Kıyâmet Gününe Hazırlanmak
Hz. Peygamber (sav) Efendimizin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Cebrail Bana dedi ki: Allah, kullarından ancak merhamet ile davrananlara merhamet eder.", " Yeryüzündekilere merhamet et ki, gökyüzündekiler de sana merhamet etsin" Ey Rabbinden rahmet isteyen kişi! Onun değerini bir ölç.
Zira o şu an senin elinde. Onun değeri nedir? Rabbinin rahmetinin değeri, senin O'nun yarattıklarına karşı merhamet göstermen, şefkatli davranman ve onlara karşı niyetini düzeltmendir. Sen istediğin şeye karşılık ortaya bir şey koymuyorsun. Ücreti ver, malı al! Yazıklar olsun sana ki Allah’ı bildiğini söylüyorsun da, O'nun yarattıklarına merhamet etmiyorsun! Sen iddianda yalancısın. Ârifİbillah olan kimse O'nun yarattıklarına ilim yönünden merhamet eder; topluluklara da hüküm (şeriat) cihetinden merhamet eder. Hüküm ayırır. İlim ise bir araya getirir.
Allah-ü Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Evlere kapılarından girin." Sâdık ve ilmiyle amel eden şeyhler, Cenâb-ı Hakk'ın kapıları ve O'nun kurbiyetinin "yolları"dır.
Onlar nebilerin ve peygamberlerin vârisleri ve nâipleridir, vekilleridir. Onlar Cenab-ı Hakk'ın "muferrid"leri ve davetçileridir. Onlar O'nunla halkı arasındaki elçilerdir. Onlar "din doktorları", "hak öğretmenleri"dir. Onları kabul edin ve onlara hizmet edin. Câhil nefislerinizi onların emir ve nehiylerine teslim edin.
Rızıklar Allâh-ü Teâlâ'nın elindedir. Bedenin rızkı, kalbin rızkı, esrârın rızkı... bütün bunları O'ndan isteyin, başkasından değil. Bedenin rızkı yemek ve içmektir, Kalbin rızkı tevhîddir, Esrârın rızkı ise "hafi' (sessiz, gizli) zikirdir. Mücahede ile ona bir şeyler emredip, bir şeylerden nehyederek ve riyazat ederek nefislerinize merhamet edin. Mârûfu (doğruyu) emrederek, münkerden (yanlıştan) nehyederek, onlara nasihat ederken samimi davranmak suretiyle, ellerinden tutup Hakk'ın kapısına getirmek suretiyle halka merhamet edin.
Rahmet, merhamet mü'minin sıfatlarındandır. Katılık ise kâfirlerin sıfatlarındandır. Size gelmeyene siz ulaşın. Sizi mahrum edene siz verin. Size zulmedeni siz affedin. Eğer böyle yaparsanız, ipleriniz Allah'ın ipine ulaşır. O'nun sâhip olduklarına siz sahip değilsiniz. Zira bu ahlak Cenab-ı Hakk'ın ahlâkıdır.
Münâcât ve mânevî ziyafet evi olan mescitlere çağıran müezzinlere icabet edin. Onlara icabet edin ki kurtuluş ile onların indindeki gerçek alış-veriş ile karşılaşasınız. Eğer O'nun davetine icabet ederseniz, O sizi evine alır, size karşılık verir, yakınlaştırır, mârifeti ve ilmi öğretir. Yanında olanı size gösterir.
Bedeninizi süsler. Kalplerinizi temizler. Sırlarınızı tertemiz eder. Doğru yolu size ilham eder. Sizi karşısına oturtur ve kalplerinizi kurbiyyet evine ulaştırır. O eve girmeniz için sizi çağırır. O, Kerîm’dir.
Eğer O'nun davetini kabul eder ve O'na duayı hafife almazsanız size karşılık verir. Size lütuf ve ihsanda bulunur. Size "hil'at" (makamı elbisesi) giydirir. Allah-ü Teâlâ şöyle buyurmuştur: İyiliğin karşılığı iyilik değil midir?" Ameli güzel yaparsanız sevabı da güzel olur. Hz. Peygamber'den şöyle rivayet olunmuştur: "Nasıl muamele edersen öyle muamele görürsün", ve yine:
"Bulunduğunuz hâle göre idare edilirsiniz" buyurmuştur. Amelleriniz kendi amellerinizdir.
Dünyada, ibret alan ve iffet sahibi olan zâhidlerin kalpleri ile yaşayın. Onda vatan tutmayın. O ne vatan yeridir, ne de makam yeridir. Asıl vatan ve son makam vardır. Bu dünya âhirete göre zindandır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur
"Dünya mü'minin zindanıdır." (Müslim); Mü'min, dünyada nimetler içerisinde binsene yaşasa bile yine de dünya mü'minin zindanıdır. Onun kurtuluşu, sevinci, hoşluğu, sevabı, devleti, emir ve nehyi ve rahatlığı ise ancak âhirettir.
Âlim ve sıddık ârife gelince, o sevabını âhiretten önce dünyada alır. O Rabb’ine yakınlaşmıştır. O yaratılmamış olmayı temennî eder. Kıyameti de, Cennet’i de zahmet olarak görür. Kıyamet günü sakladığı sırların ortaya çıktığını görür. Zira o gün sırlar şekil kazanır. O, kabrinden kalktığını ve üzerinde ziynetli elbiseler olduğunu görür. Onu gılmanlar ve merasimciler karşılıyordur. Fakat onun kalbi bunlara karşı ebediyyen zâhiddir. Rabb’ini görmenin yanında, zahmet olarak gördüğü için bunlardan hoşlanmaz. O nimet vereni sever, nimeti değil. O Rabb’inin huzuruna sırrı kapısından girmeyi sever, merasim ile girmeyi değil. Cennet’te olmaktan hoşlanmaz. Zira oradaki nimetlere aldanarak değişebilir. Ayrıca, Allah’ı seven kişi O'ndan başka her şeyi terk eder.
Hatta o, oraya bağlanmasın, oraya aldanmasın, adımları Rab’binden geri durmasın, başka şeyle meşgul olmasın diye Cennet’i görmemeyi temenni eder.
Allâh-ü Teâlâ'yı âhiretten önce dünyada tanıyamayanlar! Sizlerden dolayı vâh yangınlarım ve vâh ateşlerim! Ve O'nun kurbiyetinin nesimini, rüzgârını koklayanlar! Ve O'nun fazilet, üstünlük yemeğini yiyip, ünsiyet şarabını içenler! Size daha ne kadar nidâ edeceğim, ey münafıklar? Sizler duymuyorsunuz ki... Yarın derinden duyacaksınız ama icabet edemeyeceksiniz. Ne kadar uzaktasınız! Ve size ne kadar da uzaktan sesleniliyor! Sesiniz yerin dibinden geliyor; kurbiyyet kalesinden değil, iyilik sahilinden değil. Bütün işleriniz mideniz, şehvetiniz, bedenleriniz ve bütün dünyanız. Bütün bunların hepsi pisliktir, kirdir.
Açlık, Allâh-ü Teâlâ'nın yeryüzündeki yemeğidir: Sıddıkların karnı onunla doyar. Ey fakirlikten korkanlar! Asıl fakirlik, fakirlikten korkmaktır.
Zenginlik ise Allâh-ü Teâlâ ile O'nun dışındaki her şeyden zengin olmaktır. Dirhem ve dinar zenginliği zenginlik değildir.
Ey oğul! Nefsinin kıyametini kopart. Tefekkür ayaklarınla cehenneme ve cennete gir. Onlara iman ve yakîn gözlerinle bak. Mü'min, fıkri ve nazarı düzelinceye kadar amel işlemekten geri durmaz. Fikri ve nazarı düzeldiği zaman kıyameti kopmuş demektir.
(O zaman) Rabb’inin huzurunda dirilir, ayağa kalkar; amel defterinin sayfalarını okumaya başlar, iyiliklerini ve kötülüklerini görür. Kötülüklerinin iyiliklerinden fazla olduğunu görür. Cehennem’e girmeyi haketmiştir. Sırattan geçmesi gerekir. Onun üzerinden havf ve recâ ile helâk olma, Cehennem’e düşme duyguları ile geçer. İşte o, bu halde iken, Alah-ü Teâlâ ona rahmetini yetiştirir ve onun kendisine bırakılmasını emreder. Ayaklarının altındaki sırat genişletilir, Cehennem’in alevi rahmet suyu ile söndürülür. Hatta Cehennem ona şöyle der: "Geç, ey mü'mîn! Nurun alevimi söndürdü!" (Heysemi) İşte mü'min bütün bunları tefekkür eder, düşünür, enine boyuna değerlendirir. Kesin bir kanaate sahip oluncaya kadar bunları tefekkür etmekten geri durmaz.
Size açıkladığım bu, nasiplerinizin peşinden koşma meselesini düşünmekten geri durmayın. Nasiplerin peşinden koşmayın, bırakın onlar sizin peşinizden koşsun. Bu benim tecrübe ettiğim, gözlerimle gördüğüm bir şeydir. Bunu, bu "yol"a girmiş olan ve bu yolu deneyen Benden başka kimseler de görmüştür. Acele etmeyin; nasiplerinizi kaybetmezsiniz. Hz, Peygamber'den şöyle rivayet olunmuştur: "Hiç kimse rızkını tamamlamadan dünyadan göçmez. O halde Allâh-ü Teâlâ'ya karşı takvâ sahibi olun ve isteklerinizi güzelleştirin:' (el-Müstedrek) Yavaş olun, hırslanmayın, boşa yorulmayın, sebatlı olun. İsteklerinize karşı işte böyle olun…
Eğer hükümdarların kapısından yüz çevirirsen Allâh-ü Teâlâ sana hiç kapanmayan bir kapıyı açar: Sır kapısı, bâtın kapısı... Bu kapıyı sana hiçbir kuvvetin, gücün ve tahminin olmadan açıverir.
Mü'min, Rabbinin kapsamı hedeflendirmek suretiyle, nefsinin hevâ ve heves evini terk eder, O bu durumda iken, nefsinin, malının, ailesinin afetleri onun yoluna durur. O şaşırıp kalır. Günahlarına, Rabbinin şerîatinin hudutlarını yıktığı kötü ahlâkına geri döner. Sonra bütün bunlardan tövbe eder, "nicin"i ve "nasıl"ı terk eder. Münazaadan, iddiacılıktan bâtınen ve zâhiren hiç konuşmaz olur. Teslim olur, kendini bırakır, müdâfaa etmez.
Onun önündeki o set, onun hareketiyle, çalışıp çabalamasıyla değil, ancak Rabb’inin ona yardımı ile açılabilir. Bütün işi O'nu zikretmek, O'na dönmek, günahlarını düşünmek, onlara istiğfar etmek ve nefsini kötülemek olur. Bu durumdan çıkınca, Rabbinin kaderine geri döner. Der ki: "Allâh-ü Teâlâ’nın benim hakkımdaki kaderi ve kazası değişmez yazıdır." Dil ile değil, kalben teslim olur, temiz eder, her şeyi Allâh-ü Teâlâ'ya bırakır. Bu halde iken, kapalı olan gözlerini açar, bakar ki o set gitmiş, kapı açılmış. Artık, âfet yerine nimet gelmiştir; darlık yerine genişlik; hastalık yerine afiyet; yokluk yerine mülk... Bütün bunları Allâh-ü Teâlâ’nın şu buyruğu desteklemektedir: "Allah’a karşı takva sahibi olan kişiye O bir çıkış yolu yapar ve onu ummadığı yerden rızıklandırır." (Talâk, 65/2-3)
Böyle bir kul yine de nimete şükretmekten geri durmaz. Kalbinin adımlarıyla Rabb’ine ulaşıncaya kadar, belâlara muvafakat göstermekten, hataları ve günahları itiraf etmekten, nefsini kınamaktan geri durmaz. Rabb’inin kapısına ulaşıncaya kadar iyiliklerle, günahlardan tövbe ile adım atmaktan geri durmaz. Oraya vardığında ise, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyi görür.
Kulun kalbi Rabb’ine vâsıl olduğunda tövbesi kesilir, iyilikler ve kötülükler, şükür ve sabır, yorgunluk ve rahatlık biter: Nasıl ki misâfir gideceği yere varınca adımları biter ve sohbete, müşahedeye, konuşmaya katılır ve sırlara vâkıf olur, işte öyle... Muhib mahbubuna ulaştığında yorgunluk kalır mı? Yorgunluk rahata döner; uzaklık yakına, gaybet huzura, duyma gözle görmeye... Mahbûbunun sırlarına muttalî olur.
Mahbûbu ona evini gezdirir. Hazinelerinin kaplarını ona açar. Yataklarında onu istirahat ettirir. Siz de böyle yapmıyor musunuz? Allâh-ü Teâlâ insanlara misaller verir. Ehl-i işaret olan işaretten anlar.
Ey "huzurda duran kalp" ile ibadet etmeyen âbid! Senin durumun gözleri bağlı olup da değirmen taşı çeviren devenin durumuna benziyor. O fersahlarca yol aldığını zanneder de, aslında yerinden ayrılmamıştır. Yazık sana! Namazında ayakta duruyorsun, oturuyorsun, namazında acıkıyorsun, susuyorsun:
Zerrece ihlâs ve tevhid olmayan namazın sana ne faydası olur? Eline yorgunluktan başka bir şey geçmez. Namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun, ama kalp gözün insanların evlerinde, ceplerinde ve sofralarında! Onların sana hediyeler getirmesini bekliyorsun. İbadetini gösteriyorsun, orucunu ve müşahedeni bildiriyorsun. Ey halkı şirk koşan! Sen hiçbir şeye sahip değilsin. Şirkinden dön. Ey münafık! Ey mürâî! Ey ruhânî ve rabbâni sıddıkların saflarından geride duran! Sen, Benim sizin kaşağınız, körüğünüz ve zabıta memurunuz olduğumu bilmiyor musun? İddiâlarınızın ispatını isterim! Hz. Peygamber'den şöyle rivayet olunmuştur: "Eğer iddialar insanlara bırakılsa idi, herkes diğerinin kanının helâl olduğunu iddia ederdi; fakat:
Davacıya ispat, davalıya ise yemin düşer.' (Müslim)
Ne kadar çok konuşuyorsun; buna karşılık fiilin de ne kadar az! Gittiğin yoldan dön. "Allah’ı tanıyan kimsenin dili tutulur." (Şerhu Sünen-i İbn Mâce) Kalbi konuşur, Sırrı safa bulur. Yüksek derecelere ulaşır.
Rabb’ine ünsiyet kazanır, O'nunla rahata erer. Bütün ihtiyaçlarını O'nunla giderir.
Ey kalp ateşi! Serin ve selâmetli ol. Ey kalp! Öyle bir güne hazırlan ki o gün yeryüzü ve dağlar yürür, yeryüzü içindekileri ortaya çıkarır. İşte, asri "erkek adam" o gün iman, yakîn, Mevlâ'sına olan tevekkül, muhabbet ve iştiyâk ayaklarıyla, âhiretten önce dünyada elde etmiş olduğu mârifet ayaklarıyla sapasağlam durur. O gün sebep ve halk dağları gider, müsebbip ve Hâlık kalır. Suret ve zâhir melikleri gider, kaybolur; bâtın melikleri ortaya çıkarlar. Onlar kıyamet günü, o değişip dönüşme gününde sapasağlam ayakta kalırlar. Şu dağları görüyorsunuz da onların gücüne, kuvvetine, sağlamlığına, dimdik ayakta duruşuna hayran kalıyorsunuz ya, işte onlar o gün çırpılmış pamuk gibi olacak. Yerlerinden kökleriyle birlikte sökülecekler. Azametleri kaybolacak, bulutlardan daha hızlı kayıp gidecekler.
Gökyüzü eriyecek, erimiş bakır gibi olacak. Göğün ve yerin vasıfları değişecek. Dünya nöbeti, ahkâm nöbeti, ameller nöbeti, ekim nöbeti ve teklif nöbeti sona erecek. Âhiret nöbeti, kudret nöbeti, amellerin mükâfâtlandırılması nöbeti, hasat nöbeti, külfetten kurtulma nöbeti, her iyilik sahibine iyiliğinin karşılığının verilmesi nöbeti başlayacak.
Allah’ım! O gün kalplerimize ve uzuvlarımıza sebat ihsan et. "Bize dünyada da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru…"