Ölünceye Dek İnsanların Girdiği Biriktirme ve Çoğaltma Yarışı
Çokluk içinde büyümeye çalıştı insanoğlu.
Sahip oldukları arttıkça, değerleneceğini sandı.
Satın aldıklarıyla beraber devleşecekti sanki. Cebinde ne kadar parası varsa kendi de o kadar fazla pahada olacaktı. Sandı. Biriktirdi.
İlk önce kendine dev katlar, parlak saatler, ışıltılı kolyeler aldı. Mavi, yeşil, kırmızı renkler biçti üzerine ancak önce armalı olanlardan. Üzerindeki armalarla birlikte isim koydu kendine. Biriktirmeye başladı. Daha çok biriktirmek. Hep daha iyisini, en üstünü giyinmek. En üstünden çeşit çeşit edinmek.
Sonra kendine dev bir ayna da satın aldı insanoğlu. Satın alabildikleri çoğaldıkça saygınlığının da artacağını sanıyordu. İnsanlara baktığında onlar gücünün etki alanına giriyor sanıyordu. Bir çalı parçasıyla tutuşsa alev alacaktı oysa gücü. Yer yarılsa içine düşecekti gücü.
Başı ağrısa fayda sağlayamayacak, hastane odasından kaldıramayacak, kazaları engelleyemeyecek, şehrin gürültüsünü ve trafiğini kesemeyecek, uykusuzluğunu gideremeyecek, depremleri yok edemeyecek, midesine daha fazlasını dolduramayacaktı gücü.
Çocukları ölümlerinden çeviremiyordu biriktirdikleri.
Hoş onunda kimsenin kimsesizliğine karşı umuru yoktu.
İnsanlar onu alkışlasınlar, yeterdi.
Hayran hayran baksınlar ve o yürüsün yeterdi.
Alacağı övgüler için yaşamaya başladı insanoğlu. Başarısını en çokta karşısında düğmeler iliklendiği için sevdi. En parlak yüzeylere dokunup, en saten çarşaflarda uyurken sonsuza dek derisinin bunlara deyeceğini sandı. Beyaz kefeni, tahta kutuyu, killi toprağı unuttu.
Benim saatim daha iyi, benim ki daha pahalı, benim ki daha üst modeli, ama bu son çıkanı; cümlelerinden edindi kendine. O cümleler ile bu dünyada yer edindiğini sandı. Birileri sürekli ona en çoğunu, en pahalısını, en gösterişlisini edinmesini söyleyip söyleyip durdu.
Çünkü; öyleyken hep gözler onun üzerine çevrilecek, en çok ona hayran duyulacak, en çok ona imrenilecek, herkes onun yerinde olmak isteyecek, herkes onun çevresinde toplanmak isteyecek, herkes onun sofrasında oturmak isteyecek, onları kaybetmeye başladıkça kimse yüzüne bakmayacak, ne kadar istese de üç tane midesi olmayacak, yüzü buruştuğunda beğen butonlarının önemi kalmayacak, artık başkalarının yüzü için butonlar basılacak, tuvaletini tutamadığında ise kimse elinden tutmayacak.
O kişi, sen olmayasın?
Uykusuzluğundan şikayet edeceksin.
Baş ağrılarından.
Karanlık bastırınca uyuyamamandan.
Doldukça daha da yavanlaşan sofralarından.
Anlamsızca yaşadığın hayatında, paranla kapıldığın ilüzyonu göreceksin.
Elin ayağın tutmadığında, çevrende toplananların da azaldığını göreceksin. Zaten önceden de onlar seni aslında umursamıyordu. Herkes kendi derdindeydi, kendi çıkarındaydı, kendi kazancında, kendi zevkinde, kendi alkışlarında, kendi depresyonunda, kendi bulantısında, kendi kederindeydi.
Çok paraları olsaydı da mutsuz olacak olanlardı bunlar.
Daha fazla paraları olsaydı da mutsuz olacak olanlardı.
Ne kadar şık mekanlara girseler de en son gidecekleri yer bir küçük çukurdu.
Doğruldu insanoğlu, haline baktı.
Pek yaşamıyordu, sadece oyalanıyordu.
Vakitler hızlı hızlı ilerliyordu, çilelerinde ise ağır ağır.
O ise vakitlerini süsleriyle doldurmaya karar kıldı.
Süsledikçe vaktin aktığını unutacaktı.
Bu dünyanın en değerli insanı, en kıymetli insanı olduğunu sanacaktı ama ayaklar kaydığında insanlar hep, kendi önceliklerini kurtaracaktı.
O da kaburgalarıyla, damarlarıyla, saç telleriyle diğerleri gibi bir insan olacaktı sıkıntıların içinde.
Aynı görünecekti diğerleriyle.
Herkes aynı önlükleri giyecekti günün birinde.
Eninde sonunda kaybedeceği bir yarışa girdi insanoğlu .
Çokluk Yarışı kondu adı.
Trafik sıkıştığında markasını unuttuğu arabasıyla.
Merdivenleri çıkmakta zorlandığında bakmadığı ayakkabısıyla.
Yalnız kaldığında odalarını dolduramadığı eviyle.
Askılarını tutmaya gücünün yetmediği elbiseleriyle.
Kendi cenazesine yetiştiremediği siyah gözlükleriyle.
Dünyada gezdiği, gördüğü, dolaştığı yollar hep aynı yere çıkıyordu: öldüğünde yatırılacağı yere.
ÖLÜM
Şimdi kaç mezar vardı yanında kendisininkiyle beraber?
Şimdi yeterince çoklar mıydı?
Sonu ölüme varan bu dünyada çokluk için yaşamaya değer miydi?
Değerini sahip olduğu çoklukla satın alır mıydı?
Mezarına ziyarete gelenler gene ceketlerinin düğmelerini ilikler miydi?
Çok akla gelir miydi?
Onu hiç unutmayacak olana sığınmış mıydı?
Onun için yaşamış mıydı, kendi heveslerinin yerine? O unuttuğu, en önemli olan, esas şimdi O, bu aşağı insanı gözetir miydi?
Dünyadayken tepe taklak olan şehirleri, işkenceye uğrayan genç kızları, açlıktan ölen bebekleri düşünmüş müydü?
Beğen butonlarına mezar taşını da koymuş muydu?
Ondan her an haberdar olandan haber almış mıydı?
Uykuda yattığın bir boy, yediğin bir mide.
Fazlasında gözün olsa ne olurdu?
Elbet bir gün çıkacağın evin, elbet bırakacağın birilerinin elleri.
Şu kıymetsiz hayatında kendine bunca almaya değer mi?
Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri, Öyle ki, ziyaret edip saydınız kabirleri. (Tekasür Suresi, 1-2)