Peşinden Gittiklerimizle Ahiret Yüzleşmesi
İnsan, toplumsal bir varlıktır. Tek başına yaşayamaz. Mektebine, meşrebine, karakterine ve inandığı değerlere uygun kişilerle birliktelikler oluşturur. Bir sosyal grubun, ya üyesidir veya sevk ve idarecisidir yahut da hocasıdır. İnsanlar, birbirlerini etkiler. İnsanoğlu bulunduğu toprağın ürünüdür. Kendini çevreleyen sosyal, kültürel ve ekonomik dokudan etkilenerek gelişimini tamamlar. Etkilediği ve etkilendiği kişi veya kişiler mutlaka vardır.
Oluşturduğumuz arkadaş ve dostlukların bizler üzerinde etkisini Rasûlullah (s.a.v) şöyle beyan ediyor: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb 19, H.no:4833; Tirmizi, Zühd 45, H.no:2379)
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük üfüren gibidir. Misk taşıyan ya sana verir yahut satın alırsın yahut da o miskten güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren ise ya senin elbiseni yakar yahut ondan pis bir koku duyarsın.” (Buhârî, Büyü 38)
Bu hadislerin, atalar sözüne yansıması da şöyledir: “Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim.”
Buradan anlıyoruz ki, kişinin seçeceği dost ve arkadaşı, onu olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir. Önemli olan ahirette “Eyvah niye ben filanı arkadaş edindim ki” diyeceğimiz günler gelmeden, bu uyarılar doğrultusunda dost ve arkadaş edinmeliyiz. Yüce Allah bu konuda Furkan suresinde şu uyarıyı yapmaktadır:
“O gün, kendisine yazık eden, parmaklarını ısırarak şöyle der: “Âh, keşke Peygamberin yolunu tutsaydım! Vah bana, keşke falancayı dost edinmeseydim! Çünkü Kur'ân bana gelmişken, gerçekten o, beni Kur'ân'dan uzaklaştırdı. Şeytan, insanı yüzüstü bırakıp rezil rüsvâ eder.” (Furkan: 25/27-29)
Allahu Teâlâ ve Rasûlü, kullarını bu şekilde uyarmaktadır. Kullar da seçimini buna göre yapmalıdır. Biz müslümanlar tek dünyalı değiliz. Bizim iki dünyamız vardır. Akıllı insan, dünyasını imar ederken ahiretini imha etmeyendir. Dünyada kurduğumuz dostluklar, edindiğimiz arkadaşlar, ders aldığımız hoca efendiler, tiryakisi olduğumuz ilim ve fikir adamları, peşinden gittiğimiz kanaat önderleri ve siyasi liderler, bize ahireti unutturmamalı, kıyamet günü Allah ve Rasûlü’nün huzurunda bizi mahcup etmemeli, mahşer meydanında bizden sıvışıp kaçmanın yollarını aramamalı. Dünyada aleyhlerine kimseyi konuşturmadığımız bu önderler, orada bize sahip çıkmalı.
“Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız.” (İsra:17/71)
“İşte o zaman kendilerine uyulan ve arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşır ve azabı görürler. Neticede aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.” (Bakara:2/166)
“Onlara uyup arkalarından gidenler: ‘Ah ne olurdu, bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!’ derler. Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara:2/167)
“Allah, 'Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin' der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, 'Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver' derler, Allah, 'hepsinin azabı kat kattır, ama siz bilmezsiniz' der.” (A’raf: 7/38)
“Bu defa öncekiler diğerlerine şöyle söyler: “Gördünüz ya, sizin bizden bir üstünlüğünüz, bize karşı bir ayrıcalığınız yok. O halde, bizzat kendi kazandığınıza karşılık olarak tadın şu azabı!” (A’raf: 7/38)
“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, ‘Eyvah bize! Keşke Allah'a ve Peygamberine itaat etseydik’ diyeceklerdir.” (Ahzab: 33/66)
“Ve: “Ey Rabbimiz! Doğrusu biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi şaşırtıp yolumuzu saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanete uğrat diyecekler.” (Ahzab: 33/67-68)
“Derler ki: Ey Rabbimiz! Bunu bizim başımıza kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat artır.” (Sâd: 38/61)
Bütün bu delilleri göz önünde bulundurarak, dini kimden öğrendiğimize hayatî önem vermeliyiz. Etkisinde kalıp peşinden gittiğimiz bu üstad, hoca veya şeyh kabul ettiğimiz kişiler, bizi merdiven altı dine çağırarak sırat-ı müstakimden kaydırırlarsa, ahiret manzaramız çok çetin olacaktır. Dünyada asla aleyhine konuşturmadığımız, hatta canımızı bile siper edebilecek şekilde etkilendiğimiz bu beyleri, ahirette, sanki kırk yıllık can düşmanımızmış gibi “cehennemdeki santigrat derecelerini iki kat fazla vermesi için” Allah’a yalvaracağız.
Öyleyse iş işten geçmeden, dünyada iken, aklımızı cebine koyduğumuz kişinin ağzından çıkanı tartışılmaz doğrular kabul edip, sorgulamadan hayatımıza giydirerek onun sapıtmalarını din edinirsek, yukarıdaki ayetlerde yer alan büyük fotoğrafta yerimizi alacağımızdan şüphemiz olmasın.
“Efendim, bu dediklerinizi hangi kitaptan bulabilirim, delilleriniz nedir?” diye sorduğunuzda birileri; “Ben sana delil ve kitap ismi veremem ki, benim üstadım/şeyhim, Peygamberimizin ruhaniyetinin, sahabelerin ruhaniyetleriyle yaptığı sohbetlere katılıyor ve Rasûlullah’tan duyduklarını anlatıyor. Ya da bizzat Levh-i Mahfuz’dan naklediyor” diyorsa, bunun illüzyonik ve halüsinasyonik bir sapma olduğunu, böyle bir hurafenin Kur’an ve Sahih Sünnette yerinin olmadığını belirterek reddetmeden bu kervana katılanlar olursa, yukarıdaki büyük fotoğrafta, bitkin bir pişmanlık edasıyla yer alacağından endişemiz olmasın.
Ya da “Kendilerine indirileni insanlara açıklaman için ve düşünsünler diye, sana da bu Kur'ân'ı indirdik.” (Nahl:16/44) ayeti kerimesinin verdiği yetkiyle “Rasûlullah (s.a.v), Kur’an’ın hem tebliğcisi hem de açıklayıcısıdır. Peygamberimiz din adına ne söylemişse, vahyin kontrolünde söylemiştir. Kur’an vahyinin dışında da Rasulullah (s.a.v), Allah’ın ilkâ ve ikazı ile Kur’an’ın mücmelini tafsil, mutlakını takyid, müşkilini tefsir, âmmını tahsis etmiştir. Kur’an’da bulunmayan konularda yine Allah’ın yönlendirmesi ile yeni hükümler koymuştur. Yani Allah, bazı hükümlerini Kur’an’da kendi söylemiştir, bazılarını da Rasûlüne söyletmiştir” dediğinizde, “Hayır, Peygamberin böyle bir hakkı yoktur. O, Kur’an’ı tebliğ vazifesini hakkıyla yapmıştır. Hadis dedikleri külliyat ise iki yüz yıl sonra yazılmıştır. “Ben şuradaki arkadaşımızın kulağına ortalama bir hadis metni kadar bir söz söylesem ve arkadaşa da, ‘kulaktan kulağa oyunu oynuyoruz, kapıdaki söyleyecek bana’ desem; ne çıkar biliyor musunuz? Çıkan söze kahkaha ile gülersiniz” diye sünnetle dalgasını geçtikten sonra, “Kim benim adıma yalan söylerse cehennemdeki koltuğuna hazırlansın” buyuruyor. Bu sözden dolayı sahabe içerisinde insaflı ve akıllı olan insanlar, ömürlerinde hiç rivayet etmemiştir” diyen zat, “Kulaktan kulağa oyunu” diye aşağıladığı hadislerden olan “Her kim, yalan söyleyerek söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38) hadisini kullanmıştır. Dolayısıyla tutarsızlıkta zirve yaparak kendi kendini yalanlamıştır. İşte dininizi bunun gibi dâl ve mudıl sünnet kaçkınlarından alırsanız, yarın ahiret yüzleşmesinde sizi bırakıp girecek delik arayacaklardır. Dünyada can ciğer kuzu sarması olan bunlar, sonunda birbirlerine lanet okuyan o büyük fotoğrafta yerini alacaktır.
Sonuç olarak deriz ki; ister ilkel, isterse modern hurafeler üreterek insanları sapıtanların kaydığı uçlara kaymayan, Rasûlullah’tan beri gelen aklıselim sahibi, sıratı müstakîmde sebatlı, Sevâd-ı Âzam çizgisinde olan âlimleri kendimize rehber edinmek zorundayız. Yoksa ahiret yüzleşmemizin çok çetin geçeceğinden şüphemiz olmasın.