Dünya ve Ahiret
“Bir yolcunun mola verip, ağacın altında az bir müddet istirahat edip terk ettiği gölgedir.” bu dünya.
Anne karnına göre dünyanın durumu ne ise, bu dünyaya göre de ahiret öyledir. Üç-beş litrelik bir cenderenin içinde yavru döner durur; yediği, içtiği kandan ibaret olan bu mekanı kendisi için en iyi bir hayat bilir. Yavrunun ahiret hayatını inkar etmesi, kulağına eğilip çocuğun: ‘Senin için uçsuz-bucaksız bir âlem var; güneş, ay ve yıldızlarla donatılmış bir dünya var.’ denildiğinde: ‘Haydi şuradan, benim hayatım bu hayattır.’ demesi gibi bir şeydir. Cennet, cehennem, sırat, mizan ve yapılan amellerin karşılığının görüldüğü ebedi alemdir ahiret. Burayı reddedip, ölüm sonrasını düşünmeyenler, Allah (c.c.)’ın yaratıcılığını inkara, ana ve babaya isyana, rızık veren Mevla’yı unutarak yavrusunu öldürmeye, gizli ve açık zina ve fuhşa, her türlü kötülüğe, haksız yere cana kıymaya, öksüz ve yetimin, kimsesizlerin malını gasp etmeye, ticari ahlaksızlığa, her türlü hileye başvururlar. Bu yaptıklarını da en güzel bir faaliyet olarak görürler. “Her kim Rahman’ın zikrinden (Kur’an’dan) körlük edip yüz çevirirse, biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o ona arkadaş olur. Muhakkak onlar (şeytanlar), onları yoldan çıkarırlar, onlar ise yaptıklarını doğru sanırlar.” (Zuhruf; 36,37).
“Engin bir denize batırılan iğnenin aldığı su dünya, geriye kalanı ise ahirettir.” Peygamberimiz (s.a.v)’in tarifiyle:”Bir yolcunun mola verip, ağacın altında az bir müddet istirahat edip terk ettiği gölgedir.” bu dünya. İkâmet ettiği memleketinden ayrılıp üç beş gün misafir olarak kaldığı yere iş merkezleri kurmaya çalışsa kişi, ona deli derler. “Nerede kalacaksan oraya iş kur akıllım!” diye ikaz ederler. Hırsla, tama ile dünyaya göz dikenin de ahirette nasibi olmaz:“Kim ahiret ekinini (kazancını) isterse, ona o ekinden ziyadelik veririz (artırırız). Kim de (sadece) dünya ekinini (kazancını) isterse, ona (da) ondan veririz, ama (bu takdirde) onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.” (Şûra; 20).
Âl-i İmran sûresinin on dördüncü ayetinde sıralanan; kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, sağma hayvanlar ve ekinlerden insanlara güzel gösterilen maddi yedi kavram ve Tevbe sûresinin yirmi dördüncü ayetinde haber verilen maddi sekiz değer bize Allah sevgisini, Rasûlullah (s.a.v.) muhabbetini ve bütün insanlığı sulha kavuşturacak aşkı temin etmezse bu dünyada imtihanı kaybederiz. “Şüphesiz ki biz, yeryüzündeki şeyleri onun için bir zinet kıldık ki, (insanların) hangileri amelce daha güzeldir diye onları imtihan edelim.” (Kehf; 7).
Esad-Erbili (k.s.), Peygamberimiz (s.a.v)’in:”Dünya ve onun içindekiler melundur.” buyurduğu dünyayı, ahiretimizi kazandıracağı için muhterem diye tanımlar. Bir koyun leşinin başında:”Ey ashabım! Bana dünyanın gözümde bu kadar bile değeri yoktur.” buyuran Efendimiz (s.a.v.), dünyanın güzelliğini; iyilikle emir ve kötülükten kaçındırma ve zikrullah ile haber verir. İş yerini konağından daha çok sever kişi, çünkü evindeki rahatı; dükkanında, tezgahında, mağazasında çalışmasına bağlıdır. Bu kârhanede, ahiretin ekin tarlasında, Allah’ın, Rasul (s.a.v.)’ünün ve varis-i Enbiyâ olan ulemâ-i kirâmın emir ve tavsiyelerine uyalım da, pişman olmayalım ebedî alemde. “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız, sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Birinize ölüm gelip de:”Rabbim! Beni (ecelimi) yakın bir vakte (kadar) erteleseydin de sadaka verip salih kimselerden olsaydım!” demesinden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden (Allah yolunda) sarf edin! Çünkü Allah, eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Ve Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdar olandır.” (Münafikûn; 9-11).
Nasreddin Hocamızın “aklı olan göle” dediği gibi düşünen fikir sahipleri faniyi bakiye tercih etmezler. Sami Ramazanoğlu (k.s.):”Başımızı suya soktuğumuzda, daralıp kafamızı kaldırdığımız an ahiret, suda durduğumuz kısa bir müddet de dünyadır.” buyurur dünya-ahiret arasındaki ilişki için. Öyleyse bizi ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlayan, ahireti unutturan bu hırs nedir?
Birçoğumuz ölümü yaşlanınca gelecek zannediyor. Ariflerden bir zat, ölümün alametini sorar huzurunda bulunanlara. Onlar da, belin bükülmesi, dişlerin dökülmesi, saçların ağarmasıdır derler. Hazret onlara şu cevabı verir. “Ölümün alameti doğmaktır.”
Çocuğum evlenecek, kızım gelin olacak, ben emekli olup köşklere konup, rahat edeceğim, torunları seveceğim tutkularıdır ebedi hayatı unutturan bizlere. Kılıçaslan’ın:”Sarayıma kusur bulanı astıracağım.” demesi üzerine yaşlı bir pîrin de ona:”Bir gün sen de öleceksin, bu köşk de virane olacak.” cevabını vermesi gibi, biz de göçeriz bu handan dostlar. Dokuz yüz elli sene ömür süren Nuh Peygamber’in:”Bir kapısından girilip, diğer kapısından çıkılan han.” dediği, kimseye yâr olmayan fani yurttur bu âlem. İbrahim Edhem (k.s) bir Allah erine:”Sarayıma niçin geldin?” der. O da:”Sizden evvel bu sarayda babanız, ondan önce dedeleriniz vardı. Birinin konup diğerinin göçtüğü yere han derler, ne sarayı padişahım.”
Cenazelerin gösterilmemesi, görse bile tabut veya cenaze arabasını:”Bir gün benim de başıma gelecek bu haller.” duygusundan uzak olmamız, bize, asıl vatanımız olan ahiret yurdunu hatırlatmıyor. Dünyaya olan sevgi, gençlik ve sıhhat hepten unutturuyor bize sonsuz alemi. “İşte onlar, ahiret karşılığında dünya hayatını satın alanlardır. Bu yüzden onlardan azap hafifletilmez ve onlara (o gün) yardım da edilmez.” (Bakara; 86)