Ölüm Var, Çünkü Hayat Var!
Ölüm soğuktur , ürkünçtür ilk algılamayla, şartlanmışlıkla, öğrenilmişlik ve öğretilmişlikle böyledir..yakinen yaşadığında ölüm olgusunu, üşür insan, buz keser hayata geçmişine, geleceğine, hatıralarına hayallerine..An da durmuştur onun için..varsa yoksa kayıp duygusu, çaresizlik, acı, hüzün, yas ve hepsinin kapsayan bir anlamsızlık duygusu..Ne de saçmadır hayat, ne de anlamsız böyle..Kardeşim benim kardeşimdi,babam benim babam, ananem de benim ananemdi...benim..Ama ölmesine dahi engel olamadım...Ne de acımasızdır hayat ben daha ölümün soğuk yüzüyle yüzleşmeye hazır değildim..Hazır değildim sarsılmaya, sessiz ve aciz kalmaya,kalakalmaya öylece..Hatta kaybetmeye hazır değildim böylesine..Ne kadar geç olsa da ölen için hala onunla yapılacak birşeylerimiz, geçireceğimiz vakitler, paylaşacağımız türlü şeyler vardı…
Aslında insan kendi ölümüyle yüzleşmektedir kaybettiğini düşündüğü her yakınından sonra..Ölüm kavramı her zaman soğuktur da insana, aklına getirmek istemez insan, uzak tutar onu kendinden, Hakk’ın uzak tuttuğu ölçüde çevresinden..Bir türlü düşünmek istemez bunu da Peygamber der insanlığa “Ağız tadını bozan ölümü çokça hatırlayınız”..Yine de bigane kalırız bu söze, düşünürüm der geçeriz ya da yüzeysel düşünürüz ama öyle ya biz daha genciz ve yapacaklarımız var, hayallerimiz var, koca bir ömür var önümüzde..Öyle ya ölüm yaşlılara özgüdür, hatta yaşlılar bile daha yaşlılara, asırlıklara atfeder ölümü..ama malumdur hepimize ki uzak tutsak da bu düşünceyi bilincimizden, hasıraltı etsek de ölümün ne yaşı vardır, ne vakti, ne de kontratı…Ansızın geliverir çoğunlukla.. Yaradan’ın sevgili kuluysak, belki uzak yakınlarımızla yaşarız bu duyguyu ilk ki olabildiğince hassaslaşalım bu kavrama ve kararınca duyarsızlaşalım..Önceliklerimizi, öfkelerimizi, hırslarımızı, anlaşmazlıklarımızı, arzularımızı gözden geçirip dengeye oturtalım..Her ne kadar kendi ölümümüzün suyunun suyu olsa da bu uzak ölümler, zamanla ölüm halkası daralır ve dünyanın merkezi olarak sembol edilen “Ben” e odaklanır…Esasında ne kadar soğuk görünse de ölüm bize ısınır böylece ve biz ölüme ısınırız ki bizi hırslarımızdan, tamahkarlıklarımızdan, nefsani arzu ve zaaflarımızdan arındırdığı, kalbimizi yumuşattığı, bize hayatın anlamını sunduğu için...Ürperten soğukluğunun aksi gibi pişirip olgunlaştırmasını bizi, hayret ve ibretle müşahede ederiz..ve yakınlaştıkça bu fasit daire, ölmeden önce ölmenin sırrına derece derece vasıl oluruz..ve şükrederiz bu halet-i ruhiyeyle ölümü duyumsayan ve ona göğsünü açan müminler olarak hayatımıza anlam kazandırdığı, bize yaşama sevinci kattığı için..Öyle ya ölümü çıkarsak aradan hayatta keyfekeder ne kalır ki geriye..Tuzsuz salata yenir, salçasız yemek…ama ölüm kreması olmayan bir hayat pastasından kimse tatmak istemez esasında..
Beka yurduna inananlar için ölüm bir vuslattır, düğün gecesidir, can kuşunun kafesinden kurtularak özgürlüğe kanat çırpmasıdır. Elbette ki hüzün hakkımız ve bize insan olmamız hasebiyle bahşedilen nimetlerin en haslarındandır..ki sağlıklı bi matem süresinin yaşanması, ölünün ardından elzemdir, süreci değerlendirip yeniden hayata motive olmamız adına..Alemlerin Efendisi ki hayatın, ölümün müsebbibi, alem varlığına mebni yaratılmış Peygamberimiz, oğlu İbrahim’in ölümüne döktüğü gözyaşlarına şaşıran ve ölüme dökülen gözyaşını yadırgayan ashabınca “ Sen Peygambersin, sen de mi ağlıyorsun?” şeklinde bir soruyla karşılaşınca “ Kalbi olan hüzünlenir” demişti..ve yine eklemişti; ”Eğer bu dünyadan ahirete intikal edenler için ahiret bir vuslat yurdu olmasaydı bu hüznümüzün sonu olmazdı, ama yine de hüzünleniyoruz”..Bu da insan olmanın getirisi, kalbin zekatı herhalde..Ölümü bir son, bir kesinti değil de bir uykudan uyanış olarak gören inancımızla, anlayışımızla ruhumuz okşanır. Bu anlayış bizi Rahman ve Rahim’ in kulları olduğumuz ve onun merhametinin her şeyi kuşattığı gerçeğiyle buluşturur. Ne güzel buyurmuş Mevlana: "Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrılığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme. Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve kavuşma zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür ama o, canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu, aç öte tarafta…”
O’na aidiz, hayatı veren onu alacağı saati de belirliyor taa ezelden.. Ama yüreğin türlü halleri var..Sabretme ve kabullenme erdemleri, Müslüman ismine liyakaten teslimiyyet, tevekkül halleri nefs ve şeytan ittifakının hışmına uğrarken; isyan, küfür, direnme, uzun süren matem ve hayatın anlamsız, Yaratıcının acımasız olduğuna dair içimizde var olan nefsani ve şeytani vehimler, haller, kriz durumlarını kollayan isyan yetimizle tahrik edilir…İnanan kalplere düşense bu halleri tanımak ve rahmani olanla, şeytani olanı tefrik etmektir..Zor da olsa aslolan..ve bilinmelidir ki her şey zıddıyla kaimdir..
Ezcümle, insanoğlunun mutlak kabul ettiği tek gerçek, inananlar için iman vesikası ve dahi hayatın anlamı; “ Ölüm var, çünkü hayat var!”.