14] Gerçeğini kavrayamayan münafıklar din ve dini sembollerle alay etmeyi çok severler. Şu âyet onların bu çirkin davranışlarını ortaya koymaktadır: “Müslüman görünerek İslâm’a karşı gizli eylem planları ve eylem yapan münafıklar, kafalarındaki, kalplerindeki nifakı ve ikiyüzlülüklerini ortaya dökecek bir surenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. ‘Siz dilediğiniz şekilde alay edin! Allah çekindiğiniz şeyi, ikiyüzlülüğünüzü kesinlikle açığa çıkaracaktır.’ de. Eğer onlara niçin alay ettiklerini sorarsan ‘Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk.’ derler. Allah ve O’nun âyet leriyle; onun peygamberiyle mi alay ediyorsunuz.’ de.”[15] Âyet -i kerimede de görüldüğü gibi âyet lerle alay etme gibi bir günahı bile çok basite indirgeyen münafıkların bu kötü durumunu Abdullah b. Mes’ud (r.a) şöyle tefsir etmiştir: “Mü’min, günahlarını (o kadar büyütür ki) sanki üzerine düşecek bir dağ gibi görür. Facir bir insan ise günahlarını burnunun üzerine konan küçücük bir sinek gibi görür.”[16] Konuşmuş olduğu o mizahi kelimeler sebebiyle Nebinin diliyle ayıplandığının[17] ve “Doğu ile batı arasından daha uzaklıktaki cehennem çukuruna yuvarlanacağının”[18] farkında bile değildirler. Yüce Allah (cc), mü’minlerle alay eden ve onları dillerine dolayan münafıkları şu rivâyet te olduğu gibi bazen tehdit bile etmiştir: “Ey dilleriyle îmân edip fakat kalplerine îmânın girmediği güruh! Müslümanların gıybetini etmeyin ve onların mahrem durumlarını araştırmayın. Sizden kim onların gizli şeylerini araştırırsa, Allah (cc) da onun gizleyip bilinmesini istemediği hallerini ortaya çıkarır ve evinin ortasında rezil eder.”[19] Mekke döneminde olmayıp Medine döneminde mukatelenin farziyeti ile ortaya çıkan bu grubun çıkış nedenini Kur’ân-ı Kerîm merkezli olarak şu başlıklar halinde ortaya koyabiliriz:

1. Menfaatperestlik. Medine’de mü’minlerin sayıca az olduğunu gören Abdullah b. Übey ve arkadaşları şartların aleyhlerine dönmesinden endişe etmişler ve her iki tarafı da idare etme yoluna gitmişlerdir. Güya Allah Rasûlü’nün risaletini tasdik etmişler ama bunu gönülden yapmamışlardır. Herhangi bir yaptırıma uğrama endişesiyle İslâm’ın getirdiklerini tasdik eder gibi gözükmüşlerdir.[20] Mü’minlerin zaman içerisinde bir felakete düşmeyeceklerinden emin olamadıkları için[21] menfaatperest bir davranış şeklini seçip münafık olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm onların bu hastalıklı ruhhallerini şöyle anlatır: “Kalplerinde hastalık olanların (kendi kendilerine) ‘şansımızın kötü gitmesinden korkuyoruz’ diyerek onların (kâfirlerin) işine yarayan bir tavır sergilemekte yarıştıklarını görebilirsin…”[22]

2. Cihad korkusu ve buna bağlı olarak ölüm endişesi.Cihadın mukatele boyutu ile ilgili emirler gelince Medine’de mü’minler ile münafıklar birbirinden ayrıştı. Bu emirler gelmezden önce münafıklarla gerçek mü’minler arasında görünüşte hiçbir fark gözükmeüyordu. Mü’minlerle namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı.İsteksiz de olsa İslâm’ı kabul ediyor görünüyorlardı.Fakat İslâm uğruna canları feda etme vakti gelince münafıklar açığa çıkmaya başladı. Göstermelik îmânları üzerindeki perde açıldı.[23] Bu durum Nisa suresinde şöyle dile getirilmiştir: “İman etmiş olanlar ‘Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı.’ derler. Ama hükmü açık bir sure indirildiğinde onda savaştan söz edilince kalplerinde hastalık olanların ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur.”[24] Münafıklara en ağır gelen âyet ler cihad âyet leridir.[25] Bu âyet ler onların kalplerindeki hastalığı ortaya koymuş ve îmânî noktada ayrılmalarına neden olmuştur.

3. Cehalet. Allâh’ı hakkıyla bilip takdir edememe verisalet davasını anlayamamaları. Eğer Allah Teâlâ’yı Kur’an’dan ve Rasulullahtan gereği gibi öğrenebilselerdi kalplerindeki bu hastalığı tedavi edebilirlerdi. Fakat cehaletleri ve cehaletteki ısrarları onları ikiyüzlü bir hayatı tercihe itmiştir.

4. Riyaset Davası. Hz. Peygamber’in (sav) hicreti öncesinde Medine’deki Hazrec ve Evs kabilesi bir araya gelerek Abdullah b. Übey’in devlet başkanı olması hususunda anlaşmışlardı. Hz. Muhammed (sav),Medine’ye teşrif edince onun riyaseti suya düşmüş ve bunun üzerine ibni Übey Resulullah’a bitmeyen bir düşmanlık sergilemiştir. Etrafındakileri de aynı düşmanlığa sevk ettirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm ’de onların bu hırslı durumu şöyle hikâye edilmiştir: “Onlar (münafıklar) ‘Allâh’ın elçisinin yanında bulunanlar için (hiçbirşey harcamayın ki dağılıp gitsinler)’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allâh’ındır. Fakat münafıklar bunları anlamazlar…”[26]

5. Çekememezlik. Riyaset davasında bulunan ve kavmi tarafından çok sevilen Abdullah b. Übey, tüm Evs ve Hazreçli mü’minlerin sevgisi Rasûlullah’a (sav) kanalize olunca bundan dolayı büyük bir rahatsızlık duymuştur. Bu rahatsızlığın oluşturduğu haset ve çekememezlikle Hz. Peygamber’e düşman olmuş ve kendisi gibi kimselerle ayrı bir cemaat oluşturmuştur.

6. Dinin infak talebi. Kur’ân-ı Kerîm ’de infak ve türleri sıkça dile getirilir ve mü’minler Allah yolunda cömert olmaya çağırılır. “En çok sevdiklerini Allah için vermeye”[27] davet edilirler. İslâm’ın infak talebi münafıklara her zaman ağır gelmiş ve dine karşı cimriliği tercih etmişlerdir. Kur’an onların bu cimri davranışlarını şöyle haber vermektedir: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar birbirlerine kötülüğü emreder ve iyi davranışları yasaklarlar. Cimrilik ederler…”[28]

7. Şahsiyetsizlik ve Siliklik. Kişiliği oturmayan insanlar kararsız olurlar konjektöre göre vaziyet ederler. Bu tip şahsiyetsiz insanların çokluğu Abdullah b. Übey gibi bir kişinin etrafında toplanmaya zemin hazırlamıştır. Bu kimse- ler Müslümanlarla kâfirler arasında mekik dokumak suretiyle silikliğin en ilginç örneklerini vermişlerdir. Kur’an bu şahsiyet yoksunu insanları şu önemli benzetmeyle dile getirmiştir: “Münafıklar, mü’minlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar. Ne mü’minlere ne de kâfirlere bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla çıkar yol bulamazsın.”[29]

8. Dinin, hayatın tüm alanlarına hitap etmesi ve kendisineinananlardan kuşatıcı bir îmân talebi. Münafıklar sıradan bir hayatı tercih eden kimselerdir. Hayatın tüm boyutlarını vahye teslim etmeyi istemezler. Hele de dinin toplumsal ve siyasal alana kurallar koyması onların işine gelmez. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm ’e ve Hz. Peygamber’e yeri geldiğinde düşmanlıklarını göstermişlerdir.

Yukarıdaki saymış olduğumuz veya sayamadığımızdaha başka sebeplerle varlık sahnesine çıkan bu insanlara karşı yüce Allah bizleri uyarmıştır. Hz. Peygamber de benzeri uyarıları hadisleriyle yapmıştır. Kaçınmamız gereken nifak alametlerini Kur’ân-ı Kerîm ’e göre şu başlıklar altında sıralayabiliriz:

1. Dilleriyle îmân edip kalpleriyle inkârı tercih ederler.[30]

2. Fesatçıdırlar fakat fesatçılığı kabul etmezler.[31]

3. Mü’minlere karşı alaycı bir tavır sergilerler.[32]

4. Cihadın, eceli öne alacağına inanırlar.[33]

5. Cihada engel olurlar ve kendileri de isteksiz davranırlar.[34]

6. Cimridirler.

7. Kâfirlerin hükümleriyle muhakeme olmayı severler.[35]

8. Kâfirleri veli edinirler.

9. İzzeti kâfirlerin yanında ararlar.[36]

10. Menfaatlerini her şeyin önünde tutarlar.[37]

11. Namaza karşı çok üşengeçtirler.[38] Yatsı ve sabahnamazları ise onlara en ağır gelen namazlardır.[39]

12. Allâh’ı (cc) çok az anarlar, hatırlarına bile getirmezler.[40] Rasulullah (sav) mü’minleri Allâh’ı (cc) çok zikretmeye çağırmış ve şöyle buyurmuştur: Allâh’ı çokça zikreden nifaktan beri olur.”[41]

13. Kişiliksiz ve kararsızdırlar.[42]

14. Korkaktırlar.[43]

15. Mü’minlerin başına gelen musibetlere sevinirler.[44]

16. Hz. Peygamberi üzmekten zevk alırlar.[45]

17. Kötülüğü emredip iyiliğe engel olurlar.[46]

18. Müslümanların arasına fitne sokup onları birbirine düşürmek isterler.[47]

19. Hz. Peygamber dâhil insanların namusuna iftira edebilirler.[48]

20. Yahudi dostudurlar.[49]

21. Yalan yere yemin etmeyi alışkanlık haline getirirler.[50]

22. Mü’minlere karşı süslü laflar etmeyi severler.[51]

Yukarıda sayılan kötü sıfatlarla donanan kalpleri hastalıklı,gönülleri inkârla dolu, yalanı şiar haline getiren ve kâfir tasallutunu her şeyin üzerinde tutan nifak ehli tarihin her döneminde olmuş ama en yoğun çalışmalarını Hz. Peygamber’e karşı vermişlerdir. Tüm bu kötü durumlarına rağmen Resulullah, onlara karşı her zaman siyaseten güzel davranmıştır. Onları İslâm toplumununsamîmi bir üyesi yapmak için çok çalışmış, Abdullah b. Übey dâhil olmak üzere onları zaman zaman ziyaret etmiştir. Bu yakınlığın neticesinde birçoğunu kazanmıştır. Fakat nifakta direnenler için ise Müslümanlaratoplu tavır koymayı öğreten Kur’ân-ı Kerîm, “onlara istiğfar etmemeyi (rahmet ve bağışlanma duası yapmamayı)”[52] emretmiş; en son olarak da “Hiçbir münafığın cenaze namazını kılmayın”[53] emrini vermiştir. Mü’minler bugün sadece bu ilahi emri yerine getirse, münafıklara tavır koyabilse çoğu hizaya gelecektir.Gelmeseler bile toplumda bir saflaşma olacak ve gerçek mü’minlerle münafıklar birbirlerinden ayrılacaklardır.

------------------------------------------------------------------------------------

[1] Sabunî, Muhammed Ali, Kıbes min Kur’an,c. IV, s. 8.

[2] İsfehanî, Rağıb, Müfredât, s. 819.

[3] Cürcanî, Târifât, s. 245.

[4] Bakara 2/8.

[5] Beyyine 98/5.

[6] Ankebut 29/2.

[7] Hac 22/11.

[8] Nisa 4/141

[9] Fadlullah, Hüseyin, Min Vahyi’l-Kur’an, c.VIII, s. 317.

[10] Nisa 4/140.

[11] Hazin, Ali b. Muhammed, Lubabu’t-Te’vil,c. II, s. 111

[12] Tevbe 9/67.

[13] Buhari, 25, îmân .

[14] Ahmed, Müsned, c. III, s. 135.

[15] Tevbe 9/65-66

[16] Tirmizî, 38, Kıyamet, 49, Had. no: 2497, c.IV, s. 658.

[17] Ebu Davud, Edep, Had. no: 4990, c. V, s. 265.

[18] Müslim, 54, Zühd, 6, Had. no: 2988, c. III, s. 2290.

[19] Ebu Davud, Edep, Had. no: 4880, c. V, s. 195.

[20] İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c. IV, s. 368.

[21] Zemahşerî, Keşşaf, c. I, s. 629

[22] Maide 5/52

[23] Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an, c. V, s. 360-1.

[24] Nisa 4/77; Ayrıca bak: Muhammed 47/20; Tevbe 9/86.

[25] Zemahşerî, Keşşaf, c. IV, s. 316

[26] Münafikun 63/7

[27] Al-i İmran 3/92

[28] Tevbe 9/67.

[29] Nisa 4/143.

[30] Bak: Bakara 2/8.

[31] Bak: Bakara 2/11.

[32] Bak: Bakara 2/14; Tevbe 9/65.

[33] Bak: Al-i İmran 3/156, 168.

[34] Bak: Al-i İmran 3/167-8.

[35] Bak: Nisa 4/60, 65

[36] Bak: Nisa 4/139.

[37] Bak: Nisa 4/14.

[38] Bak: Nisa 4/142; Tevbe 9/54.

[39] Müslim, 5, 42, Had. no: 252, c. I, s. 451-2.

[40] Bak: Nisa 4/142.

[41] Camiu’s-Sağir, c. II, s. 518.

[42] Bak: Nisa 4/143.

[43] Bak: Enfal 8/49; Tevbe 9/49, 56.

[44] Bak: Tevbe 9/50.

[45] Bak: Tevbe 9/61.

[46] Bak: Tevbe 9/67.

[47] Bak: Tevbe 9/107.

[48] Bak: Nur 23/11-13.

[49] Bak: Haşr 59/11.

[50] Bak: Münafikun 63/1-2.

[51]Bak: Münafikun 63/4.

[52] Bak: Tevbe 9/80. [53] Bak: Tevbe 9/84.

ADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]