Ölüm ve Sekeratı
Hamd Allah’adır. Salat ve Selam Onun Rasulune Ehli Beytine ve Ashabına Olsun. Bundan sonra:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa muhakkak ki o kurtulmuştur. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Ali İmran,185)
“Nerede olursanız olun ölüm sizi bulacaktır. Yüksek burçlar içinde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik dokunursa: Bu Allah’tandır, derler. Şayet onlara bir kötülük dokunursa bu sendendir, derler. De ki:
Hepsi Allah’tandır. Böyle iken bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü fıkhetmeye yanaşmıyorlar? (Nisa,78)
Olum_Sekerati
Ebu Hureyre(r.a.) Rasulullah(s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Lezzetlere son veren şeyi çokça zikrediniz. O, ölümdür. (Bu hadisi Tirmizi ve Nesai rivayet etmişlerdir, İbn Hıbban sahih demiştir.)
Buluğul Meram’daki bu hadisi dipnotlandıran Safiyurrahman Mubarek Furi şöyle der: “Ölüm lezzetleri kesen, bitiren şey olarak zikredilmiştir. Çünkü ölümün hatırlanması, anılması dünya lezzetlerini bitirir ve kişinin zühd sahibi olmasını sağlar. Ya da ölüm geldiğinde dünya lezzetlerinden hiçbir şey kalmadığı için böyle söylenmiştir.”
Şu halde ölüm bize ne kadar da yakın ve onun ne zaman gelip bizi bulacağını bilmiyoruz. O halde nasıl bu kadar rahat yaşayabiliyoruz? Neden Salih ameller yapmada acele etmiyoruz? Neden ilmimizi artırmıyoruz? Müslümanın yapması gereken ölümü çokca hatırlamasıdır. Ölüm ve onun sekeratı hem kalbimizi yumuşatır hem de ona hazırlıklı oluruz.
İbrahim’in bildirdiğine göre Alkame Horasan bölgesine savaşa gitti. İki sene boyunca namazlarını iki rekat olarak kıldı, hiç Cuma namazı kılmadı. Derken amcasının oğlu ölüm döşeğine düştü. Kendisini ziyarete gitti ve şöyle dedi: Bana İbn Mesud’un bildirdiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
‘’Her mü’minin günahları vardır. Onlar sayesinde dünyada iken mükâfatlandırılır. Sonra üzerinde bir kısmı kalır ve bu yüzden ölüm esnasında sancısı artırılır. Ben eşek ölümü gibi bir ölüm (yani can çekişmeden gelen anlık ölüm) istemem.” (Ahmed b. Meni)
Allah Müslümanlara rahmet etsin. Bil ki ruhun bedenden çıkış halini ve onun verdiği acıyı düşünürsen işte şeytanı mağlup edersin. Çünkü şeytan sana ölümü unutturup dünyalık şeyler vaat ediyor. Bu şekilde seni sinsice kandırıyor. Şeytanın bu oyunlarına gelmemek için Allah subhanehu’yu çokça zikretmeli ve salih amellerimizi artırmalıyız. Şu sözler gerçekten okunmaya değer:
“Canın çıkma ânı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne dağılarak sirayet etmesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen her yerine ateş değmiş gibidir. İşte bu sebeple etin etrafında olan ruhun diğer cüzleri de bu acıyı hissederler. Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz. Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden, mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma! Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir:
“Ölüm kılıç darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha acı verici bir olaydır. “Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl olduğunu bir düşün! Dayak yiyen biri bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anlamına gelir. Ölen bir kimsenin bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni; üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan âciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister, ama buna güç yetiremez. Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye başlamıştır. (Gergin olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına vurmuştur; öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar. Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma! Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir. Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları… Her âza acı üzerine acı, belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık (önceden tevbe etmemişse) tevbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret ve pişmanlık kuşatır.”
Allahım seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına ancak senin gerçek ilah olduğuna şahitlik ederim. Senden bağışlanmayı ister tevbe eder sana yönelirim.
Muhammed Yusuf Akçay.