Ölüm Sekeratı ve Şiddeti
Ölüm Sarhoşluğu
El-İhya sahibi rahimehullah diyor ki;
Şunu iyi bil! Miskin kulun önünde ölüm sarhoşluğu dışında hiçbir sıkıntı, felaket ve azap olmasa, bu bile yalnız başına gecesini gündüze katıp düşünmesine ve onun için hazırlanmasına yeterdi. Her an ölümle karşı karşıyadır. Hikmet ehlinden birisi;
“Şu an başkasını yakalayan sıkıntının seni ne zaman kuşatacağını bilemezsin” demiştir. Lokman, oğluna; “Oğlum! Bu sana ne zaman geleceğini bilmediğin bir hükümdür. O seni aniden yakalamadan sen ona hazırlık yap.” Demiştir.
Şaşırtıcıdır ki, şayet en büyük lezzetler içinde, eğlence meclislerinde iken, bir aslanın ona beş darbe vuracağını bilse, bu ona hayatını zehir eder, hiç bir şeyden lezzet alamaz. Hâlbuki ölüm meleğinin pençesini her an saplayabileceğini bildiği halde buna aldırmaz ve gaflet eder. Bunun sebebi cahillik ve aldanmadır. Bil ki ölüm sarhoşluğunun elemini ancak tadanlar hakkıyla bilir.
Canın çıkması doğrudan ruhu kaplayan bir acıdır. O girmedik bir parça bırakmadan ruhun bütün parçalarına yayılır, vücudun derinlerine kadar dağılır. Can çıkmasının acısı bütün ruha sirayet eder. Çünkü bütün damarlar, eklemler, kaslar ve her kılın ucundan çıkarılan o ruhtur. Artık bunun acısından sorulmaz. Bu yüzden ölüm acısı, kılıç darbesinden, testere ile biçilmekten, makasla doğranmaktan da şiddetlidir demişlerdir. Çünkü bütün bunların acısı, bedenden ruha sirayet ederek olur. Peki, bizzat ruhu ilgilendiren acı nasıl olur? Dayak yiyen bir kimsenin feryat edip yardım isteyebilmesi, kalbinde ve dilinde kalan kuvvet sebebiyledir. Ölünün böyle feryat edemeyişi, acı ve sancının her tarafını kaplamış olup kendisinde yardım isteyecek derman kalmadığındandır.
Akıl da karışır, dil de tutulur, azalar kuvvetten düşer. Feryat etmek ve yardım dilemek ister ama bunlara imkân yoktur. Şayet biraz dermanı varsa canı çıkarken göğsünden ve boğazından bazı hırıltılar duyulur. Rengi yaratılışının aslı olan toprak haline döner. Gözleri tavana dikilir, dudakları sarkar, dil içeri çekilir. Acı içine ve dışına yayılır, parmakları morarır.
Çekilen bir damarın vücuda verdiği acı nasıl olur? Peki, bütün damarlardan ruh çekilince acısı nasıl olur? Yavaş yavaş bütün azalar ölmeye başlar. Önce ayaklar, sonra diz ve baldırlar soğur. Can boğaza gelinceye kadar her parça için acı üzerine acı ve elem üzerine elem vardır. İşte o zaman ailesinden ve dünyalıktan gözünü çeker, kimseye bakmaz olur. Tövbe kapısı da artık ona kapanmıştır. Hasret ve pişmanlık onu kuşatır.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Şüphesiz Allah Teâla kulun tevbesini canı gırtlağına gelmedikçe kabul eder.” (1)
Mücahit, “Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca “Ben şimdi tövbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa; 18) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir;
“Ölüm meleğini gördüğü vakit işte o zaman ölüm meleğinin yüzünü görür, artık onun ölüm acısını tatmaktan çektiği sıkıntıyı sorma. Bu yüzden Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
“Allah’ım bana ölüm sekeratını kolaylaştır” derdi. İnsanların ölüm sekeratını büyük görmeyip ondan Allah›a sığınmamaları cahilliklerindendir. Zira gerçekleşmesinden önce bir şeyi bilmek nübüvvet ve velayet nuru ile mümkündür. Bunun için peygamberler ve velilerin ölümden korkuları büyük olmuştur. Hatta İsa aleyhisselam; “Ey havariler! Allah’a dua edin de ölüm acısını bana hafifletsin. Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi.” demiştir.
Rivayet olunur ki, İsrail oğullarından birkaç kişi bir mezarlıktan geçerken içlerinden biri; “Allah’a dua etsek de bunlardan birisi dirilip de kendisine bir şeyler sorsak” dedi. Dua ettiler ve birisi gözlerinin önünde secdeden kalkar gibi kalkarak mezardan çıktı. Sonra;
“Ey topluluk! Benden ne istiyorsunuz? Öleli tam elli yıl oldu, daha kalbimdeki ölüm sarhoşluğu dinmedi” dedi.
Aişe radıyallahu anha dedi ki; “ Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ölümünün şiddetini gördükten sonra artık başka kimsenin canının kolay çıkacağını ummam.”
Ali Kerremallahu vecheh, savaşa teşvik eder ve «Şayet savaşta öldürülmezseniz başınız yastıkta öldürüleceksiniz. Nefsim elinde olana yemin olsun ki bin kılıç yarası, benim için yatakta ölmekten daha kolaydır.”
El-Evzai dedi ki; “Bana ulaştığına göre ölü, dirilinceye kadar ölüm acısını çeker.” Şeddad Bin Evs radıyallahu anh dedi ki;
“Mümin için dünya ve ahirette en şiddetli acı ölümdür. O, çengel ile çekip içini çıkarmaktan, makasla biçilmekten ve kazanda kaynamaktan daha zordur. Eğer bir ölü dirilip ölüm acısını haber verse artık hayattakiler hiçbir şeyden zevk alamaz duruma gelirlerdi.”
Zeyd Bin Eslem babasından rivayet ediyor; “Müminin ulaşamadığı bir derecesi kalırsa, ölürken can çekişme de çektiği eziyetle bu dereceyi alır ve bu sayede cennetteki mevkiine ulaşır. Kâfir de yaptığı bir iyiliğin mükâfatını henüz görmemişse ölüm anında onu görmek ve sonunda cehennemdeki yerini almak üzere canı kolaylıkla çıkar”
Birisi ölüm döşeğinde yatanlara; “Acınız nasıldır?” diye sorardı. Kendisi ölüm döşeğine yatınca
“Sen bu acıyı nasıl buluyorsun?” dediler.
“Göklerin yere yapıştığını ve kendisinin iğne deliğinden geçirilmekte olduğunu” söyledi.
Ubeydullah Bin Halid radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Ani ölüm üzüntüdür.”
Rivayete göre İbrahim aleyhisselam öldüğü zaman Allah Teala; “Ey Halil’im! Ölümün acısını nasıl buldun?” diye sordu. İbrahim aleyhisselam;
“Yaş yün üzerine sokulup çıkarılan kızgın şiş gibi” dedi. Allah Azze ve Celle;
“Hâlbuki biz senin canını almayı kolaylaştırdık” buyurdu. Allah Teâla, Musa aleyhisselam’ın canını aldığı zaman ona;
“Ölümü nasıl buldun?” buyurdu.
“Tavada kaynatılan kuş gibi; uçamaz ki kurtulsun, ölemez ki rahat etsin” dedi. Yine Musa aleyhisselam hakkındaki bir rivayette;
“Kasabın elinde canlı iken derisi yüzülen bir koyun gibi” dedi.
Aişe radıyallahu anha’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in elinde su dolu bir bardak vardı. Elini ona sokar, suyla yüzünü mesh ederek;
“Allah’tan başka ilah yoktur. Şüphesiz ölümün sarhoşluğu vardır” derdi. Diğer bir rivayette; “Allah’ım! Ölüm sarhoşluğuna karşı bana yardım et” derdi. (3)
Fatıma radıyallahu anha dedi ki, “Vay benim başıma gelene! Ey babacığım! Nedir bu sıkıntılar?” Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
“Bundan sonra babanın daha bir sıkıntısı kalmaz” buyurdu. (Buhari, Enes radıyallahu anh’den rivayet etti.)
Ömer radıyallahu anh, Ka’b el-Ahbar radıyallahu anh’e; “Ey Ka’b! Bana ölümden bahset” dedi. Ka’b;
“Çok dikenli, dallı budaklı bir ağacı bir adamın boğazından karnına soktuktan sonra, bütün budak ve dikenlerinin damarlara takılarak şiddetle onu çekip çıkarırken nasıl kopardıklarını koparır, bıraktıklarını bırakırsa işte ölüm de böyledir.” dedi.
İşte bu anlatılanlar, Allah›ın dostlarının ölüm sarhoşluğudur. Ya bizler gibi isyana dalanların hali nasıl olur?
Kardeşim! Ölümün sana aniden gelmesine az kalmıştır, kendini ölüm yere sermiş. Rabbine haşredilinceye kadar da kalkamayacakmışsın gibi düşün. Canın alınırken duyacağın acıyı, ölüm sarhoşluğunu ve baygınlığını düşün. Melek ruhunu kabzetmeye ayaklarından başlamış, ruhun çekilişinin elemini hisseder gibi ol. Ruhun ayağının en alt kısmından ve sırayla bütün vücudundan çekiliyor. Sıkıntın son haddine varmış, elem her tarafını sarmış, kalbin ürpererek mahzun olmuş, Allah Azze ve Celle’nin razı olduğu veya gazap ettiğine dair haberi beklemektesin. Ruhunu almakla görevli melekten bu haberi işitmedikçe hiçbir yere gidemezsin.
Ölümün Üç Sıkıntısı
Birincisi: Anlattığımız gibi ruhun alınmasıdır. İkincisi: Ölüm meleğini görüp korkusunun kalbe yerleşmesidir. Eğer onu günahkâr kulun canını alırken girdiği surette görürse en kuvvetli kişi bile buna dayanamaz. Rivayet edilmiştir ki, İbrahim aleyhisselam ölüm meleğine;
“Günahkârların canını alırken girdiğin suret ile bana gözükebilir misin?” dedi. Ölüm meleği;
“Sen buna dayanabilir misin?” dedi. İbrahim aleyhisselam; «Dayanırım» dedi. Ölüm meleği;
“Arkanı dön” dedi. O da döndü. Tekrar baktığında onu yüzü kapkara, saçı sakalı karışmış, kokusu pis, siyah elbiseli, ağzından ve burnundan ateş ve dumanlar fışkıran vaziyette gördü.
Buna dayanamayarak bayıldı. Ayılınca ölüm meleğinin önceki şekline dönmüş olduğunu gördü. Dedi ki;
“Ey Ölüm meleği! Günahkâr kişi bu surette yüzünü görse azap olarak bu ona yeter
” Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Davud aleyhisselam kıskanç bir kimse idi. Dışarı çıktığı zaman kapıları kilitlerdi. Yine bir gün kapıları kilitleyip çıktı. Hanımı içeride bir adam gördü.
“Bunu içeri kim soktu? Eğer Davud gelir de bu adamla karşılaşırsa ne olacak?” dedi. O sırada Davud aleyhisselam geldi ve onu görünce;
“Sen de kimsin?” dedi.
“Ben krallardan korkmayan, kendisine engel olunamayan kimseyim.“ dedi. Bunun üzerine Davud aleyhisselam;
“Öyleyse sen vallahi ölüm meleğisin.” Dedi ve Davud aleyhisselam yerinde kalakaldı.” (4)
İşte günahkârların karşılaşacağı ve itaat edenlerin kurtuldukları zorluklar bunlardır. Nitekim peygamberlerin ölüm sarhoşluğu ve ruhlarının alınması anlatılırken ölüm meleğinin sure- tini görmekle yaşanan korkudan bahsedilmez. Şayet insan onu bu suretiyle gece rüyasında görse, kalan ömrü kendisine zehir olurdu. Peki ya ölüm halinde onu görenin durumu nasıl olur?
İtaatkârlar ise onu en güzel surette görürler. İkrime, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; İbrahim aleyhisselam kıskanç birisi olup ibadet ettiği bir evi vardı. Evinden çıkarken kapıları kilitlerdi. Yine bir gün kapıları kilitleyip çıktı ve geri döndüğünde evin ortasında bir adam gördü.
“Seni evime kim aldı?” dedi.
“Evin sahibi aldı” dedi. İbrahim aleyhisselam;
«Evin sahibi benim» dedi. Adam;
“Beni eve alan kişi, senden de benden de daha çok bu eve sahiptir.” dedi. İbrahim aleyhisselam;
“Sen meleklerden misin?” dedi
“Evet, ben ölüm meleğiyim” cevabını verdi.
“Müminlerin canlarını aldığın vakit onlara gözüktüğün şekilde bana gözükür müsün?” dedi. Ölüm meleği;
“Olur, arkanı dön” dedi. O da döndü. Tekrar yüzünü döndüğünde gayet süslü ve yakışıklı, güzel elbiseli, hoş kokulu bir genç olarak gördü. Bunun üzerine ölüm meleğine;
“Ey ölüm meleği! Mümin ölüm anında senin suretinden başka bir şey görmese mükâfat olarak bu ona yeter.”
İki hafaza meleğini görmek de buna dâhildir. Vüheyb der ki; “Bana ulaştığına göre kişi ölürken amellerini yazan iki melek eğer kul itaatkâr ise ona;
“Allah sana hayırlı karşılıklar versin. Bizi sadık kimselerle buluşturdun, bize salih ameller yazdırdın.” Derler. Eğer günahkâr ise; “Allah sana bizden yana hayırlı karşılık vermesin! Bizi kötü meclislere götürdün, kötü işlere bizi şahit ettin, kötü sözler dinlettin” derler. İşte bu, ölümün gözlerini tavana diktiği vakitte olur ki bir daha gözleri geri dönmez.
Allah’a yemin olsun ey kardeşim, işte bu müminin hayatı ile kâfirin hayatının birbirine zıt olan anıdır.
O anda ya rahmeti müjdeleyen nida yahut azapla tehdit eden nida duyulur.
Ey sevgili kardeşim! Ölüm meleğinin şuan sana gelişini, sana “Ey nefis… “ diye nida edişini, bu bahsedilen sıkıntılar içinde bulunuşunu hayal et!
Acaba sana nasıl seslenilecek? Sana “Ey tatmin olmuş nefis Allah’ın affına ve rızasına çık” mı denilecek? !
Yoksa “Ey habis nefis! Allah’ın öfkesi ve gazabına çık” mı denilecek?
Eğer sana önceki nida ile “Ey tatmin olmuş nefis Allah’ın affına ve rızasına çık” denilirse bundan öte başarı yoktur. Bu müjde senin için dünyadan ve içindekilerden üstündür.
Lakin Allah’a sığınırız, eğer sana “Ey habis nefis! Allah’ın öfkesi ve gazabına çık» denilirse bu hasret dünyadan ve içindekilerden daha da yakıcıdır. Bu sonu gelmeyecek azabın tehdididir.
Bazı haberlerde şöyle anlatılmıştır; Ölü teneşire konduğu zaman ona şöyle denilir; “Nerede o fasih dilin, neden sustun? Nerede yanık sesin, dilsiz mi kaldın? Nerede güzel kokun, neden böyle kokuyorsun? Nerede o hareketliliğin, neden sakinsin? Nerede o malların, neden fakir kaldın? Yazıklar olsun sana eğer isyankâr isen, müjdeler olsun sana eğer itaatkâr isen. Kabre konduğun zaman melekler sana şöyle diyecek; “Ey Allah’ın kulu! Sen mi dünyayı terk ettin, dünya mı seni terk etti? Sen mi dün- yayı topladın, dünya mı seni topladı?” Ey Allah’ın kulları! Ölümü zikretmekten gafil olmayın! Fırsat elden gitmeden tefekkür edin.
Vallahi her biriniz geçmiş için uzun süre üzüntü ve pişmanlık çekersiniz. Ancak ecel ya bugün ya da yarın gelir, nefsine bu andan önce öğüt ver.
Nitekim Allah Azze ve Celle’nin buyruğunda şöyle söylenilmiştir; “Herhangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Beni yakut bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demesinden önce, size verdiğimiz rızktan harcayın.” (Münafikun; 10)
Denildi ki; perde açılınca ecel yakındır. Kul, ölüm anında der ki; «Ey ölüm meleği bana bir gün daha müsaade et de kendim için salih amel işleyeyim.” Ölüm meleği de der ki;
“Günlerin sona erdi, bir gün bile yok, saatlerin sona erdi, bir saatin bile kalmadı.“ kul;
“Beni bir saat bırak da bari konuşayım” der.
“Sözlerin bitti konuşamazsın” cevabını alır. Ruh gırtlağa gelir, yutkunur, vakit ve amelleri kesilir, geriye nefesler kalır. Perde açılınca elbet görürler bunları. Gözleri son nefesiyle dikilir, saadet ehli mi, şekavet ehli mi o anda idrak eder.
Üçüncü sıkıntıya gelince, isyankârların cehennemdeki yerlerini görmeleri ve müşahededen önceki korkularıdır. Zira onlar can çekişme esnasında kuvvetten düşmüş ve canlarını vermek için teslim olmuş durumdadırlar. Bununla beraber ölüm meleğinin iki müjdeden biri ile seslenişini duymadan ölmez.
“Ey Allah’ın düşmanı! Sana cehennem ile müjde olsun” yahut
“Ey Allah’ın dostu! Sana cennet ile müjde olsun” denilir. İşte akıl sahipleri bundan korkarlar.
Aişe radıyallahu anha’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Kim Allah ile karşılaşmayı severse Allah da onunla karşılaşmayı sever. Kim Allah ile karşılaşmaktan hoşlanmazsa Allah da onunla karşılaşmaktan hoşlanmaz.” Dedim ki;
“Ey Allah’ın Peygamberi! Ölümden hoşlanmamayı mı kastediyorsun? Hepimiz de, ölümden hoşlanmayız» buyurdu ki;
“Böyle değil. Mümin Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti ile müjdelendiği zaman Allah ile karşılaşmayı sever. Allah da onunla karşılaşmayı sever. Kâfir ise Allah’ın azabı ve öfkesi ile müjdelendiği zaman Allah ile karşılaşmayı istemez.
Allah da onunla karşılaşmaktan hoşlanmaz.” (Müslim rivayet etti.)
------------------------------------------------------------------
1. Bunu Tirmizi, Ahmed ve İbn Mace rivayet etmiştir. Elbani “hasen” demiştir. Sahihul Cami (1903)
2. Bunu Ahmed ve Ebu Davud rivayet ettiler. Elbani “sahih” dedi. Sahihul Cami (6631)
3. Bunu Ebu Davud dışında sünen sahipleri hasen isnad ile rivayet ettiler.
4. Ahmed (2/419) ve İbn Ebid Dünya Kitabul Mevt’te rivayet etti.
Kaynaklar: Polen Yayınları; Ölüm Sekeratı ve Şiddeti, Selahaddin Mahmud kitabından iktibas yapılmıştır.