Hem Dünya Hem Ahiret İçin
Din-i mübin-i İslâm’ın Sünnet-i Seniyye’ye uygun anlaşılması ve yaşanması için İslâmî ilimlerin öğrenilmesi, öğretilmesi gerekir. Aksi takdirde, hayat boşluk kabul etmeyeceği için, ilmin yerini hurafeler, bid’atlar alır. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. bir hadis-i şerifte bizleri şöyle uyarmıştır:
“Allah, ilmi kullarından çekip çıkartarak değil, alimleri almak suretiyle kaldıracaktır. Nihayet alim kalmayınca, halk birtakım cahil alimleri (görünürde alim olsa da gerçekte cahil kişileri) kendilerine lider edinir. Bunlara bir takım sorular sorulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Böylece hem kendileri sapkınlığa düşerler hem de halkı düşürürler.” (Buharî; Müslim; İbn Mâce; Ahmed b. Hanbel)
Büyük Hanefî fakihi Bedreddin Aynî rh.a., bu hadis-i şerifi açıklarken şöyle der: “Allah Tealâ ilmi insanların arasından kaldırma veya göğüslerinden silme şeklinde almaz. Bu, onların ruhlarını alarak yani alimlerin ölümüyle olur. Öyleyse yok olmadan ilmi istemek, almak lazımdır.”
Yine Efendimiz s.a.v. buyuruyor: “Alimler yeryüzünün kandilleridir.” “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.”
İlim gayretle ayakta kalır. Eskilerin dediği gibi ilmin başı sabırdır. Dolayısıyla her müminin yeteri kadar ilmi öğrenmek için sabır göstermesi, gayret etmesi gerekir. İslâmî ilimlerde talebelik yapmak nasip olmuş kişilerin ise daha çok azim ve gayret sahibi olması lazımdır. Çünkü ilmin kapısını bulmak, ıssız çölde bir bir pınar bulmak gibidir.
Sahabe devrinden itibaren İslâm alimleri ilim öğrenmek için nice çile çekmiş, zorlu yolculuklara, gurbet hayatına, sıkıntıya katlanmışlardır. Muhammed Diyauddin k.s. hazretleri, Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslarla çarpışırken bile bir çadırı talebelere ayırmıştır. Bu savaştan bir önceki Osmanlı-Rus savaşında (93 Harbi’nde) müritleriyle Gürcistan cephesinde savaşan Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretleri, savaş biraz durunca Trabzon’un Of ilçesine gelerek orada irşad faaliyeti yürütmüş ve hadis okutmuştur.
Yine ömrü Ruslarla mücadele ile geçen Şeyh Şamil hazretleri savaşırken bile ilim öğretmeyi bırakmamış, yalçın kayalıklarda, sarp dağlarda yanında daima İslâmî ilimlere dair kitaplar bulundurmuştur. Hatta bir seferinde Ruslardan ailesini kurtarmak için kitaplarını bırakmak zorunda kalmış ve; “Kim bilir hangi kişinin eline geçeceksin…” diye üzülmüştür.
Alaaddin Haznevî hazretleri de, babası Ahmed Haznevî k.s. hazretlerinin dinî ilimleri öğrenmeye ve alime verdiği önemi şöyle anlatıyor:
“Ahmed Haznevî hazretlerinin nazarında, yapılacak en önemli iş ilim öğrenmek için çaba göstermekti. Bize de daima ilim tahsilini tavsiye ve teşvik ederdi. Bizi ilim öğrenmekten alıkoymasın diye benim ve kardeşim İzzettin’in başka işlerde hizmet etmemizi ömrümüz boyunca istemedi. Çoğu kere işleri kendisi yapar, ilim tahsilinde gevşekliğe yol açmasın diye bizim o işleri yapmamızı istemezdi ve derdi ki:
– Hazret k.s. ilim tahsil etme konusunda şöyle demiştir: Dünyayı isteyen kimse ilim okusun. Ahireti isteyen ilim okusun. Her ikisini de isteyen yine ilim okusun.
Sohbetlerinde ilmin ve alimin faziletinden çokça bahseder, etrafındaki alimleri de hem öğrenmeye hem öğretmeye teşvik ederdi. Ayrıca ilmin yayılması, öğretilmesi hususunda gevşeklik göstermeye sebep olacak işlerle meşgul olunmamasını tavsiye ederdi.” (Menâkıbu’l-Haznevî)
Şahitlerin anlattığına göre Gavs-ı Bilvanisî Seyyid Abdülhakim hazretleri Kasrik köyünde ikamet ettiği yıllarda, araştırma yapmak için bölgeye gelen dört yabancı turist müslüman olur. Gavs hazretleri:
– Keşke bunların dilinde bir ilmihal olsaydı da dinî bilgileri öğrenselerdi, der.
O sırada tevafuken, Ağrı’da imam-hatip olarak vazifeli müritlerden biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İngilizce Dinî Bilgiler kitabının sahih olup olmadığını, bu dili bilen birine sormak için yanında getirmiştir. Gavs hazretlerinin bu sözü üzerine, o imam kitaptan bahseder ve istişare ederek kitabın sağlam olduğunu da öğrenince turistlere verir. Gavs hazretleri de buna çok sevinir.
İhtisas yapmak, yılları bu mübarek yolda geçirmek çok az kimseye nasip olur. Fakat her mümin kendine yetecek kadar İslâmî bilgiyi öğrenmek zorundadır. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“İlim öğrenmek kadın erkek her müslümana farzdır.” (İbn Mâce; Suyûtî)
Acaba öğrenilmesi farz ve gerekli olan ilim, yani bilgi hangisidir?
İslâm alimleri, her müslümanın her şeyden önce gerekli akait bilgisini, yani iman esaslarını, sonra içinde bulunduğu durumla ilgili İslâmî hükümleri öğrenmesi gerektiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Yani neye nasıl inanması gerektiğini bildikten sonra farz olan ibadetlerin yapılış biçimlerini, ticaret yapıyorsa bununla ilgili hükümleri, evliyse evliliğe dair dinî ahkâmı bilmek durmundadır. Buna kısaca ilmihal bilgileri denilir.
İmam Rabbânî k.s. hazretleri öğrenilmesi gereken ilimler konusunda Mektubat’ta şöyle der:
“İtikâdın düzeltilmesinden sonra fıkıh hükümlerini öğrenmek gerekir. Farz, vacip, helal, haram, sünnet, mendup, şüpheli ve mekruh konularını bilmek ve bu bilgiye göre de amel etmek lazım gelir. Fıkıh kitaplarını mütalaa etmek temel ilke kabul edilmeli, salih ameller işlemek için üstün gayret göstermelidir.”
İlimle meşgul olmak insanı çoğu zaman beyhude, mâlâyani işlerden korur, haramdan sakındırır. Bir gün olmasa, bir başka gün kalbi yumuşar, nasihat dinler hale gelir. Dolayısıyla ilimle meşgul olan, öğrenen, öğreten, dinleyen kimsenin kalbi devamlı sürülen tarla gibidir. İlimle meşgul olmayan kişinin kalbi ise yıllardır sürülmediği için toprağı sertleşmiş, taşlaşmış tarla gibidir.
Bu yüzden Efendimiz s.a.v. şöyle nasihat buyurmuştur:
“Ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma. Yoksa helak olursun.”(Taberânî; Beyhakî)
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle..
Mübarek Erol