Ahiret ve Muhasebe
Muhterem kardeşlerim! Âzâlarımızın, elimizin, ayaklarımızın, gözlerimizin bir gün şehadet edeceğini biliyor musunuz? Yani “Bu kol benimdir, bu el benimdir.” diye sahiplendiğimiz âzâlarımızın hepsinin, yaptığımız kötülüklerden dolayı bizim aleyhimize şehadet edeceğini biliyor musunuz? Bu âzâlar Allah’ın her insana verdiği bir emanettir. Bu emaneti Allah’ın emri dışında başka yönlerde kullanırsanız o zaman Allah’ın emanetine hıyanet etmiş olursunuz. Allah (c.c) bu eli, bu parmakları, yiyip içip bir de sıhhate kavuşmak ve ibadet yapmak için bize vermiş. Çalışıp kazanıp hacca gitmek için bu eli vermiş. Ama kalkıp da bu eli Allah’ın haram kıldığı şeye uzatırsanız, bir de Allah’ın fermanı dışında bu elle başkasını öldürürseniz, bir gün o el şehadet verir; “Bu adam şu, şu, şu suçu yaptı.” der.
Bu dünyada bizim yaptığımız neyse bir gün şehadet verir aleyhimizde. Hatta Allah (c.c.) dil verir ona, konuşturur onu. Ayak da öyle, senin derilerin bile öyle. Hiç kimsenin parmak izi birbirine benzemiyor. Sen diyorsun ki: “Ben bu şeyleri yapıyorum. Nasıl olsa Allah görmüyor.” Oysa Allah’ın sana verdiği bazı emanetler ahirette senin yaptıklarına şahitlik edecek. Allah’tan zaten saklanmaz ki. Buna rağmen Allah’ın sana verdiği emanetleri yerinde değil de Allah’ın haram ettiği yerlerde kullanıyorsun.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında kendileri aleyhine şahitlik ederler.” (Fussilet, 41/20)
Gözüyle baktı, nazar etti veya haset etti, kulağıyla milleti dinledi, fesatlık yaptı. Bu âzâların hepsi dile gelir, söyler. “Onlar derilerine ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ derler. Derileri de der ki: Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.” (Fussilet, 41/21) İşte insanoğlu gafildir. Sanki o el onun elidir, o göz onundur, o kulak onundur... Bunların hepsi birer emanet ve âzâları bir gün onun aleyhinde şehadet eder.
Kıyamet muhakkak olacak, ölüm gelecek. O zaman bunu olmuş kabul etmeli. Yani kesin olan bir şeyi, olmuş kabul edeceksin. Gelecek olarak değil, hemen hazır olarak kabul edeceksin.
Fussilet suresi 22. ayette şöyle buyruluyor: “Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”
İşte bu kötü zannınız sizi aşağı düşürür, yanıltır, helak eder, bundan dolayı ziyana uğrarsınız.
İnsan, bu olmayacak sanıyor; oysa parmağın şahittir, kulağın şahittir, gözün şahittir. O zaman ne yapacağız? O zaman, başkasının gıybetini yapmayacağız, başkasının malına göz dikmeyeceğiz. İnsanları dinleyip laf taşımayacağız, dilimizle gıybet etmeyeceğiz. Bunların hepsi aleyhimizde olan şeyler. Biz kendi kendimize bunları yapıyoruz ve bir de “Neden böyle oldu?” diyoruz.
Sonra kıyamet geldiği zaman, o gün kişi yaptığı kötü amellerden dolayı, o dehşette, kardeşinden kaçar, anasından kaçar, babasından kaçar, hanımından kaçar, çocuğundan bile kaçar. Yani kimse kimsenin günahını yüklenmez, kimse kimseyi umursamaz, ancak kendini düşünür o gün. Oysa bu dünyada en yakınıdır; kardeşi, anası, babası, çocuğu, hanımı. Ama o gün geldiği vakit, o cürümlerden dolayı bunların hepsinden kaçar insan. “Aman aman, görmeyeyim. Ben gideyim, kendimi kurtarayım.” der. Niye? Çünkü cürmü çok. Kimden kaçıyor, yakınlarından. Dünyada ise bu yakınlarınlarıyla yardımlaşır, değil mi? Mesela hanımının başına bir şey gelse o yardım eder. Ancak kıyamet günü ondan kaçar, görmeyeyim der. Mesela dünyada kardeşinin elinden o tutar, o yardım eder. Ama kıyamet günü kişi kardeşinden de kaçar.
Düşünün! Dünyada kardeşlik, arkadaşlık yapmak da kolay değildir, sorumluluğu çoktur. Kiminle neden arkadaş oldun? Bu çok önemlidir. Allah rızasını gözeterek arkadaş bulmamız lazım. Allah’a yakınlığı olan, Allah’ın emirlerine tevazu gösteren, Allah’ın emrine intisap eden, itaat eden arkadaşlar bulmamız, bunlarla oturup kalkmamız, bunları sevmemiz gerekiyor. Eğer böyle yapmaz ve kötü kişilerle arkadaşlık yaparsanız onların size bir faydası olmaz. Hatta o kötü arkadaşlar sizi yolunuzdan çıkarır, başka bir yola götürür. Kötü kişiyle arkadaşlık yaptığınızda daha bu dünyada zarar görürsünüz. Kıyamette kişi zaten anasından, babasından, çocuğundan kaçıyor. Dost tuttuğun o kötü arkadaş o gün senin düşmanın olacak. Bugün kanka diyorlar ya hani; o ne derse hemen işini yapıyorsun, sen ne dersen o yapıyor. Ama kıyamet gününde bu sefer en büyük düşman o. Çünkü o seni yoldan çıkarmıştı.
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Tirmizi)
Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyamet günü: “Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün, onları kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim.” buyurur. (Müslim)
İşte bir menfaat için bir araya gelmek değil de Allah için birbirini sevmek önemlidir.
Kıyamet günü herkes şeytana gider ve şöyle der: “Sen bize niye böyle yaptın, bizi niye yoldan çıkardın?” Şeytan ne cevap verecek biliyor musunuz?
“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim, 14/22)
Hakikaten düşünürsek keyfi olarak bazı şeyler yapıyoruz ve “Şeytan bizi yoldan çıkardı.” diyoruz. Halbuki insan şöyle düşünmesi gerekir: “Şu beni teşvik eden acaba benim için hayırlı mıdır, değil midir? Bir bakayım, Allah’ın yolu böyle midir? Allah bunu kabul ediyor mu, Peygamber bunu kabul ediyor mu?” İşte şayet böyle değilse o zaman bunu yapma.
Bir de “Niye yaptın? Yapma bunu!” diye bir telkin var. Bu, Allah’ın büyük bir rahmetidir; yani onu yapmaması için kuluna bu idraki veriyor. O zaman bizi teşvik eden, bu kötülüğe süren o sese bir bakalım ve bizi teşvik eden gerçekten Allah’ın emriyse o zaman yapalım. Meseleye Allah merkezli bakmak gerekir. Birisi derse ki “Sonra tövbe edersin.” işte ondan uzak dur. Kendimizi ancak bu şekilde koruyabiliriz.
Bir gün gelir, insanların âzâları şahitlik yapar. Kıyamette dile gelir ve “Allah beni konuşturuyor.” der. Dünyada o âzâlar ahiretteki gibi konuşmaz belki ama lisan-ı hal ile bir şahadet getirir. Mesela, adam eğer hırsızlık yapmışsa mahkemede kızarır, Bu da bir nevi kişinin aleyhinde bir konuşmadır ve bu gösterir ki kişi o işi işlemiştir.
Resulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Allah’ın en sevdiği ses, bir kulun ‘Ya Rabbi! Yâ Rabbi! Beni kurtar.’ sesidir. O kul, Allah’a müracaat ettiği vakit Allah der ki: Bütün meleklerim; siz şahit olun, ben bu kulumu affettim.” Ne kadar güzel bir müjde değil mi? Allah zaten bizi bekliyor, dilememizi murad ediyor. Allah tövbe edip salih amel işleyenler için tövbelerini kabul edip onlara mağfiret ediyor.
Bir kul bir iyilik yaparsa ve o iyiliği yaptıktan sonra, “Yâ Rabbi! Sen beni muvaffak ettin, sen bana yardım ettin.” derse Allah (c.c) onun sesini duyar ve der ki: “Sen bana itaat ettin ve sen bana yaklaştın.”
Düşünebiliyor musunuz, bu ne büyük saadettir?