* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu  (Okunma sayısı 481 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu
« : Şubat 03, 2018, 05:24:24 ÖS »
Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu

Tarih boyunca değişmeyen sünnetûllah şudur: Her insan, kendisine tayin edilmiş olan imtihan süresinin bitiminde muhakkak ölümü tadacaktır.

Kaldı ki her canlı ölür, her yeni eskir, her taze bayatlar ve her sağlam zaman içinde çürür. Rabbimizin dünya hayatı için değişmeyen takdiri budur. Hak-bâtıl mücadelesinin ilk insanın yeryüzüne gönderilmesiyle başlaması gibi, meydana gelen olaylara bakış ve yorumlama tarzında da hak ve bâtıl taifenin fikirleri birbirine taban tabana zıttır. Ehl-i kitabın ölümle ilgili yaydığı değişik hurafeler, zaman içerisinde müslümanları da etkisi altına almıştır. Hatta ta’ziyeleri bile farklıdır. Bizlerin ölüm hâdisesi karşısında birbirimize teselli ve taziyelerimizde takınacağımız tavrımız da Rabbimizin bizden istediği şekilde davranmak olmalıdır. İthal taziye şekillerine ihtiyacımız yoktur.

ALLAHU Teâlâ’ya ve ahiret gününe iman etmiş müminler olarak Rabbimizin yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bildirmiş olduğu “ölüm” hadisesine kuşkusuz bir şekilde inanırız. Nasıl inanmayalım ki, her gün ve her an çevremizdeki bazı kimselerin bu dünya yaşamının bitmesi anlamına gelen ölümleriyle karşılaşıyor, adeta yaşam ve ölüm hâdiseleriyle iç içe yaşıyoruz. Aslında “adeta” demek bile abes kalır, çünkü, gerçekten yaşam ve ölümün iç içe olduğu bir hayat yaşamaktayız.

İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den (as) beri her doğan insan, kendisine tayin edilmiş olan imtihan süresinin bitiminde ölmüştür. Bu meyanda “her canlı, ölmek üzere dünyaya gelir” diyen hikmet ehli kimseler, hakikati ifade etmişlerdir. Her canlı ölür, her yeni eskir, her taze bayatlar ve her sağlam çürür. Rabbimizin bu dünya hayatı için değişmeyen sünneti (sünnetûllah) budur.

Hak-bâtıl mücadelesinin ilk insanın yeryüzüne gönderilmesiyle başlaması gibi, meydana gelen olaylara bakış ve yorumlama tarzında da hak ve bâtıl taifenin fikirleri birbirine taban tabana zıttır. Tarih boyunca insanların hidâyeti için gönderilmiş olan tüm peygamberlerin (salât ve selâm hepsinin üzerine olsun), insanlara olan davet ve uyarılarının temel taşları “Yaratan bir Rabb’in olması” ve “ölümden sonra başlayacak olan ikinci bir hayatla insanoğlunun dünyada yaptıklarından ötürü hesaba çekilmesi ve buna göre mükâfat veya ceza alması” konularıdır. Rasullerin getirmiş oldukları bu davet karşısında bir iman eden “mümin taife” ve bir de elçileri yalanlayıp “ölümün mutlak yok oluş olduğuna inanan kâfir taife” vardır. Ölüm hadisesinin bu iki düşünce doğrultusunda değerlendirilmesiyle ortaya iki bakış açısı çıkmaktadır: 1. Mümin bakışı 2. Kâfir bakışı. Hz. Âdem’den (as) bu yana gelmiş olan tüm insanlar bu iki düşünce doğrultusunda ikiye ayrılmışlardır.

Mümin Zümrenin İnanç Yapısı

Mümin taifenin ölüm hakkındaki düşüncesine göre dünyaya gönderilmiş olan insanlar, Allahu Teâlâ’ya kulluk etmek üzere dünyada bulunmaktadırlar ve burada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Belirlenmiş olan eceller bitip, ölüm vakası cereyan edince insanlar hesap vermek üzere Allahu Teâlâ’nın huzuruna çıkarılacaklardır. Buradaki hesaptan sonra cennet nimeti veya cehennem azâbı ile karşılık göreceklerdir.

“Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görecektir, kim de zerre kadar kötülük yaparsa karşılığını görecektir.”(1)

“Ayetlerimizi inkâr edip yalanlayanlar işte onlar cehennem halkıdırlar. Orada sonsuza kadar kalacaklardır.”(2)

“İman edip salih amel işleyenlere, muhakkak onlar için altından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele.”(3)

Mümin taife temel olarak bu inanç doğrultusunda hareket eder.

İnkârcı (Kâfir) Zümrenin İnanç Yapısı

Kâfir taifeye göre ise ölüm, mutlak bir yok oluştur. Ancak bu dünya hayatı vardır, ölüp yok olan kişiler tekrar diril(til)emezler. Başka bir hayatın olması hakkında bunu doğrulayacak hiçbir kanıt yoktur. Öyle ya, diğer taraftan bu tarafa gelen bir kimse var mıdır?

“Dediler ki: Ancak (bu) dünya hayatımız vardır, (burada) ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak (yok) eder. Onların bu konu üzerine bir ilmi (bilgisi) de yoktur ve onlar ancak zannediyorlar.”(4)

Bu âyet-i kerime ile bu fikirdeki inkârcıların düşünce yapısı bildirilmiştir. Diğer bir âyet-i kerimede ise müşriklerin Peygamber’e (sav) karşı inkârlarına dair ileri sürdükleri görüş şöyle bildiriliyor:

“Ve kendi yaratılışını unutup bize bir misâl getirdi. Dedi ki: Çürümüş kemikleri kim diriltecek?”(5)

Ölümden sonraki hayatı inkar edenlerin içerisinde mutlak yok oluş fikrine sahip olanların yanında bir de ruhun başka canlılara geçmesi (reenkarnasyon) fikrine sahip olanlar da bulunmaktadır. Bu zümrenin de düşünce yapısı; ölmüş kişilerin ruhlarının ölmediği başka bir canlının bedenine girerek (velev bir hayvan bedeni de olsa) yaşamlarını sürdürdükleridir. Onlara göre bu şekilde sürüp giden bir döngü devam etmektedir.

Burada özellikle vurgulayıp üzerinde duracağımız konu ölüm hadisesine müminin/müslümanın bakışıyla ilgili olacaktır. Çünkü Allahu Teâlâ’ya sonsuz hamd ve şükürler olsun ki bizlere hidayet etti ve kendisine teslim olanlardan kıldı.

Kendilerine kitap indirilmiş son taife olarak biz müslümanlar Rabbimizin bize indirmiş olduğu kitabın ve göndermiş olduğu elçisinin bildirmiş oldukları doğrultusunda inanır ve yaşarız.

“Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır, sonra da bize döndürüleceksiniz.”(6)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizleri hayır ve şerle deneyerek imtihan edeceğiz. Ve bize döndürüleceksiniz.”(7)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı ancak size kıyamet gününde  tastamam verilecektir.” 8

Kur’ân-ı Kerim’de bildirilen bu üç âyet-i kerimedeki hakikatler doğrultusunda bizler dünyadaki yaşamın bir imtihan, ölümün ise Allahu Teâlâ’nın huzuruna hesaba çekilmek üzere çıkarılma için dünya hayatının sonlanması olduğuna, bu hesaba göre de insanların ya cennet nimetleri kazanacağına ya da cehennem azâbına çarptırılacağına inanırız. Bu meyanda ölüm, bize göre “bir yok oluş” değil, sadece bir mekândan başka bir mekâna geçiş anlamını taşır.

Diğer Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da aynı inanca sahip olmakla birlikte, dinlerini tahrif etmeleri sonucu, ölüm gerçeğiyle ilgili konuları da tahrif etmiş ve sapkın fikirlere dalmışlardır.

“Dediler ki: Yahudi veya Hıristiyan olandan başkası cennete giremeyecektir. Bu, onların kuruntularıdır. De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz haydi delilinizi getirin.”(9)

“Yahudi ve Hıristiyan’lar dediler ki: Bizler Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.”(10)

“Bu, onların ‘sayılı günler dışında bize azap dokunmayacaktır’ demelerindendir. Dinleri hakkında yaptıkları bu iftiralar kendilerini aldatmıştır.”(11)

Âyet-i kerimeler bizlere Yahudi ve Hıristiyan’ların ölüm ve ötesi hakkındaki düşüncelerini haber vermektedir. Bu düşünceleri doğrultusunda içlerinden ölenlerin semaya çıktığını, Allahu Teâlâ’nın oğulları (hâşâ) ve sevgilileri oldukları için onları yanına aldığını, ölmeleriyle beraber nimetlerle tanıştıklarını ve bu ölmüş bulunan kişilerin yukarıdan, yerde yaşayan yakınlarını seyrettikleri gibi fikirler iddia etmişler/etmektedirler. Yaşadığımız zamanda da tablonun aynen bu minval üzere olduğu hepimizin malûmudur.

Ebu Said el-Hudri’den (ra): Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. Onlar keler deliğine girecek olsalar siz de onları takip edeceksiniz”

Bunun üzerine bizler (sahabiler) sorduk: Ya Rasulallah! (İzlerini takip edeceklerimiz) Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır?

Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacak?”(12)

Rasulullah’ın (sav) bildirdiği üzere Müslümanlar da türlü düşünce ve hareketlerde Yahudi ve Hıristiyanları takip etmiş/etmektedirler. Bunlardan en önemlisi olarak sayabileceğimiz düşünce yapısı; “Müslüman’ım” demekle başka hiçbir şey yapmadan, cennete girileceğine, cennetteki yerinin hazır olduğuna inanılmasıdır. Yaşadığımız topraklarda büyük bir çoğunluk böyle bir düşünceyle “temiz kalpleri” ile kendilerini aldatıp durmaktadırlar. Ancak biz konumuz gereği bu mevzuya değil, “ölüm” hakkındaki fikirlerde Ehl-i Kitabı nasıl takip ettiğimize değineceğiz.

Üzülerek söylemek gerekir, ki müslümanlar olarak ölüm hakkındaki düşüncelerde de Yahudi ve Hıristiyanların izini takip etmekteyiz. Söylenmekte ve öyle olduğuna inanılmakta olan bazı sözlerle karşılaşmaktayız. Televizyon ekranlarında bilinçli/bilinçsiz bir şekilde kullanılan ve millete empoze edilen bir takım sözleri, halk da alıp, üzerinde kafa yormadan hayatına uygulamaktadır. Hâlbuki aşağıda vereceğimiz birkaç misâlden, bazıları insanın inancını tehlikeli noktalara götürme özelliğine hâizdir. Bu tehlikeye dikkat çekmek ve uyarma noktasında en fazla duymaya başladığımız cümleleri aktaracağız:

1. Allah onu çok sevdiği için yanına aldı: Duyduklarımızın başında gelen söylem budur. Özellikle ölen kimsenin genç olması halinde, taziye için gelmiş olan kişiler ölenin sahiplerine bu sözü söyleyip onları rahatlatmayı istemektedirler. Ölenin sahipleri de yine kendi çocuklarına, yakınlarına bu sözü söylemekte ve ölen kişinin çok iyi bir insan olduğunu, Allahu Teâlâ’nın onu çok sevdiğini anlatmaya çalışmaktadırlar. Bu sözü objektif bir bakış açısıyla tahlil ettiğimizde, “eğer Allah (cc) bu kişiyi sevdiği için erkenden yanına almışsa, demek ki geride kalan yaşlıları çok da fazla sevmiyor” gibi bir önerme çıkar. Bu da farklı ve sapkın fikirlere dalmamızla sonuçlanır. Hâlbuki bizler, ecellerin Allahu Teâlâ tarafından belirlenmiş olduğuna, ecel geldiği zaman, bir saniye bile olsun, ne öne alınabileceği ne de geri bırakılabileceğinin mümkün olmadığına inanmaktayız. Genç veya yaşlı bir halde ölmek Allahu Teâlâ’nın bir kimseyi sevmesinin sebebi değildir. Rabbimizin rızası kendisine ihlâslı bir kul olmak, emir ve nehiylerine uygun bir hayat yaşamakla mümkündür. Allahu Teâlâ katında hayırlı ve hayırsız insanı şu hadisi şeriften öğrenmekteyiz:

Hz. Ebu Bekre (ra) anlatıyor: Rasulullah’a (sav) ‘hangi insan daha hayırlıdır’ diye sorulmuştu. “Ömrü uzun, ameli de güzel olandır” buyurdu. Öyleyse ‘insanların en kötüsü kimdir’ diye soruldu. “Ömrü uzun, ameli kötü olandır” buyurdu.(13)

Müslümanlar olarak bizler ecellerin takdir edilmiş olduğuna, Allahu Teâlâ’nın rızasına nâil olmanın da emir ve yasaklarına uymaya bağlı olduğuna iman ederiz. Bu sebeple özellikle erken yaşta meydana gelen ölüm olayları üzerine böyle bir sözün söylenmesi İslam’da yeri olan bir tutum değildir.

2. Allah baba (hâşâ), onu yanına aldı: Anne veya babasının ölmesi üzerine geride kalan küçük çocuklarına (güya) onların anlayacağı bir tarzda izah etme adına bu türden cümleler kurulmaktadır. Her şeyi bırakalım, bir defa Allahu Teâlâ hakkında “baba” kelimesini kullanmak, dinimizin temel akide esaslarına terstir ve insanı (bilinçli söylendiğinde) küfre götürür. Bir çocuğa ölmüş olan anne veya babasının ölümünü İslam’a göre anlatacak pek çok yöntem bulunmaktadır. Allah hakkında “baba” dediğinizi anlayacak olan bir çocuk, İslami kurallar doğrultusunda uygun bir şekilde kendisine anlatılacak olan “ölüm” hadisesini de anlayacaktır. Bu sebeple söylediğimiz sözü kulağımız duymalıdır. Allahu Teâlâ’nın ölen kişiyi yanına alması ise sözün diğer bir sakıncalı yönüdür. Kuran ve sünnet bizlere böyle bir durumu bildirmemiştir. Dinimizde olmayan bir şeyi Rabbimize isnat ederek söylemek ise Allahu Teâlâ’ya iftira atmaktır, bunun da bilinmesi elzemdir.

3. O şimdi bir melek: Çoğunlukla küçük çocukların ölümü üzerine kullanılan bir tabir. Bazan da çocuğa, ölen annesinin durumu bu kelimelerle ifade edilmektedir. Akidemiz gereği malum olduğu üzere melekler nurdan, insanlar ise topraktan yaratılmışlardır. İnsan iradeye sahip olup bir şeyi yapıp/yapmama hüviyetine hâiz iken, melekler emrolunduklarını derhal yerine getiren ve asla asi olmayan varlıklardır. Ölmüş olan çocuk/anne sonuç olarak bir insanoğludur ve topraktan yaratılmıştır. Ölmüş olan bir insanın bir meleğe dönüştüğünü iddia etmek ise sakat bir düşünce olup, dinimizin asli kaidelerinde asla yeri yoktur.

4. Şimdi bulutlardan bizi izlemekte: Bir diğer kullanılan tabir de budur. Ölen kişi (zaten) cennetlik olduğu için! Gökteki yerini almış ve oradan kendi çoluk çocuğunu izlemektedir. Ölen kişinin gökte bulunuyor olması bir sorun, oradan yakınlarını izlemesi ise diğer bir sorundur. Bunu İslam’a dayandırmak asla mümkün değildir. Diğer sayılanlar gibi bu düşüncenin de İslam’a göre izah edilebilir bir tarafı yoktur.

Bu türden sözleri çevremizden duyup da sessiz kalmamız mümkün değildir. Konuştuğumuz/dinlediğimiz sözleri İslam terazisinden geçirip öyle değerlendirmemiz gereklidir. Müslüman, Allahu Teâlâ’ya teslim olmuş, tüm söz ve hareketlerinde Rabbinin belirlemiş olduğu kurallara göre hareket eden/etmesi gereken kişidir. Allahu Teâlâ mümin taifeye başlarına gelen musibetler karşısında nasıl davranacaklarını/davranmaları gerektiğini de âyet-i kerime ile bildirmiştir:

“Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Muhakkak bizler Allah’tan geldik ve tekrar O’na döneceğiz’ derler.”(14)

Bizlerin ölüm hâdisesi karşısında birbirimize teselli ve taziyelerimizde takınacağımız tavrımız da Rabbimizin bizden istediği şekilde davranmak olmalıdır. İthal taziye şekillerine ihtiyacımız yoktur.

Birkaç örneğini vermiş olduğumuz türden söz ve hareketlerin ve benzerlerinin bir müslümandan sadır olması mümkün değildir, çünkü inanç esaslarında bu türden fikirler bulunmamaktadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu tip inançlar Yahudi ve Hıristiyan’lara ait fikirlerle birebir aynıdır.

Daha önceki Ehl-i Kitab’ı izleyeceğimizi bizlere bildirmiş olan Rasulullah’ın (sav) hadisi bu konuda da gerçekleşmektedir. Bu sebeple İslami inanç esaslarını öğrenmeye ve çocuklarımıza öğretmeye şiddetle ihtiyacımız vardır. Aksi takdirde iyi bir şey yaptığımız zannıyla Yahudi ve Hıristiyanlara ait düşüncelerle inanç dünyamızı bozarız da haberimiz olmaz.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


(1)   (Zilzal: 7-8)

(2)   (Bakara: 39)

(3)   (Bakara: 25)

(4)   (Casiye: 24)

(5)   (Yasin: 78)

(6)   (Ankebut: 57)

(7)   (Enbiya: 35)

8   (Ali İmran: 185)

(9)   (Bakara: 111)

(10)   (Maide: 18)

(11)   (Ali İmran: 24)

(12)   (Buhari Enbiya: 50, Müslim İlim:6)

(13)   (Tirmizi-Zühd 22, (2331)

(14)   (Bakara: 156)

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]