Diriliş Nasıl Olacak
Hocam! Kafama takıldı, yeniden diriliş nasıl olacak? Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz. Öncesine ve sonrasına dair hiçbir bilgimiz yok. Mezara konduktan sonra da cesedimiz çürüyüp yok oluyor. Bu şekilde yok olan cesedin tekrar diriltilmesi pek akla yatkın görünmüyor?
Olayı böyle kurgularsanız tabii ki sonuç ona göre çıkar. “Ben, dudağını büzüşünden leblebi diyeceğini anlamıştım.” demiş ya adam. Aynen öyle bir şey. Dünyayı ve insanı bu şekilde tasavvur ederseniz kaçınılmaz olarak dediğiniz sonuca ulaşırsınız.
Hocam, ben ahiret diyorum siz olayı leblebiye bağladınız.
Peki öyleyse leblebiden devam edelim. Leblebinin ana maddesi nohut. Nohut tanesi aslında cansız bir nesne. O cansız nesneyi toprağa atarsanız su ve güneşle buluşturursanız tohum olur; birden canlanır ve yemyeşil bir bitki olarak ortaya çıkar. Aynı nohutu kavurursanız leblebi olur; yersiniz, size besin olur. Demek ki her bir olgu ve olay öyle gözle göründüğü gibi değil. Cansız ve kupkuru nohut toprağa attığınızda canlanıyor, yediğinizde sizin canlılığınıza destek olan besine dönüşüyor. Bu örneği çoğaltabilirsiniz.
Bu örnek bitkiler için geçerli. Ya hareket eden canlılar?
Bakın orada da benzer durum var. Söz gelimi insan, ana rahminde birçok evreden geçtikten sonra dünyaya gelmekte. Rahimdeki ilk evresi sperm ile yumurtanın buluşmasıyladır. Ardından diğer evreler gerçekleşir ve zamanı geldiğinde bebek olarak doğar. Sperm de yumurta da tek başlarına bir anlam ifade etmezler. Hatta bunlar dışarı atıldığında, insanlar ona dokunmak bile istemezler. Öte yandan bir tavuk yumurtası aynen nohut tanesi gibi tek başına düşünüldüğünde cansızdır. Bir kuluçka işlemine tabi tutulduğunda canlı bir yavru meydana gelir. Aynı yumurta haşlandığında veya kırılıp pişirildiğinde besin maddesi işlevi görür. Bütün bunlar düşünenler için yeniden dirilişe en güzel örneklerdir.
Hocam olayı biraz büyütmediniz mi? Ben sadece yeniden dirilişi sormuştum.
İşte sorun burada. Siz kurgunuza göre bir sonuç çıksın istiyorsunuz. İnsanı doğumla başlatıyorsunuz, doğum öncesi geçirilen evreleri göz ardı ediyorsunuz. Ölüm için de aynı durum söz konusu. Hâlbuki canlıların oluşumundaki evreleri dikkate alsak her an bir oluş ve bozuluş sürecinin yaşandığını görürüz. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah Kur’an’da hem insanın ana rahmindeki süreçlerine hem de bitkilerin toprakta suyla buluşup yeşermesine sıkça dikkat çekmektedir.
Bu biraz ruh göçü anlamında reenkarnasyon olmaz mı?
İşte insanın düştüğü ikinci fasit daire bu. Aslında reenkarnasyon deizmin bir başka adı. Bu düşünceye göre Tanrı dairesel bir sistem kurmuş, dönüp durmakta. Ruh bir nesneden ötekine intikal etmekte, deyim yerindeyse ortada gezinip durmakta, hangi bedene girerse onun şeklini ve işlevini almakta. Sanki ruhlar her kapıyı açan maymuncuk gibi bir şeye dönüşmekte. Bu düşünce, hem ruhu hem de bedeni değersizleştirmiş ve deyim yerindeyse kılıktan kılığa giren bukalemun hâline dönüştürmüştür. Bizim düşüncemizde, ne ruhun bir bedenden ötekine intikali söz konusudur ne de dairesellik. Sürekli ileriye giden bir gelişme söz konusudur. Sonuçta ahiret vardır. Bu da cennet veya cehennem şeklinde ileriye doğru giden bir hayattır.
Ama hayatta bir daireselliğin olduğu görülmekte?
Bu görüntü, bakışımızı dar alana hapsetmekten kaynaklanmakta. Bunu anlatmak için şöyle bir misal vereyim: Hareket hâlinde bir araba düşünün. Bu arabanın hareketi tekerlerinin dönmesiyledir. Bakışınızı sadece tekerlere odaklanırsanız bütün hareketin dönmekten ibaret olduğu düşüncesine kapılırsınız. Hâlbuki bir bütün olarak arabaya baktığınızda tekerlerin dönmesiyle arabanın ileriye doğru, düz istikamette gittiğini görürsünüz. İşte reenkarnasyoncular, sadece tekere odaklanıp oradan düşünce üretiyorlar. Yani mevsimlere ve mevsimlere göre oluşan canlılara bakarak döngüsellik yanılgısına düşüyorlar. Hâlbuki hayatın tamamına baksalar; süreklilik içinde bir değişim olduğunu görürler. Onlar tekerin dönmesine odaklandıkları gibi sadece değişime odaklanıyorlar ve ileriye doğru düz istikamette akan sürekliliği görmüyorlar.
Şimdi kafama yattı. Demek ki bakış açımız, düşüncemizi doğrudan etkilemekte.
Benim de tam olarak anlatmak istediğim bu. İnsan etrafına geniş açılı bakmış olsa kaçırdığı birçok şeyi görme fırsatına kavuşur. Bakın düne kadar felsefecilerin de içinde bulunduğu bazı kesimler, gökyüzünde bulunan yıldız ve gezegenlerin canlı ve ruhani varlıklar olduğunu düşünüyorlardı. Buraya “ayüstü âlem” diyorlardı. Ahiretin de burada ruhani olarak gerçekleşeceğini iddia ediyorlardı. Uzaydaki keşiflerle bütün bu düşünce çöktü. Ama bu düşünceyi hâlâ yıldız falcıları sürdürmekte. Canlı ve ruhani demeyi bıraktılar onun yerine ne olduğu belli olmayan “kozmik enerji” diye bir şey koydular. Bu belirsizlikten yararlanarak insanları yönlendiriyorlar. Ellerinde ne dinî ne de bilimsel bir veri bulunmakta.
O zaman insanların çoğunluğu yeniden dirilişi mümkün görmekte.
İster tarihteki milletlere isterse günümüzde geleneksel hayatlarını sürdüren kavimlere bakın her birinde öte dünya inancının var olduğunu açıkça görürsünüz. Bunu mezarlara önem vermelerinden ve ölünün yanına türlü eşyalar koymalarından anlayabilirsiniz. Bedenlerin mumyalanarak korunması da aynı düşüncenin ürünü. Demek ki putperestler dâhil tarih boyunca bütün toplumlarda öte dünya inancı var. Onlardaki yanlışlık, ahiretin bu dünyada ve toprak altında olduğu şeklinde algılanması. İlahi dinler, ilk insan Hz. Âdem’den itibaren gönderilen her peygamber ve indirilen her kitapla, Allah’ın iradesine bağlı bir ahiret inancı olduğu gerçeğini her zaman dile getirmiştir. Bazıları bu gerçeği görmüşler, bazıları kafalarına göre gitmişler.
Peki, bizim inancımıza göre nasıl olacak yeniden diriliş?
Evreni ve insanı yaratan Yüce Allah bu dünyanın bir imtihan alanı olmasını dilemiş ve bu imtihanın sonucunun öte dünyada alınacağını bildirmiştir. Bunun anlamı, insanın ölmesiyle varlığının tamamen sona ermeyeceği, bu dünyadaki yaşantısına göre öte dünyada bir kıymetlendirme yapılacağıdır. İyi, faydalı ve güzel hayat sürenler mükâfatı hak edecek; isyankâr, zararlı ve çirkin hayat yaşamış olanlar ise cezaya çarptırılacaklardır. Bütün bunların olabilmesi için yeniden dirilişin olması kaçınılmazdır. Yeniden diriliş asli bedenin yeniden yaratılması ve asli ruhun ona iade edilmesiyle gerçekleşecektir. Böylece herkesin kendi ruhu kendi bedeniyle buluşmuş olacaktır.
İyi de asli beden ve ruh nasıl yeniden diriltilecek?
Dünyaya ilk gelme nasıl gerçekleştiyse öyle. Birinciyi gerçekleştiren Yaratıcı Kudret bunu da yapmaya kadirdir. Nitekim bazı hadislerde yeniden dirilişin insanın kuyruk sokumunda bulunan acbü’z-zeneb denilen yaratılış özünden olacağı ifade edilmektedir. (Buhari, Tefsir, 39/3; Müslim, Fiten, 141.) Acbü’z-zeneb hiç yok olmayan insanın yaratılış özü veya çekirdeğidir, yeniden yaratılış bunun üzerinden gerçekleşecektir. (Y.Şevki Yavuz, Acbü’z-zeneb, DİA.)
Ancak Yaratıcı Kudreti kabul etmeyenler var.
Sorun da burada zaten. Yeniden diriliş ve ahireti kabul etmeme, aslında Allah’ı inkârın bir sonucudur. Bunun tersi de doğru. Ahireti inkâr eden ya kısmen ya da tamamen Allah’ı inkâr etmektedir. Tamamen inkâr edenler ateistler, kısmen inkâr edenler ise deistlerdir. Yüce Allah’ın Kur’an’da Allah inancıyla birlikte ahiret inancını sürekli birlikte anması da bundan olsa gerektir. (Bakara, 2/62, 126, 177, Âl-i İmran, 3/114; Nisa, 4/39, 59.)
Öyleyse temel sorun, Allah’ı inkârdır. Şayet adalet ve rahmet sahibi Allah’a inanç tam olsa ahiret hakkında bir şüphe olmaz. Böyle inanan bilir ki bu dünyada yapılan hiçbir kötülük yapanın yanına kar kalmayacak, yapılan her iyilik de mutlaka mükâfat olarak karşılığını bulacaktır.